Perşembe, Ağustos 15, 2013

Okunmak ve Okunmamak

‘Mülksüzler’deki Odo gibi, kendini gerçeğe hizmetle görevli sayan biriyim.

Gerçeğe hizmetin de, kurmaca-dışı alanda yazarak sağlanabileceği kanısındayım.

Kurmaca alandaki eserlerin, romanların veya şiirlerin, gerçeğe hizmet konusunda bir halta yaramadığı kanısındayım. Hem de insana ilişkin bilgi vermede, iyiyi, güzeli, doğruyu göstermede, duygularımızı beslemede, güzellik yaratmada, vb, vd...

Gerçeği anlatmak, pek okur bulamayabiliyor.

Kurmaca alanda yazan ve yine de gerçeği anlatan Oğuz Atay, ‘neredesin ey kari?’ diye diye ölüp gitmişti. (Şimdilerde ‘best-seller’ oldu, ayrı konu.)

Bendeniz de, 2006 tarihinde 46 yaşında olarak, 3 matbu kitabı olan, hepi topu 1.500 kez okunmuş olan biriydim.

Acı ve komikti.

Sonra, MB’da yazmaya başladım. Hem de Türkiye için, ilk kez yazılan ve sapa bir konu olan gelecekbilim alanında.

Yılda 100 bin okuru geçtim.

Bir film eleştirisi metnim 20 bin kezin üzerinde okundu ki bu Türkiye’deki tüm ciddi sinema eleştirisi okurları anlamına gelebilir.

Bir fotoğraf eleştirisi metnim, 15 bin kezin üzerinde okundu ki bu Türkiye’deki tüm ciddi fotoğraf eleştirisi okurları anlamına gelebilir.

2007 Ağustos itibarıyla, 2 milyona yakın toplam, 1 milyona yakın farklı / ünik okur edinmiş gibiyim.

Yalnızca komik.

Okunmakla okunmamanın farketmeyeceğini şimdiye dek bilmiyordum. Öğrenmiş oldum.

Acı ama komik değil.

Yazmasaydım, katil olurdum. Yazmayacaksam, yine katil olabilirim. Dışarıda ölmek istiyorum, o nedenle yazmaya devam edeceğim gibi. Yoksa yazmak, günden güne daha çok zul olmakta.

Okunmak da arada zul olabiliyor.

Metinlerime gelen toplamda birkaç bin yorum bana öyle hissettiriyor.

Vardığım yer, gerçeğe hizmetten çok, gelecek için kayıt kalsın, zihniyetini taşıyor artık.


Bu metni de o nedenle yazdım zaten.

Hiç yorum yok: