Önnot: Bu
metin için talep, sayın Yıldızoğlu’nun kendisinden Twitter üzerinden gelmiş
gibi oldu. Biz de davete icabet ettik.
+
Alıntı:
“Türkiye
Batı’dan kopuyor, Avrasya’ya doğru gidiyor. Türkiye’de birçok yorumcu bu gidişi
bir “bağımsızlık süreci” olarak okuyor.”
Birbiriden
istatiksel olarak bağımsız 3 önerme sözkonusu burada. Yani, biri bir diğerini
gerektirmiyor.
Türkiye’nin
Batı’dan kopma, koparılma veya Batı’ya bağlanamama süreci, Tanzimat’tan beridir
var. Bu batılılaşmaya en çok karşı çıkan muhafazakarlar ama Türkiye’yi Batı’nın
sömürgesi yapmaya sömürge valisi olarak en çok katkısı olan da onlar. ABD, Ab,
İngiltere, Almanya farketmez, Türk sağcısı bağalanacak yağlı kapı buldu mu,
ülkesini falan unutur.
Bu 180
küsur yıllık sürecin, son 17 yıllık AKP döneminin birinci etabında, basın
üzerinden, tümüyle dezenformatif bir kamuoyu yönlendirmesiyle, AKP’nin bizi AB’ye
sokacağı zihinlere sokuldu. Bu, ne Erdoğan’ın, ne de AKP ileri gelenlerinin
doğluluklarıyla mümkün değildi.
2015
sonrasında, milliyetçiliğe doğru aşırı ve hızıl kayma yaşanırken, batıdan kopma
da buna eşlik etterildi.
Avrasyalılaşma
ise, taa Galiyev’den beridir bir tez. Daha çok sosyalistlerin teziydi. AKP’nin
elinde ise, imkansız bir edim olarak, AB yerine, ŞİÖ gibi, bir forma dönüştürüldü.
Bu
arada, Çin 1999’da gelip, Ecevit’e ve Bahçeli’ye Doğu Türkistan dernekleri
yöneticilerini sınırdışı ettirmecesine bir protokol imzalatıp, Hazar Denizi’nde
komşuluk tezi önerdi. Kimse de bunu algılayamadı bile. Çünkü, Moskof düşmanlığı
somut, Pekin ise soyut bir hayal sanılıyor bizde hala.
Paktlar,
eğer güçlü bir ülke değilsen, hangisini imzalasan imzala, ister NATo, ister
Varşova Paktı, seni köle eder. Etti de. Dolayısıyla, bu durumuyla Avrasyacılık
bir kurtuluş yolu olamaz, yeni bir kölelik yolu olur.
Yıldızoğlu’nun
metninde bunlar yok.
+
“Avrasya’ya
doğru gidişi bağımsızlık süreci olarak görenler (Fuller de dahil),
devletlerarası ilişkileri adeta 19. yüzyıl jeopolitiğinin gözüyle okuyorlar.”
Yıldızoğlu
burada aksamış.
Hem
Fuller, hem de Davutoğlu, kendi kitaplarında, Türkiye’yi bölgesel bir güç
kılarak, yine de Batı’nın ayakçısı olarak sabit tutmaya devam ediyorlar.
Tamam,
Türkiye Katar’da üs kuruyor, Sudan’da toprak alıyor, 3 ülkede savaşa cepheden
giriyor ama bunlar hep 4. Dünya ülkeleri. Onları yönetsen ne olur, nyönetmesen
ne olur?
Bakın,
tek 1 (S. A.’a) saldırı petrol fiyatlarını % 10 arttırdı. Global güç olma
çabası bunu yönetmeyi gerektirir.
Jeopolitik,
Dünya sistemi sayesinde, epeyidir tek bir bütün olarak okunuyor. Tarihte öyle
dönemler var ki hegemonlar kendini tasfiye ediyor ama ortalığa yeni hegemonlar
oluşamıyor. 2001-2200 arası öyle hesaplanmış zaten.
Yıldızoğlu’nun
bakmadığı ve göremediği makro-makro panoramalar bunlar.
+
“İran’ın
enerji kaynakları var, ama Batı kaynaklı ambargo altında bunlardan gerektiği
gibi yararlanamıyor. Burada dış kaynak ve pazar olarak devreye Çin’in girdiğini
görüyoruz.”
İşte,
tam da uygun örnek bu.
Çin devreye
girdi, karda yürüdü, iz bırakmadı.
Türkiye
devreye girdi, iz bıraktı. Atilla ve Sarraf yargılandı.
İşte bu
nedenle biz, ne Çin’le işbirliği yapabiliyoruz, ne de yönümüzü 180 küsur yıldır
belirleyemiyoruz.
Yarasanın,
kuşlarla memeliler arasındaki savaşta, hangi tarafı seçeceğini bilemeyip,
savaştan sonra, tabuta çivilenip cezalandırılması gibi bir durumda Türkiye.
Bakınız: La Fontaine. Bakınız 2. Dünya Savaşı sırası.
+
Sonuç:
Ağaca
bakarken ormanı, ormana bakarken ağacı gözden kaçırmayacaksın ki gobal ve
gelecekbilimsel metinler yazabilesin.
(17 Eylül 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder