Alaturka
kavram tanımları, körlerin fil tarifine beziyor; kör filin neresini yakalarsa,
orasını anlatıyor.
Prekarya
konusunu daha önce yazmıştık. Yeniden geri dönmüş olduk.
Alphan
Telek’e göre, prekarya şuymuş:
Köken olarak
İngilizce ‘precarious’tan (güvencesiz, belirsiz, istikrarsız, tehlikede)
gelmektedir. Türkçe’ye çevrilmesi gerekmiyor fakat bir çeviri aranması
durumunda, benim önerim ‘tehlikeliler’ ya da ‘geleceksizler’ olur.
Hissettikleri duygu ile de onları ifade edebiliriz: Öfkeliler.
Buradaki
güvenceyi sadece sosyal güvence ve sigortalılık olarak düşünmeyin. Söz konusu
güvencesizlik ve belirsizlik hayatta genel olarak prekaryayı ayakta tutan bir
garantinin olmaması. Şu anından ve geleceğinden endişe duyarak yaşar. Çünkü
içinde olduğu üretim ve dağıtım ilişkileri onu büyük bir belirsizliğin,
eşitsizliğin, yoksulluğun ve güvencesizliğin içine iter. Bu durum prekarya
üyeleri arasında yaşamın anlamsızlığı üzerine bazı hisler uyandırır. Gelecek
mi? Hangi gelecek için yaşanmaktadır? Bırakın 40 yıl sonrasını, 3 gün sonrası
bile belli değildir. Güvenceniz yoksa, gelecek de olmaz. Bu yüzden
‘geleceksizler’ denebilir.
Yukarıda
da belirttiğim gibi, prekaryada gelecek hissi yoktur çünkü çalışsın ya da
çalışmasın, iyi bir eğitim alsın ya da almasın mevcut ilişkiler altında birikim
yapamaz, kendine alternatif bir sığınak oluşturamaz ve bu birikimsizlik ve
sığınaksızlık onun hem işyerinde, hem de hayatta gücünü kırar. Artık
işyerindeki hiyerarşinin çarkındadır ve onu koruyan ve bu belirsizlikten
çıkaracak bir şey bulamaz. Ne hemşehrileri, ne ailesi, ne de arkadaşları onu
bundan çıkaramaz, çünkü onlar da bu güvencesiz durumdadır. Kısacası,
prekaryanın çıkış stratejisi yoktur ve bu yüzden kendisini strese, öfkeye sokan
tekliflere boyun eğer.”
O kadar
çok hata birarada ki…
Buna benzer
kavram hatası, ileri marjinaller için de yapılmıştı. Tıpkı, Marx’ın lümpen
proleterya için yaptığı gibi.
Öncelikle,
tüm yerzamanlarda sınıflar yer
değiştirmez falan değildir. En kesin, dengeli, sabit, geleneksel dönemlerde
bile, olsa olsa % 75 sabitlik olabilir.
Tüm
zamanların tarihine bakınca, kölesini / vatandaşını
besleyemeyen devlet olarak yanılmış devlet oranı çok fazla. 5 bin devlette
% 50’den çok. Çünkü, ya devletlerin kendi öz yeterli kaynakları yok, ya da
savaş-talan ile dış kaynak sömürüsünü yeterince yapamıyorlar (ganimet az veya
savaş masrafı çok).
Onun
dışında işsizlik var: % 10-20 arasında rahatça değişebiliyor. Yani bir işgören,
40 yıllık çalışma yaşamının 4-8 yılında işsiz kalacak demektir bu.
Onun
dışında, 5 yılda bir, üçte bir oranda değişen dolar milyarderleri listesi var.
Onun
dışında gevşeyen aile yapısı nedeniyle, kuşaktan kuşağa aktarılamayan nitelikli
eğitim veya aktarılamayan (eriyen) maddi birikim var.
Onun
dışında, aynı yaşamı 1 ila 3 birim harcamayla yapabilmek var ki fakir insanların
bile yarısından çoğu ikincisini yapıyorlar.
Ekonomik
kriz dönemlerinde, batan tek bir şirket peşinden 10 tanesini daha sürükler.
Ekonomik yapı, karşılıklı bağımlılık üzerine kuruludur çünkü.
Yani,
Homo Economicus bireyi, hangi toplumsal gelir kesiminde yer alırsa alsın,
ekonomik statüsü sabit veya garantili değildir. Bu oran da, tüm toplam için %
25 veya daha büyüktür.
Bir
toplumun % 25’i ekonomik tedirgin olursa, onun ailesi, işgöreni, şusu busu ile
toplumun yarısından çoğu tedirgin olur.
İşin ekonomik
tanımı bu.
Gelecek
hissi olmama ise, proleteryanın, 1968’de daha yeni bir model araba almak için
grev yapmasından (kaynak, Abidin Dino, Paris, 1968), evdeki hesap çarşıya
uymayınca, haftada 40 saatı ve emeklilik yaşı olarak 55’i kaybetmesi durumu olarak
yaşandı.
Bugün
vasıfsız işçinin hiçbir güvencesi yok, çünkü ayda 25 dolar asgari ücret olan
bir ülkede, robotlar aynı işi daha ucuza yapıyorlar ve fabrikada tek bir insan
işçi bırakılmıyor.
Yani,
1-2 veya 1,5 kuşak içinde, herşeyi güvencede olan bir proleteryadan,
hiçbirşeyinin güvencesi olmayan ileri marjinale geçiş yaşandı.
Robotlar
bir yandan (Japonya’da otomotiv endüstrisinde istihdamın % 10’u robot), 4.
Dünyalı göçmenler bir yandan, 1. Dünya işçileri için bunu yarattı. 4. Dünyalı
insanlar için ise, seçenek olarak ölüm veya sürgün var, değil istihdam.
Bugün
Dünya’nın % 15’lik bir nüfus bölgesinde (1. Dünya) global nüfusun % 5’i eden
bir 1.-2. kuşak göçmen kümesi var. Aynı nüfus bölgesinde, bir de robotlar var.
Bugün
Dünya’nın % 15’lik bir nüfus bölgesinde, ölüm kontrolü nedeniyle uzayan
yaşamlar nedeniyle üsselce artan nüfus nedeniyle oluşan ölümüne açlık var.
Bugün
Dünya% 10’luk bir nüfus bölgesinde doğrudan
savaş var.
Bugün
Dünya’nın % 30’luk bir nüfus bölgesinde tarımdan
koparılmışlık ama sanayide istihdam açılamamışlık var.
Yineleyelim:
Bunun benzerleri tarihte daha önce de, diyelim 1. Sanayileşme’nin
makinalaşmasında, diyelim Kavimler Göçü ile Roma’nın yıkılmasıyla yaşanmıştı.
Yeni ve
farklı olan durum şu:
‘Prekarya’
denilenin, gecekondu yapmak için kente gelen, yani göz sınıf atlamada olan lümpen kesim olması gerçeği var. Yani, fare kapanına kendi ayaklarıyla koşa koşa
geldiler.
Son 10
yıldır prekarya tümüyle işsiz, aç bilaç iken bile, sınıf atlama hayalleri hala
sönmedi. Hiçbir Filipinli, AB’ye asgari ücretin üçte birine çalışacağım, diye
gitmiyor yani, memlekette ev alacağım, diye gidiyor.
Gelelim
ana hatalara:
Değil
prekaryanın, proleteryanın bile, hiçbir zaman mücadele / direnme stratejisi
değil, başlangıç düşüncesi bile olamadı: Sınıf mücadeleleri tarihi bize bunu
söylüyor: Okumuş birinin onları dürtelemesi hep gerekti, hala da gerekiyor.
‘Hemşehrileri’
söylemi, devredışı epeyidir. Feodal
dayanışma çöktü yani. Yalnızca İstanbul’da anababasanın sokağa attığı 10 bin çocuk var, çocuk çeteleri kuran.
Yukarıdaki
alıntının yazarı, isteseydi bizim sözünü ettiğimiz kaynakları kendisi önceden
okumuş ve bunları biliyor olabilirdi.
Tüm
bunlar söylendi. AKP’ni dağıtacak değil pastası, ekmeği bile kalmadığı ve
seçimi kazansa bile bunu için çoktan kaybettiği de. Gerisi laf-ü güzaf: Yok
prekaryaymış, yok proleteryaymış, yok ileri marjinalmiş.
Ölümüne
açlık ve yamyamlık tarihte hiç silinmedi. Herkesin yamyamlığı da kendine göre.
Bizim
tanımımız da o olsun o zaman:
Prekarya,
tarihin yamyamlık özgün noktasına geri döndürdüğü insanın kurdu olan insandır.
İt iti
ısırmayabilir ama insan insanı yer, hep yemiştir de, ister sömürü olarak, ister
iş cinayetleri olarak, ister mesaiyle kısalan ömürler olarak, ister insan eti
olarak.
Kendine sunulan toplama kampı
ölümünü sınıf atlamalı yaşam olarak görene de, ‘insan’ da denemez, ‘hayvan’ da. İsteyen ‘prekarya’
desin.
(13 Mayıs 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder