Seçilmeyin,
derim. En azından Türkiye’de seçilmeyin bari.
2010’da
başına bu gelen Ahmet Merey, konuyu Aziz Nesin’i aratmayan incelikte bir
mizahla anlatmış:
“Her şey
tamam oldu ve Fuar resmen açıldı. Biz de Stantta nöbete başladık. Bir de baktık
ki yanımıza köfte, dolma, sucuk neyi almayı unutmuşuz. Allahtan komşu
Stanttakiler tanıştı da onlardan çimlendik. Derken ziyaretçiler gelmeye
başladılar. Kitap Fuarından çıkan soluğu bizim stantta alıyor. Malum Onur’uz
ya; bizim stant en başta. “Ressam Bey, elinize sağlık ne güzel resimler
yapmışsınız.” İnsanları kırmamak için
“ayıptır söylemesi, ama ben biraz yetenekliyimdir de” gibi cevaplar vermeye
başladım. Veya “hepsini siz mi yaptınız?” yahut “Hepsi sizin mi?” “Ay ne
güzelll bir sergi, bayıldım valla” vs. vs. Sonra fiyat sorup, satın almaya
kalkanlar oldu. Yan taraftaki stanttan daha ucuz fiyatlar vermeye başladım.
Sonra baktım ki tablo satarsam, Komşu Stant hiç iş yapamayacak. Satmaktan
vazgeçtim. Bu arada kedimiz dahil tüm ailemizin resmedildiği tablo önünde,
bilumum insanla beraber fotoğraf çektirmeye başladık. Anı defterine yazanlar
oldu. “Sevgili Anı Defteri; iyi ki varsın”.”
Hikaye
bu minval üzere gidiyor. Tamamının okunmasını şiddetle öneririm. İnsanı
koleksiyonsal kazadan beladan korur hiç olmazsa.
1990
gibi Yahşi Baraz, Türkiye’de koleksiyoner olmadığından yakınıyordu. 2010’da
durum buralara kadar gelmiş: Bir koleksiyonere yılın koleksiyoneri ödülü bile
verilmiş yani.
Bendeniz
de o sırada nacizane, tezimin konusunu belirliyordum: İlk özel müzenin 2000’den
önce açılmaması gerektiği. Eczacıbaşı Müzesi açıldı, müzecilik ve resim sanatı
açısından, yukarıdaki kadar mizahi durumlar yarattı.
Bunun
böyle olması gerekmiyordu. Türkler rollerini abarttılar yalnızca. Rüyasında
cennete girip, oradan bile kendini kovduran Baba Karamazov ve züccaciye
dükkanındaki fil yavrusu gibi davrandılar bu nazik alete karşı.
Ancak
Merey ailesi, Türkiye açısından epeyi istisna durumlar yaratmış, kendilerini
bilcümle tebrik ederim:
300
adetlik portre ve otoportre sergisi. Ayrıca, o zaman 30 yaşından küçük olan bir
ressama bile, kişisel ve ailesel portrelerini yaptırmışlar. Yağlıboya tablo
geleneğindeki bu, burjuvaların kendi portrelerini yaptırması geleneği, bugüne
kadar epeyi ressamın ekmek ve hatta pasta yemesini sağlamıştır.
Merey
ailesi, bir biçimde mülkiyet ve sanat bilincine haizmiş.
Kabakçı
ailesinin başına ise şunlar gelmiş:
“Bundan
10-15 yıl önce elimde 2 bin resim vardı. Acaba doğru mu alıyorum diye endişeye
kapıldım. 100 yıl sonra torunlarımın benden aptal diye bahsetmesini istemiyorum
çünkü. Avrupa’dan üç ünlü müze müdürünü davet ettim, bir yarışma yaptık.
Sonunda elimdekilerin çoğunun hiçbir sanatsal değeri olmadığı ortaya çıktı. İlk
etapta 1.900’ünü sattım, sonra elek daraldıkça, 54 tane kaldı.”
Söyleşi
2009 tarihli ve rahmetlinin ölmeden önceki son röportajı imiş.
Diğer
tüm koleksiyon alanlarında olduğu gibi, resim alanında da buna panzehir olarak,
Cingıllıoğlu’nun yaptığı gibi, koleksiyonu tümüyle yabancı ressamların
resimlerinden oluşturmak ve onları da yurtdışından temin etmek.
Oluyormuş.
Cingıllıoğlu,
Dünya’nın en önemli 10 koleksiyoneri listesine girmeyi başardı.
Bunun
yanısıra başka koleksiyonlar da var.
Eczacıbaşı,
Kıraç müzelerindeki koleksiyonlar. Kurum koleksiyonları.
Sonuçta,
20-30 dolar milyarderimiz ve 20-30 yağlıboya tablo koleksiyonerimiz olmuş. Fena
bir oran değil gibi.
Sonuçta
siz siz olun, Türkiye’de belki ama Dünya’da asla ve kata yılın koleksiyoneri
seçilmeyin. Maazallah değil 2 bin, 200 bin dandik tablo alıverirsiniz birden.
(30 Mayıs 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder