Bir
alıntı:
“Esad,
köyü su altında kalan dört bine yakın Arap aileyi alıp Serêkanî ve Derik
arasındaki Kürt bölgesine, Türkiye-Suriye sınır boyunca yerleştiriyor. O meşhur
“Arap Kemeri” politikası bu işte. Burada her Kürt köyünün arasına bir Arap köyü
yerleştiriliyor. Her bir aileye 200 dönüme yakın arazi veriliyor. Türkçede
“yağmur” kelimesinin kökü olan ğamır, Arapça’da taşmak, taşan demek. Buralara
iskan edilen Arap köylülere “Ğamır”, yani köyleri su altında kalıp “taşmış”
köylüler deniyor. Neticede baba Esad, Ğamır Köylüleri aracılığıyla Cezire
bölgesindeki Kürt nüfusu seyrelttiği gibi, Türkiye’nin güneyindeki Kürtlerle
Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler arasına Arap nüfustan oluşan bir tampon
oluşturuyor. Esad rejiminin bu köylere verdiği isimler ise çok dikkat çekici.
İsrail’in
Filistin’de işgal ettiği köylerin isimleri veriliyor! Buradaki Arap ahali de,
bir nevi rejimin askeri gibi aslında. Bugüne kadar Kürtler’le aralarında büyük
bir husumet var, çünkü onların topraklarına yerleştirilmişler.”
İşte
bilgi bu olmakta.
Yapılan
rasyonel.
Ayrıntı
ilginç ama. 2 Kürt köyü arasına 1 Arap köyü. Kemer bu değil ama. Kemer sürekli
olur.
Bu,
Osmanlı’nın zorunlu iskandaki çizgisi. Asla ve kata aynı etnideki veya dindeki
2 gruba yanyana 2 köy kurmuyor. Sonuç da, dipdibe köyler. Birbirini gören ve birbirinden
nefret eden köyler.
Esad, Filistin’in
intikamını alıyor ama Kürtler’i Musevi yerine koyuyor böylelikle. Bu arada Esad
Nusayri (Arap Alevisi), Kürtler Sünni.
Sivil-asker-milis
konusu da ilginç.
Ama
durum böyle anlatılınca, gayet anlaşılır.
+
Soçi
mutabakatı:
“Soçi
mutabakatı, 2012 sonrasında Suriye Kürtlerinin PYD öncülüğünde kendi
kendilerini yönetme iddiası ve sonrasındaki kurumsallaşma sürecindeki önemli
bir fasıldır. Kesinlikle son fasıl değil, ama çok önemli bir mihenk taşı. Bir
kere bu mutabakatın Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye’nin topraklarının
yaklaşık üçte birine denk düşen alan hakimiyetini, Rakka, Deyrezor ve diğer
bölgelerde tek yöneten olma iddiasını zedelediği kesin.”
Kürtler
ve Kobani, Bağdadi kozuyla son ataklarını yaptı. Sonucu göreceğiz.
ABD’ye
güvenenlerin sonunu biliyoruz ama.
+
TC ve
SDG:
“Türkiye
9 Ekim’de başlayan bu savaşla bir taraftan SDG özerk idaresini politik, idari
ve askeri olarak yok etmeyi ve bir taraftan da Kürtler’in bugün ve geleceğe
dair hissettikleri güç ve umudu zedelemeyi amaçlıyordu. Tüm süreç ve Soçi anlaşmasıyla
Türkiye’nin bu amaçlarını tamamen değil, ama bir ölçüye kadar
gerçekleştirdiğini iddia edebiliriz.”
Gözden
kaçıyor;
ABD ve
Rusya, Türkiye’nin Suriye’deki kalıcılığını şimdilik kabul etti. Yani bu,
yalnzca başlangıç.
+
Kürtler
ve Suriye:
“Peki
Kürtlerin Şam’la yaptığı anlaşmanın bir hükmü kalmadı mı?
Soçi
mutabakatı, SDG’nin savaşın dördüncü gününde Esad rejimiyle anlaşarak, sınırın
güvenliği için müşterek güvenlik hattı kurma planını da görünürde
geçersizleştirdi.”
Burası
muallak. Suriye ve Kürtler tarafı, birbirlerine karşı güvensiz. Asgari müşterek
bulurlarsa, durum değişir. IŞİD’un bitmesi ortak minimumlardan biriydi örneğin.
+
Ara-pratik
hukuk çözümü:
“SDG ve
Esad rejimi arasında iki yetki alanına bölünmüş olan Haseke’den bir boşanma
davası örneği vereyim. SDG bölgesinde yaşayan ve şiddetli geçimsizliğin olduğu,
iki çocuklu Süryani bir çift vardı. Kadın kavgadan sonra kalkıp Kamışlo’daki
ailesinin yanına gidiyor, baba da iki çocuğu kaçırıp Haseke’de, rejim kontrolü
altındaki bölgeye taşınıyor. Çocuklarını yanına almak isteyen kadın SDG aile
mahkemesine ve oradaki “Mala Jin” (Kadın Evi) kurumuna başvuruyor. SDG damgalı
başvuru evrakları, rejim kontrolündeki bölgenin aile mahkemesine gittiğinde,
“bu kâğıtlar geçersiz, biz o yetkiliyi tanımıyoruz” filan denmiyor, geçerli ve
otoritesi olan belgeler olarak kabul ediliyor. Çünkü buralarda ikili bir
yönetim var, resmi olarak tanınmamış olsa bile, pratikte birbirlerini tanıyarak,
gündelik hayatın devamının mümkün kılıyorlar. İkili yönetimlerin kanunları
arasında uyumu sağlayacak düzenlemeler yapılmış.”
Bu,
fiili bir durum.
Yerel,
ulusal ve uluslararası hukuk geçerliliği tartışmalı.
Dendiği
gibi, pratik çözüm yani ama bu ileride ters sonuçlar yaratabilir.
+
Suriye’nin
gidişi:
“Suriye’de
yeni anayasa görüşmeleri yapılıyor mu?
Türkiye’nin
müdahalesinden önce, Rusya sponsorluğunda Şam’da 2 Ekim’de anayasa görüşmeleri
yapılmıştı. Bu görüşmelere SDG’nin Arap eş başkanı da katılmıştı.
Neden
Kürt eş başkan yoktu?
Muhtemelen
Türkiye’nin baskıları yüzünden.”
Başkan
nedenler de olabilir.
Esed ve
Kobani birbirine güvenmiyor, o kesin.
Suriye,
Kürtler’in yapmış olduğu şeyleri hiç onaylamadı, o da kesin.
+
2011
öncesinde Suriye’de Kürtler:
“Suriye’de
2011 öncesi Kürtler açısından nasıl bir çağdı?
2011
öncesi Suriye’sinde siyaset alanı Esad ailesinin özel mülküydü. Hak ve özgürlük
talepleri şiddetle bastırılıyordu. Ama Kürtler, diğer tüm toplumsal kesimler ve
dini gruplardan daha fazla eziliyorlardı. Kimliksizlik, bunun sadece bir
boyutuydu. Ama Mart 2011’de rejim karşıtı ayaklanma başladıktan bir ay sonra,
Nisan ayında Esad, kimliksiz Kürtlerin kimliklerini iade etti. Kürtleri bu
şekilde yanına çekeceğini hesaplıyordu. Ama Kürtler de cevap olarak, “bize bir
şey vermiyorsun, bizden gasp ettiğini bize iade ediyorsun” dediler.”
Oradan
buraya gelinmiş yani.
Ek:
Türkiye’ye göçen Suriyeliler’in önemli bir bölümünün kimliksiz-haymatlos olması
olasılığı var.
+
Suriye’deki
diğer azınlıklar:
“1962’deki
sayında Ermeni ve Süryanilerden de vatandaşlığı alınanlar oluyor.”
Dediğimiz
doğrulanıyor.
+
Arap
Kemeri projesi:
“Türkiye’deki
Suriyeli mültecilerin bu bölgeye yerleştirilmesi projesinin sonuçları ne olur?
Türkiye,
bu şekilde hem içeride, mültecilerden kaynaklı tansiyonu azaltacağını, hem de
oradaki Kürt nüfusu seyrelteceğini düşünüyor. Bu, bir nevi Hafız Esad’ın Arap
Kemeri’ni genişletmek. Fakat o bölgeye ikinci bir iskan politikası, zaten çok
gergin olan Arap-Kürt ilişkilerinin içine mayın döşemek anlamına gelecektir.”
Türkiye’nin
de, Suriye’nin de istediği bu.
2 düşman
ülkeden 2 dost ülke durumuna geçebilirler yani.
(27 Ekim 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder