Devletlerin
başarısı için birçok terim var. Bir de 12 maddelik ve 10 üzerinden puanlı,
uluslararası bir kriterlendirme listesi:
“Social
indicators:
Demographic
pressures
Refugees
or internally displaced persons
Group
grievance
Human
flight and brain drain
*
Economic
indicators:
Uneven
economic development
Poverty
and economic decline
*
Political
and military indicators:
State
legitimacy
Public
services
Human
rights and rule of law
Security
apparatus
Factionalized
elites
External
intervention”
Toplumsal
ölçütlerde dinsel veya etnik uyuşmazlık, iktisadi ölçütlerde global ekonomik
kriz, askeri ölçütlerde iç veya dış savaş da olabilirmiş listede. Yani devletlilik kavramsal çerçevesi, zaman
ve mekan içinde değişebilir bizce.
+
Lübnan,
120 üzerinden 85 alarak, en yüksek riskli devlet sıralamasında, 44. sırada yer
alımş.
Karşılaştırma
için Türkiye aynı listede, 80,3 ile 59. sırada.
Listede
178 ülke var, ve 60 / 120 = % 50 olumlu puan alabilenlerin sayısı, 59 yalnızca.
+
Lübnan’ı
Türk bir köşe yazarı anlatmış:
“Lübnan,
15 kanlı yılın ardından, 1990’da biten iç savaşın yaralarını hâlâ saramamış bir
ülke.
Savaş
çok dinli, çok mezhepli, çok kültürlü ülkede altyapı, tarihsel doku, sanatsal
birikim gibi, toplumsal yapıyı da harap etmiş. Kimi yerlerde birbirine birkaç
metre mesafedeki cephelerde yıllarca savaşan Lübnanlılar, savaşı bitirecek her
çözüme sarılır hale gelmiş.”
Burada
tuhaf olan şey, Türkiye’nin 36 yıllık iç savaş ve 100 bin ölünün ardından hala savaştan kaçar olmaması. Yani, aynı
coğrafyada yer alsalar bile, ülkelerin ve halkların toplumsal / kültürel eğilimleri farklı olabiliyor.
Daha da
berbatı, liberalizm üzerinden gidilirse, bundan 15-20 yıl önce İstanbul bile
isteye, artık işlevini yitirmiş Beyrut’un yerine geçirilmek istendi ve buna
başlandı. Bugünkü İstanbul’un çığırından
çıkmış uluslararasılığı, Lübnan’ın mirası yani. Ve bu isteyerek oldu, para
için oldu ama parasal zarar daha fazla.
+
“Mezhep
esaslı anayasa ve devlet idaresi kanı durdurdu, savaş yıllarına nispeten bir
istikrar da getirdi, ancak Lübnan’ın geleceğini de ipotek altına aldı.”
Evet,
savaş durdurulabilir ama bununla birlikte çözümlü barış da durdurulabilir, daha
doğrusu barış çözümü durdurabilir. Bunun başka bir versiyonunu AB, 75 yıldır
yaşıyor: Barışsız bir barış. Ya da 450 yıllık lanetin ve mirasın devamı.
+
“Lübnanlılar
savaş yıllarında kamuflaj kıyafetlerle gördükleri simaları, takım elbiseler
içinde karşısında buldu.”
Evet,
çünkü kadrolar değişmez veya yavaş kurulur.
Çeka KGB
olur, Teşkilat-ı Mahssa MİT olur, vb, vd.
+
“Mezhep
esaslı anayasa, cumhurbaşkanının Hristiyan Maruni, başbakanın Müslüman Sünni,
meclis başkanının Müslüman Şii olmasını öngörüyor. Bu durum kamu kurumlarından
orduya, bankalardan okullara her yerde geçerli. Mezhepçi anayasa, ülkenin
baştan sona din ve mezheplere göre düzenlenmesine ve kansız bir şekilde
bölünmesine yol açtı.”
Sorun,
bu devlet dilimlenmesinin, adil ve taraflarca kabul edilebilir olmasında.
Bizdeki
Sünni dışlayıcılığı türü eğilimler, çözümsüzlük yaratıyor. O zaman da baskı
artıyor.
+
“Bu
durum, Lübnanlılık üst kimliğinin oluşturulamamasına yol açtı.”
İşte bu.
Ulus-devlet,
ilan edildiği 1793’ten beridir
işlemedi ama bu geçerlilik-gerçek hep inkar edildi.
Örneğin,
ABD kendine ulus ve/ya ulus-devlet diyor ama bir ABD’lilik yok, nüfusun en az %
30’u için yok. ABD’li olmanın hiçbir ortak paydası yok çünkü. Nerede çokluk,
orada b.kluk çünkü.
+
“Siyasi
krizlerin de günlük rutin haline geldiği Lübnan’da, 27 aydır cumhurbaşkanı
seçilemediği, neredeyse 1 yıldır hükümet kurulamadığı, hükümet ortaklarından
birinin ‘istifa’ imasının bile, deprem etkisi yaptığı düşünüldüğünde, ülkenin
ne kadar kırılgan olduğu anlaşılabilir.”
Kırılgan
değil, kaoslu.
Bu
durumda, devlet hizmetlerini vermez duruma gelir. Rüşvet alır başını gider.
Diğer
bir deyişle:
Eğer
devlet, kendi altyapısını ve sokağını izlemezse, oralarda feçes birikir. Bu da,
sistemi zehirler. Yani, bunun için illa ki savaş gerekmiyor. Uzun süreli barışta
da böyle olabiliyor.
Bir tür devlet-içi oto-kontrol mekanizmaları bütünü gerekli.
Şerh:
Devlet karşıtı bir anarşist olarak, işleyen ve/ya işletebilen devlet modelleri
tasarlamamız, ironinin ötesinde bir moment. Ancak, devletsizliği savunmak,
devletsizliği ilk önce görenlerden / algılayanlardan biri olmak demek. Ondan sonraki
seçim, çözüm arayışı olabilir veya bırak dağınık kalsın, çıkarımızadır,
olabilir. Biz, beyin fırtınası yapıp, olası çözümleri düşünmek yanlısıyız.
+
“Ekonomi
çark artık dönmeyecek hale gelince, ülkeyi yönetenler harekete geçti. Adını,
Lübnan bayrağının sembolü olan ve geçtiğimiz günlerde önemli bir bölümü yanan
sedir ormanlarından alan bir dizi konferans yapıldı. Birçok ülkenin ve
uluslararası para kuruluşunun katıldığı toplantılarda, Lübnan’a 10 milyar
dolardan fazla düşük faizli kredi vaadi verildi. Ancak kredilerin serbest
bırakılması için Lübnanlı yetkililerin elektrik, su, altyapı, sağlık gibi kamu
hizmetleri dahil, acil sorunlara ilişkin projeler hazırlaması gerekiyor.”
İşte bu,
global ve ulusal kısırdöngü demek.
Uzaktan veya
masabaşından Dünya ve ülke yönetilmiyor,
devlet ancak alanda ve alan içinde yönetilebilir.
Not:
Lübnan, tarihöncesinden tarihe geçişte, ilk proto-tarımın yapıldığı ülke ve o
sedir ormanları da, bir zamanlar kurak olmayan bir iklimin simgesi. İnsan türü,
girdiği her yerni kuruttuğu gibi, Lübnan alanını da çöle dönüştürmüş.
+
“Diğer
taraftan Lübnan Başbakanı Saad Hariri, hükümetin başı değilmiş gibi, ülkedeki
duruma ilişkin sorumluluğu yokmuş gibi, kendisine ve hükümet ortaklarına 72
saat verdiğini ve eğer ‘Kendisini ve göstericileri ikna edebilecek bir çözüm
önerisi sunulmazsa, farklı şekilde konuşmaya başlayacağını’ söyledi.”
En acısı
bu:
Açmazı
yaratanların, durumu hiç üzerlerine alınmaması. Bugüne kadar tüm devletleri,
devletleri yönetenler ve devletleri savunanlar bitirdi. Çok nadiren devlet
karşıtları devlet bitirdiler.
+
“Lübnan’daki
gösterileri Arap Baharı ile ilişkilendirip, Lübnan Baharı diyenler var.”
Resmen,
Allah yazdıysa bozsun.
Arap
Baharı, Suriye’yi ve Libya’yı haritadan sildi.
Lübnan
daha önce haritadan zaten silinmiş, Lübnan Baharı bir daha siler.
+
Toparlama
ve çıkış:
Evet,
Lübnan ve onun gibileri, global hegemonlar bu duruma taşıdı.
Ancak,
Lübnan gibiler de, yangına benzin döktüler. İç savaşın yanısıra, Filistinliler’in
oraya girip, ortalığı daha da tarımar etmesi de var tarihçede.
Dünya’daki
ülkelerin çoğu, eski sömürgeler. 1. ve 2. Dünya Savaşı ertesinde kademe kademe
kuruldu. Osmanlı 40, İngiltere 75 ülke çıkardı. Daha da çıkacak.
Anımsayalım:
Dünya’da
maksimum 6 bin halk var ama 200 maksimum devlet var. Yani, halkların yalnızca %
3,5’u devlet denemesinde, o da idrar zoruyla.
Tarih,
Türkler’in 1.550 yılda 150 devlet kurup batırmasıyla, Çinliler’in 1.800 yılda 1
ülke çevresinde dolanması parantezlerinde dolanıyor. Daha ötesi yok yani.
Tarihte
devlet kurmamayı kayıtlı olarak ilk savunanlar da Türkler. Devlet kurmayı,
çinlileşme olarak niteleyip, aşağılamışlar, ardından bunun için iç savaşa
tutuşmuşlar. Yani, herkes devlet kurmak için savaşır, Türkler devlet kurmamak için savaşmışlar.
Lübnanlılar
ise, hazır devlet bulmuşlar, onu nasıl
batırırız, diye debeleniyorlar gibi.
Tamam,
halkların trajedisi berbat ama yinelenmiş trajediler de epeyidir komedi.
Son
cümle:
1945-1985 Beyrut’undan nemalanan
bir Lübnan,
yaşadıklarının tümünü hak eder bizce…
(20 Ekim 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder