Önnot:
Konuyu, 20 yıl bizzat askerden ve savaştan kaçmış biri olarak yazıyoruz.
Alıntı:
“Araştırmacı
Kaya: Neden bir insan millet denen hayali bir şey için canını verir? Bu,
milliyetçilik çalışmalarının cevabını aradığı, kısmen bulduğu, çok net 'şu
yüzden' diyemediği bir soru.
“Bizi
yanıltmalarına izin vermemeliyiz. Kendimizi kandırmayalım. Bugün herhangi uzak
bir ülkedeki egzotik bir savaş, sözgelimi Polinezya adalarında ya da Afrika’nın
herhangi bir köşesindeki bir savaş için bile gönüllü aransa, binlerce,
yüzbinlerce kişi, niçin olduğunu bilmeden, yalnızca kendinden ya da hoşnut
olmadığı yaşam koşullarından kaçmak için oralara koşar. Ben savaşa karşı
inançlı bir direniş olasılığını sıfır olarak görüyorum. Bireyin bir
organizasyona karşı gelmesi, kendini bırakıp onunla sürüklenip gitmesinden çok
daha fazla cesaret gerektirir, bireysel cesaret diyebileceğimiz bu nitelik,
zamanımızın gelişmiş organizasyonları ve mekanizasyonu karşısında tamamen ölüp
gidiyor.””
Eğer,
soruları yanıtlanabilir olarak düzenlersen, yanıt kendini verir sana.
Öncelikle:
Allah,
baba ve devlet, sana ölmeni emrediyor. Kaçabileceğin çok az olanak var. Kaçma
olanağı da kafana girmiyor zaten. Gidersin, şanslıysa sağ kalırsın, şanssızsan
ölürsün. 36 yıldır böyle oldu.
Onun
dışında da, Kore’de bile 5 bin TC askeri öldü. Baskı o kadar yoğun çünkü.
Şunu
anımsıyorum:
1980
ertesinde epeyi eski ilerici, Afganistan’da veya Nikaragua’da savaşmak
istemişti. Lübnan’da savaşıp ölen, epeyi Türk devrimcisi de var.
Bunun
nedeni, çaresizlik.
Buradan
şuna geçiyoruz.
Sana
ölümden önce bir yaşam verilmiyor veya verilen yaşam formu rezalet.
Şerh:
Bu, şimdiki neo-nihilist z kuşağı için, fazlasıyla geçerli. Savaşa gidemeyenler,
uyuşturucuya gidiyorlar.
Bu,
kaçmak isteyip de, kaçamayanlar durumu.
Bir de,
kooperasyon / kolloborasyon durumunda, yani vatan millet Sakarya söyleminden
dolayı, ölüme gitmek var.
Bu,
Türkiye için fazlasıyla geçerli. TBMM yakınlarının hemen hiçbirisi savaş
alanında ölmezken, epeyi Mehmetçk Mehmet savaş alanında şehit oldu.
Metinde,
milliyetçilik ele alınmış ama asıl cihad, şehadet, yani engizisyon bölümü,
biraz pas geçilmiş gibi.
G-7
ülkeleri, İslam ülkeleri üzerinden, Dünya’ya yeni milliyetçilikler ve yeni
şeriatçılıklar hediye etti. 11 Eylül 2001 sonrasıki süreç bu.
+
“Sosyal
medyada “Milliyetçilik, ırkçılık hastalıktır” gibi tanımlara çok sık
rastlıyorum. Bu tanımlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değildir.
Ne milliyetçilik, ne ırkçılık hastalıktır. Hastalık dediğinizde, bunu
siyasetin, ideolojinin, sosyal bilimin vs. dışına çıkarıp yalnızca tıbbın
konusu haline getirmiş olursunuz. Tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak
görmek, milliyetçiliği ve ırkçılığı masumlaştıran, meşrulaştıran bir tanımlama.
“Tedavi edilirse düzelir.” Hayır, öyle değil. Ancak ideolojik ve siyasal
mücadele ile, ırkçılık ve milliyetçiliği ortadan kaldırabilirsiniz.”
Şerh:
Kültürel hastalık demek mümkün. Bunu kültür üzerinden iyleştirmek de mümkün.
İlla ki idelojik veya politik anlamda değil, sosyal psikoloji kullanımıyla,
telkinle düzeltmek de mümkün. Çünkü, sosyal medyaadki söylemler aşırı abartılı.
Yine sosyal medya üzerinden, bunu seyreltmek mümkün örneğin.
Faşizmi
ve engizisyonu, hastalık olarak görmenin, onları meşrulaştırdığı tanımı, biraz
havada. Çünkü, tarihte insanın insanı öldürmesinin temel 2 nedeni bunlar.
Ya da:
Maddi nedenli savaşların
görünürdeki manevi dayanakları
onlar.
Sonuçta,
hem kendi ülkesi için, hem de başka ülkeler için paralı askerlik de var
örneğin.
Asıl sorunumuz
şu:
İster hastalık,
ister dekadans densin, milliyetçilik ve şeriatçılık, insan kültürünün ve tarihinin
en berbat öğeleri değiller. Aile, bunlardan daha berbat ki askerlik konusu, aile-içi bir mahalle baskısı konusu.
+
“Buna
verilen cevaplar var. Psikanaliz de yanıtlar veriyor, sosyoloji de veriyor.
Dini tarafı var. Nasıl olabilir bir insan bu kadar güçlü bir şekilde bunu nasıl
hissedebilir, canını verme noktasına nasıl gelebilir? Bir anda nasıl bu kadar
milliyetçileşebiliyor. Son operasyonda gördük; bir sosyal demokrat, AKP’ye
muhalif olan birisi nasıl bir anda en önde savaş bayraktarlığı yapan kişi
haline gelebilir? Bu, milliyetçilik çalışmalarının cevabını aradığı, kısmen
bulduğu ama çok net "şu yüzden" diyemediği bir soru. Herkeste biraz
milliyetçilik var. Benim de mesela Kürtlüğüme dair tam olarak açıklayamadığım
bir takım duygular var. Türkiyeli bir Kürt’üm ve örneğin İran’ın Urmiye şehrinde
yaşayan Kürt ile empati kuruyorum, hayatım boyunca görmediğim bir coğrafya ile
kendimi özdeşleştiriyorum. Bunun elbette cevapları var; ulus devlet mantığı,
dil ve tarih birliğinin kurulması gibi ama bana hala tam olarak anlaşılmaz
geliyor bu durum.”
Bu, bir
kültürel kimlik durumu.
Tüm
kimlikler faşistçe. Mahalle baskısını eçip, ölümüne emirli olmuş / kılınmış bir
baskı bu. Ya ülken için öl, ya da biz seni asarız, durumu. Bu; faşist İtalya
için de böyle, reel sosyalist SSCB için de böyle. İdam cezası kalkmış gibi
görünse de, TC için de hala böyle.
Köşe
yazarı, kültürel kimliğinden özgürleşemediğini yazdığında, kendi düşünce
bitişini de imzalamış oluyor.
Bundan sonrasında,
susuluyor.
(16 Ekim 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder