Salı, Mayıs 15, 2018

Prekarya Nedir, Ne Değildir?


Alaturka kavram tanımları, körlerin fil tarifine beziyor; kör filin neresini yakalarsa, orasını anlatıyor.
Prekarya konusunu daha önce yazmıştık. Yeniden geri dönmüş olduk.
Alphan Telek’e göre, prekarya şuymuş:
Köken olarak İngilizce ‘precarious’tan (güvencesiz, belirsiz, istikrarsız, tehlikede) gelmektedir. Türkçe’ye çevrilmesi gerekmiyor fakat bir çeviri aranması durumunda, benim önerim ‘tehlikeliler’ ya da ‘geleceksizler’ olur. Hissettikleri duygu ile de onları ifade edebiliriz: Öfkeliler.
Buradaki güvenceyi sadece sosyal güvence ve sigortalılık olarak düşünmeyin. Söz konusu güvencesizlik ve belirsizlik hayatta genel olarak prekaryayı ayakta tutan bir garantinin olmaması. Şu anından ve geleceğinden endişe duyarak yaşar. Çünkü içinde olduğu üretim ve dağıtım ilişkileri onu büyük bir belirsizliğin, eşitsizliğin, yoksulluğun ve güvencesizliğin içine iter. Bu durum prekarya üyeleri arasında yaşamın anlamsızlığı üzerine bazı hisler uyandırır. Gelecek mi? Hangi gelecek için yaşanmaktadır? Bırakın 40 yıl sonrasını, 3 gün sonrası bile belli değildir. Güvenceniz yoksa, gelecek de olmaz. Bu yüzden ‘geleceksizler’ denebilir.
Yukarıda da belirttiğim gibi, prekaryada gelecek hissi yoktur çünkü çalışsın ya da çalışmasın, iyi bir eğitim alsın ya da almasın mevcut ilişkiler altında birikim yapamaz, kendine alternatif bir sığınak oluşturamaz ve bu birikimsizlik ve sığınaksızlık onun hem işyerinde, hem de hayatta gücünü kırar. Artık işyerindeki hiyerarşinin çarkındadır ve onu koruyan ve bu belirsizlikten çıkaracak bir şey bulamaz. Ne hemşehrileri, ne ailesi, ne de arkadaşları onu bundan çıkaramaz, çünkü onlar da bu güvencesiz durumdadır. Kısacası, prekaryanın çıkış stratejisi yoktur ve bu yüzden kendisini strese, öfkeye sokan tekliflere boyun eğer.”
O kadar çok hata birarada ki…
Buna benzer kavram hatası, ileri marjinaller için de yapılmıştı. Tıpkı, Marx’ın lümpen proleterya için yaptığı gibi.
Öncelikle, tüm yerzamanlarda sınıflar yer değiştirmez falan değildir. En kesin, dengeli, sabit, geleneksel dönemlerde bile, olsa olsa % 75 sabitlik olabilir.
Tüm zamanların tarihine bakınca, kölesini / vatandaşını besleyemeyen devlet olarak yanılmış devlet oranı çok fazla. 5 bin devlette % 50’den çok. Çünkü, ya devletlerin kendi öz yeterli kaynakları yok, ya da savaş-talan ile dış kaynak sömürüsünü yeterince yapamıyorlar (ganimet az veya savaş masrafı çok).
Onun dışında işsizlik var: % 10-20 arasında rahatça değişebiliyor. Yani bir işgören, 40 yıllık çalışma yaşamının 4-8 yılında işsiz kalacak demektir bu.
Onun dışında, 5 yılda bir, üçte bir oranda değişen dolar milyarderleri listesi var.
Onun dışında gevşeyen aile yapısı nedeniyle, kuşaktan kuşağa aktarılamayan nitelikli eğitim veya aktarılamayan (eriyen) maddi birikim var.
Onun dışında, aynı yaşamı 1 ila 3 birim harcamayla yapabilmek var ki fakir insanların bile yarısından çoğu ikincisini yapıyorlar.
Ekonomik kriz dönemlerinde, batan tek bir şirket peşinden 10 tanesini daha sürükler. Ekonomik yapı, karşılıklı bağımlılık üzerine kuruludur çünkü.
Yani, Homo Economicus bireyi, hangi toplumsal gelir kesiminde yer alırsa alsın, ekonomik statüsü sabit veya garantili değildir. Bu oran da, tüm toplam için % 25 veya daha büyüktür.
Bir toplumun % 25’i ekonomik tedirgin olursa, onun ailesi, işgöreni, şusu busu ile toplumun yarısından çoğu tedirgin olur.
İşin ekonomik tanımı bu.
Gelecek hissi olmama ise, proleteryanın, 1968’de daha yeni bir model araba almak için grev yapmasından (kaynak, Abidin Dino, Paris, 1968), evdeki hesap çarşıya uymayınca, haftada 40 saatı ve emeklilik yaşı olarak 55’i kaybetmesi durumu olarak yaşandı.
Bugün vasıfsız işçinin hiçbir güvencesi yok, çünkü ayda 25 dolar asgari ücret olan bir ülkede, robotlar aynı işi daha ucuza yapıyorlar ve fabrikada tek bir insan işçi bırakılmıyor.
Yani, 1-2 veya 1,5 kuşak içinde, herşeyi güvencede olan bir proleteryadan, hiçbirşeyinin güvencesi olmayan ileri marjinale geçiş yaşandı.
Robotlar bir yandan (Japonya’da otomotiv endüstrisinde istihdamın % 10’u robot), 4. Dünyalı göçmenler bir yandan, 1. Dünya işçileri için bunu yarattı. 4. Dünyalı insanlar için ise, seçenek olarak ölüm veya sürgün var, değil istihdam.
Bugün Dünya’nın % 15’lik bir nüfus bölgesinde (1. Dünya) global nüfusun % 5’i eden bir 1.-2. kuşak göçmen kümesi var. Aynı nüfus bölgesinde, bir de robotlar var.
Bugün Dünya’nın % 15’lik bir nüfus bölgesinde, ölüm kontrolü nedeniyle uzayan yaşamlar nedeniyle üsselce artan nüfus nedeniyle oluşan ölümüne açlık var.
Bugün Dünya% 10’luk bir nüfus bölgesinde doğrudan savaş var.
Bugün Dünya’nın % 30’luk bir nüfus bölgesinde tarımdan koparılmışlık ama sanayide istihdam açılamamışlık var.
Yineleyelim: Bunun benzerleri tarihte daha önce de, diyelim 1. Sanayileşme’nin makinalaşmasında, diyelim Kavimler Göçü ile Roma’nın yıkılmasıyla yaşanmıştı.
Yeni ve farklı olan durum şu:
‘Prekarya’ denilenin, gecekondu yapmak için kente gelen, yani göz sınıf atlamada olan lümpen kesim olması gerçeği var. Yani, fare kapanına kendi ayaklarıyla koşa koşa geldiler.
Son 10 yıldır prekarya tümüyle işsiz, aç bilaç iken bile, sınıf atlama hayalleri hala sönmedi. Hiçbir Filipinli, AB’ye asgari ücretin üçte birine çalışacağım, diye gitmiyor yani, memlekette ev alacağım, diye gidiyor.
Gelelim ana hatalara:
Değil prekaryanın, proleteryanın bile, hiçbir zaman mücadele / direnme stratejisi değil, başlangıç düşüncesi bile olamadı: Sınıf mücadeleleri tarihi bize bunu söylüyor: Okumuş birinin onları dürtelemesi hep gerekti, hala da gerekiyor.
‘Hemşehrileri’ söylemi, devredışı epeyidir. Feodal dayanışma çöktü yani. Yalnızca İstanbul’da anababasanın sokağa attığı 10 bin çocuk var, çocuk çeteleri kuran.
Yukarıdaki alıntının yazarı, isteseydi bizim sözünü ettiğimiz kaynakları kendisi önceden okumuş ve bunları biliyor olabilirdi.
Tüm bunlar söylendi. AKP’ni dağıtacak değil pastası, ekmeği bile kalmadığı ve seçimi kazansa bile bunu için çoktan kaybettiği de. Gerisi laf-ü güzaf: Yok prekaryaymış, yok proleteryaymış, yok ileri marjinalmiş.
Ölümüne açlık ve yamyamlık tarihte hiç silinmedi. Herkesin yamyamlığı da kendine göre.
Bizim tanımımız da o olsun o zaman:
Prekarya, tarihin yamyamlık özgün noktasına geri döndürdüğü insanın kurdu olan insandır.
İt iti ısırmayabilir ama insan insanı yer, hep yemiştir de, ister sömürü olarak, ister iş cinayetleri olarak, ister mesaiyle kısalan ömürler olarak, ister insan eti olarak.
Kendine sunulan toplama kampı ölümünü sınıf atlamalı yaşam olarak görene de, ‘insan’ da denemez, ‘hayvan’ da. İsteyen ‘prekarya’ desin.
(13 Mayıs 2018)

Hiç yorum yok: