Kendisi
akademisyenmiş. Oldukça aklı başında sözler etmiş. Ancak aynı zamanda,
genelgeçer kabullere takılıp kalmış. Kendisini irdeleme arzumuza şu savı neden
oldu:
“Muhafazakarlık,
benim bildiğim disiplin sosyal psikoloji açısından, iki eğilimle tanımlanıyor:
Değişime karşı direnç ve eşitsizliğin meşrulaştırılması.”
İkinci
sav, TC 1983-2018 için geçersiz. Bizim muhafazakar kitle, eşitsizliği
meşrulaştırmak yerine, sınıf atlama
lümpenliğini rasyonelleştirdi, çünkü kendi çocuklarının emeğini
sömürmekten, devlet arazisini talana kadar birçok yolla, göreli yüksek bir oran
olan % 10 oranda sınıf atladılar, topraksız köylüden evi olan kentliye rotalı olarak.
Rasyonalize edilen bu durum: Herkes sınıf atlayabilir.
Sınıf
atlayamayanlar ise, AKP döneminde 20 / 80 milyon kişi (% 25 yani) gibi, devlet
ulufesiyle geçinmeyi rasyonalize etti.
Bu
durumda ikinci tezi şöyle tanımlıyoruz:
Değişimi
istemeden, ona karşı çıkarak değişimi yaratma, ardından değişimden en çok zarar
görenlerden olma.
Koşutunda
olmayan bir geçmiş-gelenek inşası ki bu bizde hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet
geçmişi için yapıldı.
Yalan-söylemi
muhafazakarlar değil, ilerici geçinenler de kullandı, HDP’nin ilerici bir parti
olduğu gibi.
Buna
topluca bilginin inkarı veya epistemik muhafazakarlık diyoruz. Okyanus suyu ile
kafatası sürahisi arasında büyük oransızlık var yani.
Bu
birinci adım negasyon.
İkincisi
irdeleme:
“İnsan
çoğunlukla sanıldığı kadar “rasyonel” bir varlık değildir; rasyonel, akılcı,
mantıklı olmaktan kastettiğim, her kişinin kendisi için en iyi olana sadece
“akıl”la karar vermediğidir. Oy verme davranışı da diğer bütün davranışlarımız
gibi, duygularımızdan, çeşitli sosyal aidiyetlerimizden, gerçek ya da “sahte”
sınıf bilincimizden, yaş, cinsiyet, vb, pek çok faktörden etkilenerek oluşur.”
BBC’nin
canlı yayınından akademik araştırma kitaplarına kadar, TC halklarının satılık oy kavramı kayda geçmişken, onu
hala yok saymak tuhaf bir davranış oluyor.
Satılık
oy ise, ne rasyoneldir, ne de hissidir, evdeki
hesabın çarşıya uymamasıdır yalnızca: Tuttuğun takım her yıl şampiyon
olamıyor yani, sen istediğin kadar her yıl takım değiştir.
Burada
asıl sorun-açmaz ise şu:
Duygusal
davranmak, her zaman akıldışı davranmak değildir. Bunu sosyal psikoloji
araştırmaları ve gözlemleri söylüyor. Çünkü insan türü hissetmeden düşünemiyor
henüz, evrimi yetersiz çünkü. Yani, gayet hissi davranıp, gayet akılcı kararlar
çıkarmak da mümkün.
Geri kalanı
sınıf bilinci gibi, yalan-söylemler. Burası negasyon-cuk olmuş olsun.
Gelelim
soru imli en büyük negasyonumuza:
"İktidarın
seçimleri kaybetse de B, C, D planları var, seçim sonuçlarına müdahale
edilecek; paramiliter güçler sokağa çıkacak, muhalefet kazanırsa seçimleri
iptal etme ya da seçimleri yenilemenin koşullarını yaratacaklar vb... Bu
söylemlerin belirmesinin ve hızla yayılmasının nedeni, iktidarın seçimleri
kaybetme ihtimalinin ciddi alametlerinin olması..."
Kendi
içinde tutarsız ve geçersiz savcıklar barındıran bir sav bu.
Öncelikle
bunlar 2015 ve 2016’da da kullanıldı. İşlediler mi? Hayır, çünkü o zaman şimdi
bunları tartışabiliyor olamazdık.
AKP,
uzatılan iktidar dönemi nedeniyle merkezkaç kuvvetleriyle savruluyor. Böylelikle de, olağanda yapmayacakları davranışları
yapıyorlar şimdiki koşullarda.
Gerekmediği
halde, Çingeneler veya Suriyeliler gibi, lümpen-altı kesimlere girdiler ve
dayandılar. Bunlarsa, eski deyimlerle ayaktakımından
ve başıbozuklardan daha insanlık-dışı davranışlı sosyal psikoloji
kümeleri. İlkin kendini besleyen
sahibinin evini soyma gibi eğilimleri var. Soyarken tecavüz ve cinayet gibi
eğilimleri var.
Asıl
gerçek-panorama şu:
Bu
türden olgular yakın tarihimizde de var:
Silahlı
milis / sivil grupların sivil terörü ve kronik kriminalitesi örnekleri kayıtlı.
Öykünün
sonu belli yani.
Vaka-yı
hayriye. Gittiğimiz yer de o.
Elit
mafya politikacı satın alır, lümpen-altı
mafyacık o politikacının evini soyar,
üstüne ailesinin ırzına geçer.
Bunlar oldu çoktan. Yalnızca inkar kültü
ile yok sayılıyorlar.
“… pek
çok liberal ya da solcu hatta sosyal bilimci, muhafazakarlıkla demokratlığın
ontolojik olarak bir araya gelemeyeceği gerçeğini bile görmezden gelerek…”
İşte
bunu tümüyle olumluyoruz.
Ancak
düzeltmeler:
Ontolojik
değil, ontik denilecek. Ontik değil, fenomenik ve epistemik olarak bu mümkün
değil.
Yani,
bırakın muhafazakarı, en sofu insan bile, inancı elvermese bile, kişilik
tözünde demokrat olabiliyor ve bunu eyleyebiliyor, bu bizim geleneksel
kültürümüzün bir parçası. 6-7 Eylül’de bazı tek tek azınlık kişilerin en
muhafazakar kesim tarafından korunmuşluğu gibi.
Olgusal
/ fenomenik olarak öyle değil, çünkü tarih olguları bize genelde tersinin
olduğunu imliyor.
Bilgisel
olaraksa, tüm bilgi tarihi atlası bize tersini söylüyor demek.
“Türkiye’de
de olup biten her şey esasen tek kişinin iradesiyle şekilleniyor.”
İşte en
büyük anlık / aktuel hata bu:
Sorun-açmaz;
Erdoğan’ın tek adam olup herşeyi yönetmesi değil, onun bile artık ülkeyi yönetememesi. Çünkü onun devreye soktuğu
lümpen-öte nüfus kesimleri ve bireyler, onun bile karşı çıkacağı işler
yaptılar, yapıyorlar, Fetö’cüleri parayla bırakmak gibi. O da, bu insanlara
karşı hiçbirşey yapamayarak durumunu
kanıtlıyor. Bir şey yapsa, kemik yalayanlar anında onu satacaklar çünkü.
2013 Aralık’tan beridir
Fetret’teyiz
yani.
Bu
akademisyen dahil, TC’liler bunun da 3-5 yıl sonra bilincine ve ilgisine
varırlar elbette. Çünkü burada söylenenler yine 3-5 yıllık eskilikte bilgiler.
Türk
akademisyenleri, her zamanki gibi, kafasına taş düşüp 2 saat sonra ahlayan Rin
Tin Tin gibi, duruma geç ayıyorlar yani.
(30 Mayıs 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder