Bravo
yazara. Ekonomik analiz böyle, istatiklerle ve sistematik olarak yapılır:
Finans, sanayi, perakende: Ekonominin lokomotiflerinden 3’ü. (Turizm ve inşaat
dingildiyor ama o başlıklar çok kişi tarafından kezlerce yazıldı.)
O
nedenle biz, sırayı biraz bozup, yazarı en çok eleştireceğimiz başlıktan konuya
gireceğiz, perakendeden:
“Beklenen
gelişme: Vatandaş krizde ayakta kalmanın yolunu BİM, Şok'a yüklenmekte bulmuş.
Bunun sonucunda Şok’un cirosu Nisan, Mayıs, Haziran döneminde geçen yıla göre
yüzde 38 artmış. Enflasyon bu dönemde yüzde 16 civarında olduğuna göre, Şok'un
krizin ortasında reel olarak yüzde 22 büyüdüğünü söyleyebiliriz. BİM’de de
durum farklı değil. Nisan-Mayıs-Haziran’da BİM’in cirosu bir önceki yıla göre
31 artmış.
Maşallah
mı desek, ne desek… Türkiye’de ucuz segmente oynayanlar her zaman kazanıyor.
İstanbul’da 2-3 liraya bir tabak yemek satan Balkan Lokantası’nın önünde
öğlenleri uzayıp giden kuyruklar bunun göstergesi değil mi?”
Gayet
açıkseçik bir saptama. Genelde tümüyle haklı ama özelde aksamaları ve
boşlukları var.
Madem ki
ad verilebiliyor, biz de öyle gidelim:
Yeni Şok
demek, eski Migros Şok ve Diasa demek, Koç ve Sabancı demek yani. Şok da Ülker
demek.
Sonra,
Tüsiad gitti, Müsiad gitti, o da gitti, Tümsiad geldi, muhtemelen o da gitti,
demek.
Perakendede
de devran döndü:
Bir:
Bugün Diasa yok ama mini Carrefoursa’lar, ‘koyunun sevmediği ot, burnunun
dibinde biter’ hesabı, tüm Şok’ların burnunun dibinde bitmiş durumda. Fiyat konusunda
kendi markalarıyla, mümin 3’lüye rakip olmuş durumdalar.
İki veya
Bir Bir: Migros Şok’ların ve Diasa’ların satışı, hem batılı kapitalistlere, hem
de doğulu kapitalistlere (yani Ülker’e) yönelik siyasal bir dürtmeyle oldu.
Sonuçta, bugün Yıldız Holding borçlarının yeniden yapılandırılmasını isteyeli
çok oldu. Perakendeden herkesin zarar ettiği zamanlar oldu yani.
Üç veya
Bir İki: Bir’de yazılan şey, Taksim, Harbiye gibi semtlerde geçerli. İstanbul’un
çoğunluğunu oluşturan varoşlarda ve kenar semtlerde, Carrefouresa’nın ve Migros’ların
müşterisi yok, yani yeri yok. Taksim gibi semtlerde Şok’a yüklenilmesinin
nedeniyse, lokanta, kafe türü yerlerin muazzam alışverişi.
Dört: Bu
3’lü mümin marketlerde, sebze meyve fiyatları uçtu gitti, diğer 2 büyüğü geçti
çoktan ama yazıldığı gibi, kenar mahallede onlar yoklar. Mümin kardeşlerimiz
de, mümin marketlerden zorunluca alışveriş ediyorlar, semtlerinden dışarı çıkmadıkları
için de, fiyatları karşılaştırma olanakları yok. Bu arada, semt pazarları her 5
tarafın fiyatlarını da geçerek, ortalığı iyice toza dumana buladı. Türkiye,
Dünya’da gıda fiyatları düşerken, gıda fiyatları yükselen tek ülke oldu belki.
Bu
ayrıntılar dışında yazarın düşüncelerini tümüyle destekliyoruz.
Sonuç:
Türkiye’de tarım bitirilmiş durumda.
+
Gelelim
sanayiye:
“Lakin
kârlılıkta durum farklı. Koç’un kârı Nisan, Mayıs, Haziran’da sadece yüzde 6
artmış. Yani reel olarak daralmış. Yine de fakat, bu rakam aslında bir
düzelmeye işaret ediyor. 2019’un ilk üç
ayında Koç’un net kârı yüzde 32 düşmüştü. Yani ikinci çeyrek kârı aslında biraz
toparlandı. Bunda Koç şirketleri Tüpraş, Yapı Kredi, Aygaz ve Otokar’ın ikinci
çeyrekte beklentilerin üzerinde kâr açıklamalarının payı büyük.”
Bu ‘beklentilerin
üzerinde kar’ kesinkes faaliyet alanı-dışı gelir, yani bildiğimiz borsa fıştığı.
Türkiye’de sanayi şirketlerinin karları, uzun süredir, faaliyet alanı dışından
geliyor ve bu uzun dönemli ve kurumsal bir yara.
Sonuç:
Türkiye’deki sanayi, 60 yıldır montaj sanayisi durumunda.
+
Gelelim
finansa:
“Halkbank,
Nisan, Mayıs, Haziran’da kredilerde acı fren yapmış. Halkbank’ın bilançosundan:
Ocak-Şubat-Mart’ta yüzde 10.7 olan TL kredi büyümesi, seçim bittikten sonra,
yani Nisan, Mayıs, Haziran’da yüzde 1.9’a düşmüş.
İkinci
çeyrekte özel bankaların kârlarında sert düşüşler var: İş Bankası’nın kârı ilk
6 ayda yüzde 27.8, Akbank’ınki yüzde 18.8, Garanti’ninki yüzde 6.9 geriledi.
Batık
kredilerde durum ne? En büyük özel bankanın, İş Bankası’nın takipteki krediler
oranı Nisan, Mayıs, Haziran’da çok hafif artarak yüzde 5.8’e çıktı. Makul bir
oran. Ama asıl haber, “yakın izlemedeki”, yani batığa dönme ihtimali bulunan
kredilerde.
“Grup 2”
olarak adlandırılan bu kredilerin oranı, İş Bankası’nda Nisan, Mayıs,
Haziran’da yüzde 13.5’e dayandı. Bir başka özel bankada, Yapı Kredi’de yüzde
11.2'ye yükseldi.”
Bu, AKP’nin
öncesinden beridir süregelen bir yara. Kurumsal dönüşüm, 36 yıldır (liberalizmin
başladığı 1983’ten beridir) yapılamadı. Bankacılar, yurtdışından ucuza borç
alıp, yurtiçinde çok yüksek faizle kullanıyorlar. Sonra, dolar bir zıplıyor,
bankalar kaput. Yine, öyle olacak ama bakalım ne zaman?
Ancak,
değirmen hala dönüyor ama taşıma suyla, sıcak ve kayıtdışı parayla.
Bu
panorama, işini içine turizm sezonu da girdiği için, Türkiye’nin en az 6 ay
daha dayanabileceğini gösteriyor. Tevekkeli, AKP’nin ipini çekmek için birileri,
hala boş viteste bekliyor:
Doların 7,
avronun 8 yapılabileceği gösterildi. Yine yapılsın, bu kezinde kimse 3 ay daha bile
dayanamaz.
Bunun
tek anlamı şu.
Kapalı
kapılar ardında pazarlıklar sürüyor, AKP ile de, CHP ile de. Dolara kim daha çok faiz verecekse, o
başta olacak.
2021
gibi, diyelim.
Seçimlerin
hiçbir önemi kalmadı, diyelim.
Savaşın
nereye gideceği belli değil, diyelim. (Bu CHP, bu Akar-Fidan ikilisini görevden
alamaz.)
Bir kez
daha piyonlaştık, diyelim.
Bundan
sonrası, Trump seçimi sonrası da
demek, diyelim. (Ancak Putin, 2024’e kadar başta.)
Nokta.
(13 Ağustos 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder