Çarşamba, Ekim 16, 2019

Milliyetçilik çalışmalarının cevabını aradığı soru: Vatan uğruna can vermek


Önnot: Konuyu, 20 yıl bizzat askerden ve savaştan kaçmış biri olarak yazıyoruz.
Alıntı:
“Araştırmacı Kaya: Neden bir insan millet denen hayali bir şey için canını verir? Bu, milliyetçilik çalışmalarının cevabını aradığı, kısmen bulduğu, çok net 'şu yüzden' diyemediği bir soru.
“Bizi yanıltmalarına izin vermemeliyiz. Kendimizi kandırmayalım. Bugün herhangi uzak bir ülkedeki egzotik bir savaş, sözgelimi Polinezya adalarında ya da Afrika’nın herhangi bir köşesindeki bir savaş için bile gönüllü aransa, binlerce, yüzbinlerce kişi, niçin olduğunu bilmeden, yalnızca kendinden ya da hoşnut olmadığı yaşam koşullarından kaçmak için oralara koşar. Ben savaşa karşı inançlı bir direniş olasılığını sıfır olarak görüyorum. Bireyin bir organizasyona karşı gelmesi, kendini bırakıp onunla sürüklenip gitmesinden çok daha fazla cesaret gerektirir, bireysel cesaret diyebileceğimiz bu nitelik, zamanımızın gelişmiş organizasyonları ve mekanizasyonu karşısında tamamen ölüp gidiyor.””
Eğer, soruları yanıtlanabilir olarak düzenlersen, yanıt kendini verir sana.
Öncelikle:
Allah, baba ve devlet, sana ölmeni emrediyor. Kaçabileceğin çok az olanak var. Kaçma olanağı da kafana girmiyor zaten. Gidersin, şanslıysa sağ kalırsın, şanssızsan ölürsün. 36 yıldır böyle oldu.
Onun dışında da, Kore’de bile 5 bin TC askeri öldü. Baskı o kadar yoğun çünkü.
Şunu anımsıyorum:
1980 ertesinde epeyi eski ilerici, Afganistan’da veya Nikaragua’da savaşmak istemişti. Lübnan’da savaşıp ölen, epeyi Türk devrimcisi de var.
Bunun nedeni, çaresizlik.
Buradan şuna geçiyoruz.
Sana ölümden önce bir yaşam verilmiyor veya verilen yaşam formu rezalet.
Şerh: Bu, şimdiki neo-nihilist z kuşağı için, fazlasıyla geçerli. Savaşa gidemeyenler, uyuşturucuya gidiyorlar.
Bu, kaçmak isteyip de, kaçamayanlar durumu.
Bir de, kooperasyon / kolloborasyon durumunda, yani vatan millet Sakarya söyleminden dolayı, ölüme gitmek var.
Bu, Türkiye için fazlasıyla geçerli. TBMM yakınlarının hemen hiçbirisi savaş alanında ölmezken, epeyi Mehmetçk Mehmet savaş alanında şehit oldu.
Metinde, milliyetçilik ele alınmış ama asıl cihad, şehadet, yani engizisyon bölümü, biraz pas geçilmiş gibi.
G-7 ülkeleri, İslam ülkeleri üzerinden, Dünya’ya yeni milliyetçilikler ve yeni şeriatçılıklar hediye etti. 11 Eylül 2001 sonrasıki süreç bu.
+
“Sosyal medyada “Milliyetçilik, ırkçılık hastalıktır” gibi tanımlara çok sık rastlıyorum. Bu tanımlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değildir. Ne milliyetçilik, ne ırkçılık hastalıktır. Hastalık dediğinizde, bunu siyasetin, ideolojinin, sosyal bilimin vs. dışına çıkarıp yalnızca tıbbın konusu haline getirmiş olursunuz. Tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak görmek, milliyetçiliği ve ırkçılığı masumlaştıran, meşrulaştıran bir tanımlama. “Tedavi edilirse düzelir.” Hayır, öyle değil. Ancak ideolojik ve siyasal mücadele ile, ırkçılık ve milliyetçiliği ortadan kaldırabilirsiniz.”
Şerh: Kültürel hastalık demek mümkün. Bunu kültür üzerinden iyleştirmek de mümkün. İlla ki idelojik veya politik anlamda değil, sosyal psikoloji kullanımıyla, telkinle düzeltmek de mümkün. Çünkü, sosyal medyaadki söylemler aşırı abartılı. Yine sosyal medya üzerinden, bunu seyreltmek mümkün örneğin.
Faşizmi ve engizisyonu, hastalık olarak görmenin, onları meşrulaştırdığı tanımı, biraz havada. Çünkü, tarihte insanın insanı öldürmesinin temel 2 nedeni bunlar.
Ya da:
Maddi nedenli savaşların görünürdeki manevi dayanakları onlar.
Sonuçta, hem kendi ülkesi için, hem de başka ülkeler için paralı askerlik de var örneğin.
Asıl sorunumuz şu:
İster hastalık, ister dekadans densin, milliyetçilik ve şeriatçılık, insan kültürünün ve tarihinin en berbat öğeleri değiller. Aile, bunlardan daha berbat ki askerlik konusu, aile-içi bir mahalle baskısı konusu.
+
“Buna verilen cevaplar var. Psikanaliz de yanıtlar veriyor, sosyoloji de veriyor. Dini tarafı var. Nasıl olabilir bir insan bu kadar güçlü bir şekilde bunu nasıl hissedebilir, canını verme noktasına nasıl gelebilir? Bir anda nasıl bu kadar milliyetçileşebiliyor. Son operasyonda gördük; bir sosyal demokrat, AKP’ye muhalif olan birisi nasıl bir anda en önde savaş bayraktarlığı yapan kişi haline gelebilir? Bu, milliyetçilik çalışmalarının cevabını aradığı, kısmen bulduğu ama çok net "şu yüzden" diyemediği bir soru. Herkeste biraz milliyetçilik var. Benim de mesela Kürtlüğüme dair tam olarak açıklayamadığım bir takım duygular var. Türkiyeli bir Kürt’üm ve örneğin İran’ın Urmiye şehrinde yaşayan Kürt ile empati kuruyorum, hayatım boyunca görmediğim bir coğrafya ile kendimi özdeşleştiriyorum. Bunun elbette cevapları var; ulus devlet mantığı, dil ve tarih birliğinin kurulması gibi ama bana hala tam olarak anlaşılmaz geliyor bu durum.”
Bu, bir kültürel kimlik durumu.
Tüm kimlikler faşistçe. Mahalle baskısını eçip, ölümüne emirli olmuş / kılınmış bir baskı bu. Ya ülken için öl, ya da biz seni asarız, durumu. Bu; faşist İtalya için de böyle, reel sosyalist SSCB için de böyle. İdam cezası kalkmış gibi görünse de, TC için de hala böyle.
Köşe yazarı, kültürel kimliğinden özgürleşemediğini yazdığında, kendi düşünce bitişini de imzalamış oluyor.
Bundan sonrasında, susuluyor.
(16 Ekim 2019)


Hiç yorum yok: