Düzenli
olarak yazdığımız 1984’ten beridir yazarlığımız, ortalama 2,5 sayfalık
metinlere evrildi: Bildiğimiz köşe
yazısı formatına yani.
Matbu
veya sanal olarak yayınlanmış binlerce metnimiz için, yalnızca 2 kere para
alabildik.
Kendimizi
‘freelance’ köşe yazarı sayarız. Bu
durumda, bedavaya yazan ‘freelance’
yazar olmuş oluyoruz.
35
yıldır ‘freelance’in ‘özgür mızrak’
anlamına geldiğini bilmiyorduk. Bizdeki Osmanlı’dan beridirki ‘özgür kalem / kılıç’ yaklaşımı da
oradan geliyor herhalde.
Ancak,
bundan sonrası biraz karışık.
Günümüz
koşullarında ‘freelance’ gazetecilik, epeyi dingildek durumda.
Bir:
Para
konusu: İster kadrolu ol, ister sözleşmeli; ister iktidara yakın ol, ister
muhalefete; bir konuda yazdığında bunun için para alınca, parayı veren kişi,
seni kendi istediği gibi yazmaya yönlendirir. Senden hiçbir talepte
bulunmuyorsa, sen zaten onların çıkarlarına göre yazıyorsundur: ‘Kullanışlı
aptal’ terimi, bunun için icat edilmiş.
İki:
‘Freelance’,
Orta Çağ’da ‘serbest çalışan paralı
asker’ demek imiş. Bugünün lejyonerleri
gibi yani ki zaten o da ‘Roma paralı
askeri’ demek. Japonca’da (bir ‘shogun’e
bağlı olmayan) sahipsiz savaşçılar
için kullanılan, ‘yojimbo’ ve ‘ronin’ sözcükleri var ve ikisi de
olumsuz anlam içeriyor. Yani Doğu, bu konuda Batı’dan farklı düşünüyor. Bu da,
Batı’yı konunun birinci maddesine doğrudan bağlıyor: Efendinin kim olduğunu
seçmek veya seçmemek, senin efendi
kölesi olduğun durumunu değiştirmiyor. Bu, Batı’nın tüm ‘freelance’
yazarları için geçerli, özellikle de savaş muhabirleri için.
Gelelim
bu konuda alaturka bir ‘freelance’
ne demiş’e:
“ ‘Freelance’
türü esnek gazetecilik, az da olsa bazılarının tercihi. Kendince sebepleri var.
Özgürsün. İstediğin habere koşuyor, istediğin saatte başlıyor, istediğin kadar
çalışıyorsun.
Müdür
yok, amir yok, patron yok.
Haberine
karışan yok, mobbing yok.
Atlatma
haber yakalarsan, ya da dolarla çalışan yer bulursan, epey para kazanabilirsin.”
Bunların
hiçbiri geçerli değil, özellikle de ‘Aydınlık’
yayın çizgisi için. Demek ki bu arkadaş, kendine
dezenformasyon yapıyor.
Yazısı
şöyle bitiyor:
“Özgür
mızrak, yalnız olmamalı.”
Ne
diyeyim ki?
Arkadaş
yanlışlıkla sürüden ayrılmış, bir tarafını kurda kaptırmış, şimdi de dert
yanıyor.
Doğrusu /
geçerlisi şunlar olmakta:
Yazar zaten
yalnızdır.
Satılmayan
biri, yazar olsa da olmasa da, yalnızdır.
Haber,
yalnızken yakalanır ve yazılır, yoksa konuyu kaptırırsın. Bu, en çok savaş
muhabirleri için geçerlidir. Yaşar Kemal, zamanında birilerinin röportajlarını veya
öykülerini apartmaya bayılırmış (bakınız Fikret Otyam).
O
nedenle, bir ‘freelance’in bile, suda olduğunu bilmeyen balık, gibi olması çok
tuhaf.
Bizim
öz-çözümümüz şu:
Son 15
yıldır internete binlerce köşe yazısı türü metin koyduk. Zaman zaman
yazılarımızın doğrudan çalındığını gördük. Zaman zaman en sapa
düşüncelerimizin, iktidar veya muhalefet odakları tarafından sahiplenildiğini
gördük.
Olsun.
O
düşüncelerin altında bizim imzamız olsa, kimse ikna olmaz: Adın çıkacağına
canın çıksın, durum var çünkü.
Olsun.
Para
vermiyorlasa, biz de düşüncelerimizi (insanlığa değil) geleceğe bağışlarız.
Mülkten
ve paradan özgürleşir, aç aç ölürüz, ne var yani bunda?
Tüm
yazın tarihi, zaten böylesi örneklerle dolu değil mi?
(3 Ağustos 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder