Çarşamba, Mayıs 31, 2017

Türkiye’de Tablo Toplamak 1990-2020: Siz Hiç Yılın Koleksiyoneri Seçildiniz mi?

Seçilmeyin, derim. En azından Türkiye’de seçilmeyin bari.
2010’da başına bu gelen Ahmet Merey, konuyu Aziz Nesin’i aratmayan incelikte bir mizahla anlatmış:
“Her şey tamam oldu ve Fuar resmen açıldı. Biz de Stantta nöbete başladık. Bir de baktık ki yanımıza köfte, dolma, sucuk neyi almayı unutmuşuz. Allahtan komşu Stanttakiler tanıştı da onlardan çimlendik. Derken ziyaretçiler gelmeye başladılar. Kitap Fuarından çıkan soluğu bizim stantta alıyor. Malum Onur’uz ya; bizim stant en başta. “Ressam Bey, elinize sağlık ne güzel resimler yapmışsınız.”  İnsanları kırmamak için “ayıptır söylemesi, ama ben biraz yetenekliyimdir de” gibi cevaplar vermeye başladım. Veya “hepsini siz mi yaptınız?” yahut “Hepsi sizin mi?” “Ay ne güzelll bir sergi, bayıldım valla” vs. vs. Sonra fiyat sorup, satın almaya kalkanlar oldu. Yan taraftaki stanttan daha ucuz fiyatlar vermeye başladım. Sonra baktım ki tablo satarsam, Komşu Stant hiç iş yapamayacak. Satmaktan vazgeçtim. Bu arada kedimiz dahil tüm ailemizin resmedildiği tablo önünde, bilumum insanla beraber fotoğraf çektirmeye başladık. Anı defterine yazanlar oldu. “Sevgili Anı Defteri; iyi ki varsın”.”
Hikaye bu minval üzere gidiyor. Tamamının okunmasını şiddetle öneririm. İnsanı koleksiyonsal kazadan beladan korur hiç olmazsa.
1990 gibi Yahşi Baraz, Türkiye’de koleksiyoner olmadığından yakınıyordu. 2010’da durum buralara kadar gelmiş: Bir koleksiyonere yılın koleksiyoneri ödülü bile verilmiş yani.
Bendeniz de o sırada nacizane, tezimin konusunu belirliyordum: İlk özel müzenin 2000’den önce açılmaması gerektiği. Eczacıbaşı Müzesi açıldı, müzecilik ve resim sanatı açısından, yukarıdaki kadar mizahi durumlar yarattı.
Bunun böyle olması gerekmiyordu. Türkler rollerini abarttılar yalnızca. Rüyasında cennete girip, oradan bile kendini kovduran Baba Karamazov ve züccaciye dükkanındaki fil yavrusu gibi davrandılar bu nazik alete karşı.
Ancak Merey ailesi, Türkiye açısından epeyi istisna durumlar yaratmış, kendilerini bilcümle tebrik ederim:
300 adetlik portre ve otoportre sergisi. Ayrıca, o zaman 30 yaşından küçük olan bir ressama bile, kişisel ve ailesel portrelerini yaptırmışlar. Yağlıboya tablo geleneğindeki bu, burjuvaların kendi portrelerini yaptırması geleneği, bugüne kadar epeyi ressamın ekmek ve hatta pasta yemesini sağlamıştır.
Merey ailesi, bir biçimde mülkiyet ve sanat bilincine haizmiş.
Kabakçı ailesinin başına ise şunlar gelmiş:
“Bundan 10-15 yıl önce elimde 2 bin resim vardı. Acaba doğru mu alıyorum diye endişeye kapıldım. 100 yıl sonra torunlarımın benden aptal diye bahsetmesini istemiyorum çünkü. Avrupa’dan üç ünlü müze müdürünü davet ettim, bir yarışma yaptık. Sonunda elimdekilerin çoğunun hiçbir sanatsal değeri olmadığı ortaya çıktı. İlk etapta 1.900’ünü sattım, sonra elek daraldıkça, 54 tane kaldı.”
Söyleşi 2009 tarihli ve rahmetlinin ölmeden önceki son röportajı imiş.
Diğer tüm koleksiyon alanlarında olduğu gibi, resim alanında da buna panzehir olarak, Cingıllıoğlu’nun yaptığı gibi, koleksiyonu tümüyle yabancı ressamların resimlerinden oluşturmak ve onları da yurtdışından temin etmek.
Oluyormuş.
Cingıllıoğlu, Dünya’nın en önemli 10 koleksiyoneri listesine girmeyi başardı.
Bunun yanısıra başka koleksiyonlar da var.
Eczacıbaşı, Kıraç müzelerindeki koleksiyonlar. Kurum koleksiyonları.
Sonuçta, 20-30 dolar milyarderimiz ve 20-30 yağlıboya tablo koleksiyonerimiz olmuş. Fena bir oran değil gibi.
Sonuçta siz siz olun, Türkiye’de belki ama Dünya’da asla ve kata yılın koleksiyoneri seçilmeyin. Maazallah değil 2 bin, 200 bin dandik tablo alıverirsiniz birden.

(30 Mayıs 2017)

Hiç yorum yok: