Tarihte
artı ve eksi yönlü kırınımlar ve artıklar, birbirinden ayrı olarak birikirler.
Genelde
salınımsal olarak aralarında faz farkı vardır, yani artılar çokken eksiler
azdır ve eksiler çokken artılar azdır.
Ancak,
tarihte engizisyon ve rönesansın birarada gözlendiği 11, Yüzyıl Maveraünnehir’i
gibi, kimi zaman hata fonksiyonlarının birikimi düzensizliği ve faz kaydırması,
ikisini eşzamanlı kılabilir ama sonra yine eşzamansızlığa kayış başlar.
Tarih
sikluslarında frekans ve dalga boyları da standart değil zaten.
Eksilerde
ve artılarda ters yöne dönüş için gereken eşik, hem artılar arasında, hem de
tüm dağılımlarda değişebilir, değişti de.
Ara
şerh: Sentetik topolojiyi yaratan da, bu iç-kısa-menzillilik ve
parametrelerarası karşılıklı etkileşimlilik olmakta. İç-kısa-menzillilik, bir
parametrenin, örneğin X’in, belli aralıklarda farklı farklı tanımlanmışlığı
demek olabilir ki bu fonksiyonlar teorisinde de mevcut. Ki bu da, nicel
değişimler kendiliğinden nitel değişimdir, demek.
Bu durum,
ana akımsal / resmi Dünya Sistemi söyleminde, ekonomik, politik, askeri
hegemonluğun aynı devlette eşzamanlı olmaması biçiminde tanımlı ama bu söylemin
günümüz politikasında nerelere varabileceğini görmemişler.
Açımlayalım:
Bir:
ABD, asla ve kata hiç politik hegemon olamadı, çünkü politik sistemi komik.
Kimse onu ciddiye almıyor ama bunu dilegetirmiyor da.
İki:
1992’deki tekkutupluluğun / tek hegemonluğun, 0 hegemona dönüşeceğini kimse
söyleyemedi. Bunun anlamı, hegemonun sürmesi için antiteze gerek duyması.
Vurgularım: Düşman değil, antitez. Zaten, antitezsiz tezlerin çözünmesi üzerine
kayıt da var, kuramsal olarak da (Hegel tipi), pratik olarak da (kendi kendini
çökerten 1500-1600 Portekiz-İspanya = İberya koloniyalizmi).
Üç:
ABD’nin ekonomik 1 no’luğu, 2 dünya savaşı ile AB’nin 3 devini aşırı
borçlandırması ve ardından kendisinin o borç batağında boğulması ile bitti ki
bu da bir kendini bitirme durumu.
Dört:
ABD’nin 1945’ten sonra hiçbir savaşı kazanamadığı hiç hesaba katılmıyor hala.
Beş: ABD,
1971’de Çin’i 3-5 yüzyıllık uykusundan uyandırıp global oyuna soktuğunda, kendi
sonunu getireceğini öngöremedi. Tuhaf olan şey, mümkün olsa SSCB’ye atom
bombası atacak olan Nixon’un, o tarihte daha reel sosyalist olan Çin’i kendi
antitezi olarak ciddiye almaması.
Altı:
19. Yüzyıl’da AB’nin nüfusunun neredeyse % 10’unu göçmen alan ABD’nin, 20.
Yüzyıl’ın ikinci yarısında. 3. ve 4. Dünya ülkelerinden göçmen alarak, hem
göçün askeri, iktisadi, siyasi yıkıcılığını öngörememesi, hem de Avrupa
Birleşik Devletleri niteliğini yitirerek, kendisinin üçüncü-dünyalı’laşması
durumu, henüz parametre sayılmayan bir biçimde, bir hegemonun kendini duble
çökertmesi durumu olmakta.
Dolayısıyla
çıkış:
Dünya
Sistemi, yeniden yeniden yazılmak durumunda.
(12 Mayıs 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder