Tarih ve
gelecek, önceden yazılı bir senaryo veya kader gibi ilerliyor.
Görünen
bu ama olan şu:
İnsanların
orta ve uzun vadede eyledikleri tama yakın olumsuzlukların ve çok-çok az
olumlulukların birikimi buralara getirdi bizi.
Tarihin
ekonomik kümülasyonu sözkonusu değil ama toplu bilisiz politikada kümülasyon sözkonusu,
en azından 50 yıllık vadede.
Fransa’da
sağ-sol ayrımı geçersizleşeli onyıllar oldu ve hatta Çetin Altan bunu yazalı
çook yıllar oldu. Açıklama: Altan, çıplak derili hassaslıkta bir Kafka’esk
değil, oldukça geç politik-intikalli biriydi.
Sonra,
cüzdanı sağdayken vicdanı solda olmaktan, cüzdanı soldayken vicdanı sağda
olmaya gelindi.
Sonra,
sosyalist geçinen emperyalist Fransız öpücüğünün Çad’da ve Suriye’de (yani eski
sömürgelerinde) sivilleri katletmesi geldi.
Sonra,
sosyalist partiye yuvalanmış sağcı truva atı geldi ve bir anda hoppadanak başkan
babaları oluverdi. AB onu kutlarken, o Frexit’ten söz ediverdi ve faşist hanımı
kutlayıverdi ki birlikte el altından da olsa çalışacaklar.
Bunun
sonuçları ne?
En önemli
seçimlere bile, % 50’nin altında katılma ve beyaz oy kullanımı.
Macron,
sivil katliamlarını durduracak mı?
Hayır.
Macron,
göçmenlerin ücretlerini yükseltecek mi?
Hayır:
Fransızlar’ın ücretini düşürüp, onlara yarı ücrete iş alanı açacak yalnızca.
Bizde ne
oldu peki?
Referandum
biteli 22 gün geçti ve partiler ülkeyle değil, iç kavgalarıyla meşgul. İlk kez
4 partinin 4’ü de parçalanma tehlikesi içinde.
Bu,
istikrarsızlık oluşması demek ama biz zaten istikrarda değiliz ki.
Not: 2
kaos dalgası, birbirine uygun hız, frekans ve doğrultuda gelirse, kozmos, yani
düzen demek olabilir sonuç. Tarihte bunu gözledik.
Kaos
dalgalarıyla, ülkesel tür (Fransa, Türkiye) örnekler var elde ve artı 6-7 müstakbel
global kriz var: Su, gıda, ekonomi, iklim, petrol, nüfus, göç.
Açıklama:
Global nüfusun artışının durabileceği sorunken, 1. Dünya için % 20-40’lık 1. ve
2. kuşak göçmen sorunu var. O nedenle göç ve nüfus 2 ayrı sorun olmakta.
Ancak tersine
bakarsak, bu yanılmış devletlerin, son 50 yılda da zaten böyle olduğunu
görebiliriz: ABD, 1945’ten sonra hiçbir savaşı kazanamadı. 2. Dünya Savaşı’nı
da birbirini yok eden Alman ve İngiliz yapımı atom bombalarıyla kazandı: Kendi
kazanmadı yani.
AB için,
eski sömürgelilerin yeni göççü olması açmazı var. ABD için, YMCA / AB kökenli
göçmen yerine, Dünya’nın tüm karakafalıları birleşin, kentlerde yağmalık mal
çok, hepsi sizin, türü göç var artık.
Eski zenciler
yeni zencileri ezse de, YMCA-Klu Klux Klan Nixon’u ile şopar Obama farkını ve
benzerliklerini yaşadık bitti çoktan.
Eskiden köle
isyanları vardı, şimdi eski sömürgelerdeki eski kölelerin torunlarını
torunlarının gelip, başkenti istila, talan ve yağma etmesi var (bakınız tarihteki
benzer Roma ve İstanbul olguları). Berlin % 20, Londra % 30, Paris % 40 yabancı
dolu. Korkak Almanlar, Türkler’i saymaya kalkamıyor bile, çünkü 4 yerine, 8
milyon kişi çıkacak sonuç.
Böylelikle
tarihin derslerine geliyoruz:
Roma da
böyle battı, koskoca Britanya İmparatorluğu da.
Tarihteki
diğer 13 çöküşte de zenginler, mallarının hiç bitmeyeceğini sanıyorlardı, şimdi
de öyle sanıyorlar. Beyaz Rus oligarklarını devrim sırasında şişe geçiren
Ruslar, şimdilerde yine hiç iflas etmeyeceği sanılan oligarklara boğulmuş
durumdalar.
Geçmişte
Moğollar veya Partlar gibi, çevredeki süper güçlerin batışıyla yükselen güçler
vardı ama şimdi Brezilya, Meksika, Nijerya, Hindistan öyle değil ve Çin yolun
sonuna geldi.
Geçmişte
paranın ve kentin silindiği zamanlar vardı. İstanbul 1912 salgınında 1
milyondan 100 bine düşmüştü nüfus olarak.
7
milyarın 3’ü kendini besler ama kentli 4 milyarı değil: Yamyamlık tezimiz
buradan kaynaklı.
Tarih
çökebilir ama bilim ona koşut gitmeyebilir.
Eratosthenes
MÖ 200, Sokrat, Platon, Aristo, İskender’den sonra vardı.
Nazi Almanya’sında
çatır çatır bilim vardı. Orada ve o zamanda elde edilen bilgileri hala
kullanıyoruz, Sobotta Atlası olarak.
Ekonomik,
politik, askeri hegemonlar batabilir. Batsın.
Arzumuz;
bilimin, sanatın, düşünün maksimum % 50’sinin silinmesi. (Teknolojik gerileme
ve osilasyon da, tarihsel hesap dahilinde.)
Tarihsel
kaygımız da budur zaten.
(8 Mayıs 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder