Salı, Eylül 17, 2019

Ergin Yıldızoğlu: ‘Avrasya’ya Doğru Giderken’ Metninin Eleştirisi


Önnot: Bu metin için talep, sayın Yıldızoğlu’nun kendisinden Twitter üzerinden gelmiş gibi oldu. Biz de davete icabet ettik.
+
Alıntı:
“Türkiye Batı’dan kopuyor, Avrasya’ya doğru gidiyor. Türkiye’de birçok yorumcu bu gidişi bir “bağımsızlık süreci” olarak okuyor.”
Birbiriden istatiksel olarak bağımsız 3 önerme sözkonusu burada. Yani, biri bir diğerini gerektirmiyor.
Türkiye’nin Batı’dan kopma, koparılma veya Batı’ya bağlanamama süreci, Tanzimat’tan beridir var. Bu batılılaşmaya en çok karşı çıkan muhafazakarlar ama Türkiye’yi Batı’nın sömürgesi yapmaya sömürge valisi olarak en çok katkısı olan da onlar. ABD, Ab, İngiltere, Almanya farketmez, Türk sağcısı bağalanacak yağlı kapı buldu mu, ülkesini falan unutur.
Bu 180 küsur yıllık sürecin, son 17 yıllık AKP döneminin birinci etabında, basın üzerinden, tümüyle dezenformatif bir kamuoyu yönlendirmesiyle, AKP’nin bizi AB’ye sokacağı zihinlere sokuldu. Bu, ne Erdoğan’ın, ne de AKP ileri gelenlerinin doğluluklarıyla mümkün değildi.
2015 sonrasında, milliyetçiliğe doğru aşırı ve hızıl kayma yaşanırken, batıdan kopma da buna eşlik etterildi.
Avrasyalılaşma ise, taa Galiyev’den beridir bir tez. Daha çok sosyalistlerin teziydi. AKP’nin elinde ise, imkansız bir edim olarak, AB yerine, ŞİÖ gibi, bir forma dönüştürüldü.
Bu arada, Çin 1999’da gelip, Ecevit’e ve Bahçeli’ye Doğu Türkistan dernekleri yöneticilerini sınırdışı ettirmecesine bir protokol imzalatıp, Hazar Denizi’nde komşuluk tezi önerdi. Kimse de bunu algılayamadı bile. Çünkü, Moskof düşmanlığı somut, Pekin ise soyut bir hayal sanılıyor bizde hala.
Paktlar, eğer güçlü bir ülke değilsen, hangisini imzalasan imzala, ister NATo, ister Varşova Paktı, seni köle eder. Etti de. Dolayısıyla, bu durumuyla Avrasyacılık bir kurtuluş yolu olamaz, yeni bir kölelik yolu olur.
Yıldızoğlu’nun metninde bunlar yok.
+
“Avrasya’ya doğru gidişi bağımsızlık süreci olarak görenler (Fuller de dahil), devletlerarası ilişkileri adeta 19. yüzyıl jeopolitiğinin gözüyle okuyorlar.”
Yıldızoğlu burada aksamış.
Hem Fuller, hem de Davutoğlu, kendi kitaplarında, Türkiye’yi bölgesel bir güç kılarak, yine de Batı’nın ayakçısı olarak sabit tutmaya devam ediyorlar.
Tamam, Türkiye Katar’da üs kuruyor, Sudan’da toprak alıyor, 3 ülkede savaşa cepheden giriyor ama bunlar hep 4. Dünya ülkeleri. Onları yönetsen ne olur, nyönetmesen ne olur?
Bakın, tek 1 (S. A.’a) saldırı petrol fiyatlarını % 10 arttırdı. Global güç olma çabası bunu yönetmeyi gerektirir.
Jeopolitik, Dünya sistemi sayesinde, epeyidir tek bir bütün olarak okunuyor. Tarihte öyle dönemler var ki hegemonlar kendini tasfiye ediyor ama ortalığa yeni hegemonlar oluşamıyor. 2001-2200 arası öyle hesaplanmış zaten.
Yıldızoğlu’nun bakmadığı ve göremediği makro-makro panoramalar bunlar.
+
“İran’ın enerji kaynakları var, ama Batı kaynaklı ambargo altında bunlardan gerektiği gibi yararlanamıyor. Burada dış kaynak ve pazar olarak devreye Çin’in girdiğini görüyoruz.”
İşte, tam da uygun örnek bu.
Çin devreye girdi, karda yürüdü, iz bırakmadı.
Türkiye devreye girdi, iz bıraktı. Atilla ve Sarraf yargılandı.
İşte bu nedenle biz, ne Çin’le işbirliği yapabiliyoruz, ne de yönümüzü 180 küsur yıldır belirleyemiyoruz.
Yarasanın, kuşlarla memeliler arasındaki savaşta, hangi tarafı seçeceğini bilemeyip, savaştan sonra, tabuta çivilenip cezalandırılması gibi bir durumda Türkiye. Bakınız: La Fontaine. Bakınız 2. Dünya Savaşı sırası.
+
Sonuç:
Ağaca bakarken ormanı, ormana bakarken ağacı gözden kaçırmayacaksın ki gobal ve gelecekbilimsel metinler yazabilesin.
(17 Eylül 2019)

Hiç yorum yok: