Siyasal konularda blog yazanlar, son 5 yıl içinde, köşe yazarlarının durumu
çok geç ayırsayıp, şu an ne yapacağını bilemediği bir biçimde, onları solladı.
Elimizde 2 tane yanılmış örnek var:
2007-2009 tarihli Onpunto ve 2011-2012 tarihli Naberler siteleri.
Elimizde 2 tane süren ve başarılı örnek var:
2006 Nisan tarihli Milliyet Blog ve 2012 Eylül tarihli Radikal Blog
siteleri.
Ara bilgi: Eskiden Milliyet ve Radikal, aynı mal sahibine aitti. RB
açılmadan önce, Milliyet sahip değiştirdi. Bu da, onların birbirlerine karşı ticari
rakip pozisyonu alabilmelerine uygun bir zemin yarattı. Artı ara bilgi:
Habertürk ve blogu ise, hem gazetecilikte, hem de blogculukta, tam bir fiyasko
olarak tarihe geçti.
1 tane de aday adayı blog var:
T24 blog.
Doğmamış çocuğa gömlek biçtiğimin ayırdında ve bilincindeyim. Ancak, bir
yazar ve bir gelecekbilimci olarak, onu da resme yerleştirerek, bazı
kestirimler yapmak arzusundayım.
Milliyet geleneksel anlamda, 1960-1980 arasında sol cenahta idi. 1980-2011
gibi orta cenah oldu. 2012 itibarıyla da iktidarperver cenahta. Sağ değil,
iktidarperver (Türkiye’de öylesini biz yaşamadık ama sol iktidarlar da düşünceyi
ve muhalefeti öldürür).
Radikal, tıpkı Taraf gibi, iktidar-muhalefet arasında zigzaglar çizmekte ve
bu da okur, köşe yazarı, blogcu ve iktidar (AKP) tarafından farklı farklı
olarak yorumlanmakta. AKP oyverenlerinin en azından bir bölümü, 2006 itibarıyla
Kasımpaşa’da Radikal’e gıcıkken, şimdilerde onlardan onay almış olarak tüm bayilerde mevcut.
Radikal-Taraf senkopları, hem iktidar-muhalefet, hem de sistem eleştirisi
açısından; kitlesiyle olsun, iktidar seçkiniyle olsun, entellektüeli (ve
yarı-aydınıyla) olsun; günümüzün özel bir tarihsel dönemden, özel bir geçiş
süreciyle, özel bir döneme geçmenin (tarihsel açıdan bu bir ilk değil ama) özel
bir örneğini yaşadığımız şu son aylarda,
ironik ve eğlenceli panoramalar çiziyor: Sonuç, biraz da La Fantone
fablındaki, memelilerle kuşlar arasındaki savaşta taraf seçemeyen yarasanın,
taraflardan biri savaşa kazanınca, onların tarafına geçmek isteyip, her iki
tarafın da nefretini kazanıp, bir tabuta çivilenmesiyle biten öyküsüne epeyi
benzedi.
T24 ise, bu konuda Taraf’a da senkop oldu:
Yani, huzurevinden kaçmış eski TKP’lilerin, hafif Soros, hafif Gülen sosuyla
ama değirmenin suyunun nereden geldiğini pek bilmeden ve pek de sormadan
(insanların en azından ‘yahu biz bu ülkede nasıl olup da, günde 100 bin
okunuruz ki?’ diye bir sorması gerekirdi, oysa Taraf’taki ağır abi duayen bir
yazar, aynı soruyu sorup da, gazetedeki Sızıntı ve İstikbal reklamlarından bir
yorum çıkarmamıştı ya da çıkarmak işine gelmemişti, bunlar da öyle), takılıp
gitmeleri gibi bir süreç oldu.
Duble ironik tarihçesel bir durum var:
Sanal yatırımcıların ne halt yiyeceği bilemeyip, Türkiye gibi en riskli
yerlere bile yatırım yapması ve orayı geçici olarak ihya etmesi (ama kalıcı
olarak bir çöle çevirmesi) gibi, kara-kara paracılar (kim olduklarını yazmayalım
da vurulmayalım) ve beyaz-kara paracılar (Soros gibiler), satın alınacak ve Barrett’vari
bir biçimde neo-globalizme entegre edilecek, Türkiye ve eski Doğu Avrupa gibi
3. Dünya mekanlarına, satın alınacak entellektüelsel yatırım yaparken de,
kantarın topuzunu birazcık kaçırdılar. Soros’un kendi itirafıyla öğrendiğimiz
üzere, bazıları onları on milyonlarca dolar söğüşledi ve mafya (kara para) geleneğini
utandırarak, hiçbiri de yaptıklarının bedellerini ödemedi ve bu da içtihat ve
kötü örnek yarattı. Eh, bizim alaturka satılıklar hiç durur mu? Aldılar parayı,
aldılar parayı. Bize de, daha çok sivil toplum örgütelri nezdinde, on
milyonlarca dolar aktı.
Bu paranın bir bölümü de basına ve sanal basına aktı tabii ki...
Sanal dediğin bir küçücük uşak, fiyatı da ucuz, bir kaç yüz bin dolarcık,
beline bağlamaz ibrişim kuşak, ooy oy...
O nedenle T24, 3. ve panoramayı tamamlayan örnek olacak bizce.
1 iyidir. İlktir, hatadır, güzeldir.
2 iyidir. Rekabettir, asıl yeniliktir.
3 en iyidir. Dengedir.
Haa, üçünü toplasan 1 muhalefet etmez ama ne yapalım? Burası 4., 5. .. , 7.
filan olan, bir Dünya işte: Yani Türkiye. Tanzimat’tan beridir, basınımız satılık
olmayı ve yabancı parasını, yerli paradan daha çok sever. Hala da öyleymiş, onu
da gördük çok şükür.
T24’ün şu anki momenti; Radikal, Taraf ve bilcümle yazmasal iktidar
odaklarından iktidar tarafından kovulanların sürgün yeri olması. Ancak bir
türlü internetin gücünü keşfedemiyorlar. Editörün imalı açıklamalarından, bu
blog olayının risklerini ayırsadıkları ama emrin de büyük yerden geldiği
izlenimini edindik. Eh, onlara da şimdilik boyun eğmek düşer. Çetin Altan’ın
dediğince, olmadı, onları satın alacak başka bir iktidar kapısını er veya geç
bulurlar. Baksanıza Mehmet Barlas’a, zemzem suyuyla yıkanmış, sütten çıkmış ak
kaşık gibi dolanıyor ortada: Oysa, matbu basınımızın arşivi, onun vukuatlarıyla
inlerdi bir aralar.
Dönüp dolaşıp ifrit olduğum bir konu var:
Tüm yazarlar özgürlükten dem vurur. En yakın arkadaşı kovulur, gıkını
çıkarmaz. Sonra kendi kovulur, başlar feryad-ı figana...
Şimdi, genç kuşaklar bu uzuun ve 32 kısım tekmili birden matbuat öykülerinin
hemen hiçbirini bilmez ve bilmekle de ilgilenmez. Onlar bu sıralar, Gezi
olaylarında olduğu üzere, ABD’yi yeniden keşifle ziyadesiyle meşguller.
Yani, al birini vur öbürüne: 40 kişiyiz, birbirimizi biliriz, hesabınca,
gazete sahibi de aynı, dönemindeler sadece...
Ancak çokluklar, hep feçes yerine, arada yeni alternatifler de yarattığı
için, T24 yeni yollar ve kapılar yaratacak gibi. Çünkü ne MB, ne de RB, şu anda
yaptıklarını yapmak için kurulmadı. T24 de öyle ama blog alanına girerlerse,
ortalık güzel kızışacak gibi. En azından bizim umudumuz böyle...
Bu pratik siyaset idi. Gelelim kuramsal siyasete:
Öyle ya da böyle, adını andığımız tüm gazeteler ve köşe yazarlarının önemli
bir bölümü, gerçekte öyle olmasalar da, sol cenahtan sayıldılar. Sosyal
demokrat veya marksist ama öyle...
Ancak, hemen hepsi de, elifle merteği birbirine karıştırmayı geç, elifle
merteğin ne olduğunu yitirir durumda.
Marx bile, marksist olmayan devrim olabileceğini (ve iktidarperer biri olarak
tasfiye edilmeleri) gerektiğini bilip, taa 150 yıl önce bunu yazdığı halde,
bizim eski ve yeni solcularımız buna ayamıyorlar bir türlü.
% 1 – % 99 kavgasının, sınfiçi ve sınıfdışı savaşımlar içerdiğine de
ayamıyorlar. Tarihe bakıp da, sol-sağ kavgasının kralcı olan ve olmayan arasında
gibi şimdiye oranla kel alaka 2 odak arasında başladığını, muhafazakar-liberal
ayrımlarının 2 karşıt parti olduğunu da tarihten okuyamıyorlar. Minval hala
aynı: Yersen.
Ondan sonra da kalkıyorlar, AKP taraftarı veya karşıtı oluyorlar. İyi de, onun bir siyasal konumu yok ki
kılavuzun karga olamasın ve senin burnunu feçese bulamasın...
Öznel-nesnel ayrımını da izleyemiyorlar: Satılmak serbest ama ceple,
beyinle değil. Zaten ihanet etmişsin birader, Altan gibi 60 yıl sonra aymanın
anlamı ne?
Gelin düşmanlar, birlikte geleceği boşaltalım. Nasıl olsa, iktidardaki
mümin abilerimiz ve ablalarımız, maçı kazandıklarından fazlasıyla eminler. Biz
doğmamışlara boş bir Evren tasarlayalım ve bırakalım. Sonra da onlar ne halt
yerse yesinler. Kendi çocuklarımızın hayatını mahvetmedik mi yeterince?
Doğmamış torunun torununu şimdiden gömmenin alemi ne?
Demek ki neymiş?
T24 bir yol daha açabilirmiş ama yaptıkları ortadayken yapamayacakları da
ortadaymış. Umudumuz da, atmadıkları taşlarla vuracakları kuşlar ve bizim onları
bedavaya toplamamız olacakmış.
Yaşadık biliyoruz:
Gündelik ve somut yaşamda öldürecek denli bize ve beynimize düşman olanlar,
bize yazma ve yayın yolunu açtılar ve 7 yıl sonra şeytanın bacağını kırdığımızı
ayırsamadılar bile. Gençler için de böyle olacak inşallah.
Yani özetlersek:
2007-2017 arasında, internet gazetesi blogları, satılmasını ve
öldürülmesini istedikleri geleceğin en azından bir bölümünün kurtarılmasının
olanağını da bize verdiler. Daha sonrasında zaten global makro-makro krizler,
çığ çığ ve tsunami tsunami kapımızda. Cehennemde bir sigara molası bize
verilen, o da bilmeden.
Cehennemden önceki son çıkışı kullanın yazar kardeşlerim.
Ondan sonrasında, sizi ben bile kurtaramam..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder