Nasıl
fotoğraflanmayacağını, 1987’den ve 27 yaşımdan başlayarak, bolca gördüğüm
‘National Geographic’ dergisindeki, fotoğraflı Türkiye ve İstanbul
röportajlarından öğrendim.
Onların
tarzı, imajbank tarzı bile değil. Oryantalist bile değil. Doğrudan anlık,
güncel, aktuel, damardan duyguya girecek görüntüler. Basit, aptalca derecesinde
ilkel.
Zaman
içinde bu tonlamalar değiştiği için, kendini baştan inkar eden ve değilleyen
bir tarz bu.
Bunun
abartılısı da, bugün ünlülerin evlerindeki en samimi pozları dizileriyle kadın
ve magazin dergilerinde var.
Not:
Benim 1978 baharında Pendik’te gördüğüm, her yanı siyah, beyaz ve turuncu evin
iç mimarisi, bu tarzın başları herhalde. Çünkü, 1960’lara kadar inen dergi
okurluğum da, böylesi bir ilk dalgayı o yıllarda görüyorum.
Ek
olarak da, sinemadaki ‘technicolor’ tarzı bir fonsal-siyah ağırlıklılık da var
o ‘National Geographic’ fotoğraflarında.
Güzelin
değil ama doğrunun, öyle değil 10 yılda bir, yüzlerce yılda bir ancak
değişebileceğini, güya belgeselci ‘National Geographic’ çizgisi hiç öğrenemedi.
Bunun
yanısıra, Gültekin Çizgen’de simgeselleşen, 1977’de bile, biz amatörlerin yüzüne bakmayan fotoğraf
duayenlerinin turizm afişi çizgisi var. (O amatörler sayesinde, son 15
yıldır altın kesesi doldurmaları da ayrı bir geyik.) Onları, yanlış-İstanbul
değil, duayen-değil olarak değilledik.
Bu iki
sol ve sağ ayraca daralırsak, aslında çekecek çok az şey ve tarz kalıyor
geriye.
Ara
Güler gibi 2,5 milyon karede 2,5 kare yakalayamamaktansa, 2,5 bin karede 2,5-25
kare yakalamayı yeğleriz. Bu arada yüzlerce kareyi de çekmeyi boşveririz veya
ıskalarız.
Kendi
hesabıma, İstanbul 2017’yi 250-2.500 kare ile simgesellerim gibime geliyor. 4 x
25 = 100’e limit giden elde-var’lar
ile Kuburkent İstanbul simgesellemesi iyiden daha iyi gitti.
Ancak;
kuburkent varsa, çocukkent de var, ölümkent de var, kültürsüzleşenkent de var.Yani,
40 yıldır izlediğim ve kendimce önem açısından ilk 10-20 sıraya koyduğum
süreçler var. ‘Kuburkent 2014-2017’ oluşumu, lümpenleşme ve ümmileşme sürecinin bir parçası: Çok-çok
içine kakıldığım için, benim açımdan duygusalca önem kazandı ve öne çıktı. Artı,
öznel bakış açısıyla, ‘Bebek-kampüs BÜ – 1977-2017’, manyak güzel bir portfolyo
olurdu.
Yani,
fotoğraflayacağım ve fotoğraflamayacağım İstanbul örneklemeleri bunlar.
Kriminal İstanbul’u da fotoğraflayabilirim ama sıkmaz. Evsiz çorbası dizisini
yazdım ama insanlar rahatsız olmasın diye fotoğraflamadım ve ironik olarak
gönüllüler, gerçekle hiçbir ilgisi olmayan bir portfolyo çıkardılar ortaya.
‘Çalışmayan çorba gönüllüleri selfileri’ şimdiye dek yapılırken izlediğim en
salakça fotoğraf dizisiydi, Çizgen’in işlerinden bile daha az zekalı.
Kedi
evlerinden sonra, apartman sepetleri dizisi gibi, yaşamın içinde raslantıyla
bana toslayan konuları seviyorum. Çünkü bir konunun, daha makinaya davranmadan
önce bile, çekildiğinde güzel-anlatı olacağını biliyorum. Fotoğraf deneyimi
denilen bu olsa gerek (ister kuramsal olsun, ister uygulamalı olsun).
Çıkış:
Görünen
o ki Fotografim ve Fotoritim’den sonra, 3. foto-depar
zamanım gelmiş de geçiyor.
(30 Nisan 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder