Çarşamba, Mayıs 30, 2018

Melek Göregenli İrdelemesi


Kendisi akademisyenmiş. Oldukça aklı başında sözler etmiş. Ancak aynı zamanda, genelgeçer kabullere takılıp kalmış. Kendisini irdeleme arzumuza şu savı neden oldu:
“Muhafazakarlık, benim bildiğim disiplin sosyal psikoloji açısından, iki eğilimle tanımlanıyor: Değişime karşı direnç ve eşitsizliğin meşrulaştırılması.”
İkinci sav, TC 1983-2018 için geçersiz. Bizim muhafazakar kitle, eşitsizliği meşrulaştırmak yerine, sınıf atlama lümpenliğini rasyonelleştirdi, çünkü kendi çocuklarının emeğini sömürmekten, devlet arazisini talana kadar birçok yolla, göreli yüksek bir oran olan % 10 oranda sınıf atladılar, topraksız köylüden evi olan kentliye rotalı olarak. Rasyonalize edilen bu durum: Herkes sınıf atlayabilir.
Sınıf atlayamayanlar ise, AKP döneminde 20 / 80 milyon kişi (% 25 yani) gibi, devlet ulufesiyle geçinmeyi rasyonalize etti.
Bu durumda ikinci tezi şöyle tanımlıyoruz:
Değişimi istemeden, ona karşı çıkarak değişimi yaratma, ardından değişimden en çok zarar görenlerden olma.
Koşutunda olmayan bir geçmiş-gelenek inşası ki bu bizde hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet geçmişi için yapıldı.
Yalan-söylemi muhafazakarlar değil, ilerici geçinenler de kullandı, HDP’nin ilerici bir parti olduğu gibi.
Buna topluca bilginin inkarı veya epistemik muhafazakarlık diyoruz. Okyanus suyu ile kafatası sürahisi arasında büyük oransızlık var yani.
Bu birinci adım negasyon.
İkincisi irdeleme:
“İnsan çoğunlukla sanıldığı kadar “rasyonel” bir varlık değildir; rasyonel, akılcı, mantıklı olmaktan kastettiğim, her kişinin kendisi için en iyi olana sadece “akıl”la karar vermediğidir. Oy verme davranışı da diğer bütün davranışlarımız gibi, duygularımızdan, çeşitli sosyal aidiyetlerimizden, gerçek ya da “sahte” sınıf bilincimizden, yaş, cinsiyet, vb, pek çok faktörden etkilenerek oluşur.”
BBC’nin canlı yayınından akademik araştırma kitaplarına kadar, TC halklarının satılık oy kavramı kayda geçmişken, onu hala yok saymak tuhaf bir davranış oluyor.
Satılık oy ise, ne rasyoneldir, ne de hissidir, evdeki hesabın çarşıya uymamasıdır yalnızca: Tuttuğun takım her yıl şampiyon olamıyor yani, sen istediğin kadar her yıl takım değiştir.
Burada asıl sorun-açmaz ise şu:
Duygusal davranmak, her zaman akıldışı davranmak değildir. Bunu sosyal psikoloji araştırmaları ve gözlemleri söylüyor. Çünkü insan türü hissetmeden düşünemiyor henüz, evrimi yetersiz çünkü. Yani, gayet hissi davranıp, gayet akılcı kararlar çıkarmak da mümkün.
Geri kalanı sınıf bilinci gibi, yalan-söylemler. Burası negasyon-cuk olmuş olsun.
Gelelim soru imli en büyük negasyonumuza:
"İktidarın seçimleri kaybetse de B, C, D planları var, seçim sonuçlarına müdahale edilecek; paramiliter güçler sokağa çıkacak, muhalefet kazanırsa seçimleri iptal etme ya da seçimleri yenilemenin koşullarını yaratacaklar vb... Bu söylemlerin belirmesinin ve hızla yayılmasının nedeni, iktidarın seçimleri kaybetme ihtimalinin ciddi alametlerinin olması..."
Kendi içinde tutarsız ve geçersiz savcıklar barındıran bir sav bu.
Öncelikle bunlar 2015 ve 2016’da da kullanıldı. İşlediler mi? Hayır, çünkü o zaman şimdi bunları tartışabiliyor olamazdık.
AKP, uzatılan iktidar dönemi nedeniyle merkezkaç kuvvetleriyle savruluyor. Böylelikle de, olağanda yapmayacakları davranışları yapıyorlar şimdiki koşullarda.
Gerekmediği halde, Çingeneler veya Suriyeliler gibi, lümpen-altı kesimlere girdiler ve dayandılar. Bunlarsa, eski deyimlerle ayaktakımından ve başıbozuklardan daha insanlık-dışı davranışlı sosyal psikoloji kümeleri. İlkin kendini besleyen sahibinin evini soyma gibi eğilimleri var. Soyarken tecavüz ve cinayet gibi eğilimleri var.
Asıl gerçek-panorama şu:
Bu türden olgular yakın tarihimizde de var:
Silahlı milis / sivil grupların sivil terörü ve kronik kriminalitesi örnekleri kayıtlı.
Öykünün sonu belli yani.
Vaka-yı hayriye. Gittiğimiz yer de o.
Elit mafya politikacı satın alır, lümpen-altı mafyacık o politikacının evini soyar, üstüne ailesinin ırzına geçer. Bunlar oldu çoktan. Yalnızca inkar kültü ile yok sayılıyorlar.
“… pek çok liberal ya da solcu hatta sosyal bilimci, muhafazakarlıkla demokratlığın ontolojik olarak bir araya gelemeyeceği gerçeğini bile görmezden gelerek…”
İşte bunu tümüyle olumluyoruz.
Ancak düzeltmeler:
Ontolojik değil, ontik denilecek. Ontik değil, fenomenik ve epistemik olarak bu mümkün değil.
Yani, bırakın muhafazakarı, en sofu insan bile, inancı elvermese bile, kişilik tözünde demokrat olabiliyor ve bunu eyleyebiliyor, bu bizim geleneksel kültürümüzün bir parçası. 6-7 Eylül’de bazı tek tek azınlık kişilerin en muhafazakar kesim tarafından korunmuşluğu gibi.
Olgusal / fenomenik olarak öyle değil, çünkü tarih olguları bize genelde tersinin olduğunu imliyor.
Bilgisel olaraksa, tüm bilgi tarihi atlası bize tersini söylüyor demek.
“Türkiye’de de olup biten her şey esasen tek kişinin iradesiyle şekilleniyor.”
İşte en büyük anlık / aktuel hata bu:
Sorun-açmaz; Erdoğan’ın tek adam olup herşeyi yönetmesi değil, onun bile artık ülkeyi yönetememesi. Çünkü onun devreye soktuğu lümpen-öte nüfus kesimleri ve bireyler, onun bile karşı çıkacağı işler yaptılar, yapıyorlar, Fetö’cüleri parayla bırakmak gibi. O da, bu insanlara karşı hiçbirşey yapamayarak durumunu kanıtlıyor. Bir şey yapsa, kemik yalayanlar anında onu satacaklar çünkü.
2013 Aralık’tan beridir Fetret’teyiz yani.
Bu akademisyen dahil, TC’liler bunun da 3-5 yıl sonra bilincine ve ilgisine varırlar elbette. Çünkü burada söylenenler yine 3-5 yıllık eskilikte bilgiler.
Türk akademisyenleri, her zamanki gibi, kafasına taş düşüp 2 saat sonra ahlayan Rin Tin Tin gibi, duruma geç ayıyorlar yani.
(30 Mayıs 2018)

Hiç yorum yok: