Çulhaoğlu,
kapitalizmin gelecekte bir daha asla refah devletine izin vermeyeceğini
savunuyor.
"Kişisel
kanaatim, dünyanın artık o liberal ya da burjuva demokrasisi dediğimiz dönemi,
geri gelmemecesine geride bıraktığı, kapitalizmin kendi yapılanmasının ise o
refah devleti modeline bir daha asla ve asla izin vermeyeceği."
Bizce
bu, dşünmeden ve hisle yapılmış bir öngörü. Murat Belge, Türk Solu’nun
düşüncesel değil, hissi olduğunu belirtir ki bu da kuramsızlık demek, çünkü
kuram, duyguyla değil, düşünceyle, bilgiyle, doğruyla, gerçekle yapılır.
5 bin
yıllık Dünya tarihinin tek bir bütün olduğu konsepti, kendilerini marksist
gelenekten sayan Dünya Sistemi’cilerde de var, tüm tarihin sınıf savaşımı
olduğunu belirten Marx’ın kendisinde de var.
Tarihe
bütün olarak bakınca, onda sikluslar olduğunu görüyoruz. Bu sikluslar, kabaca 400’er yıllık
ama kader (gerçekleşmesi birebir
zorunlu) değiller veya tam tersine birden çok çöküş siklusu da mümkün: Avrupa;
400’lerde Kavimler Göçü ile, 800’lerde Vikingler ile, 1200’lerde Moğollar, 1
değil, 3 kez çökertildi. Koşut olarak da, birden çok premature rönesans da oluştu.
Dünya
Sistemi, 2000’den beridir tarihin çöktüğünü / çökeceğini, 2000’den önce kendi modeliyle
öngörmüştü. Tarihin ironisi olarak bu gidişat, hegemonların kendilerini
göçertmesi olarak yaşandı ve yaşanıyor.
Bin
küsur yıllık Orta Çağ’ın ardından, AB’nin Aydınlanma Çağı 1600-1950 olarak
maksimum 350 yıl sürdü: 50 yıl da bir duralama dönemi yaşadı ki bu da 400 yıl ve
bir makro-siklus ediyor.
Gelelim
hegemonların refah devletine bir kez daha izin verip vermeyeceğine.
1950-2000
arasında Dünya hegemonu ABD idi. ABD, Roma tipi bir devlet: Kendi toprakları
içinde, kendi iktidar seçkinlerine bile refah devleti sağlamayı düşünmeyen
türden bir çukur devlet (asgari ücretle tek başına yaşayamıyorsun örneğin).
Köleler ise, sürünerek yaşamakla ölmek arasında seçimlere sahiplerdi.
MÖ 3000 –
MS 1700 arasındaki kölelik tarihine bakınca, bazı yerlerde ve zamanlarda
kölelerin, pekala AB 1960 asgari ücretlisi kadar refah bir yaşam sürdüğünü
görüyoruz. Bazı zamanlarda kölelerin günde 1-2 litre bira hakkı vardı ve
yasalara göre köle sahipleri kölelerine eziyet veya işkence demezlerdi. Ki
bugünün koşullarında 7 küsur milyarlık Dünya’da, yeni dönemin yeni göçleri
nedeniyle, 90 milyonluk yeni köle bir nüfus da oluştu. Bunun bir üstü de,
Vietnam’daki ayda 25 dolarlık asgari ücret düzeyi.
Bu, 2018
momenti. Ancak, 1968 momenti epeyi farklıydı, Fransa’da işçiler daha yeni bir
model araba alabilmek için grev yaparlarken (Abidin Dino’nun anılarından
alıntı), iktidar seçkinleri, özellikle küçük burjuvazi, cüzdanı sağdayken
vicdanı soldaydı, yani işçilere karşı hoşgörülüydü.
Tarihin
acımasız bir ironisi olarak, o günkü refahı sağlayanlar da göçmenlerdi (konuk işçiler veya ekonomik göçmenler),
bugünkü ekonomik krizi sağlayanlar da, düşük ücretle çalışan aynı göçmenler
(yani onların çocukları veya torunları). Bu da, doğrudan yabancı düşmanlığı
demek, sol arasında bile.
Sol, bu
süreci sosyolojik açıdan hiç izleyemedi.
Ancak
bunun antitezi, bugünkü solun slaktivistçe
göçmenseverliği veya azınlıkseverliği değil.
Bu, işin
bir noktası.
İkinci
noktası şu:
1988’de
ekonomik üretimin % 70’i kullanılabilir iken, bugün % 33-40’ı kullanılabilir
durumda, yani artı-değerin önemli bir bölümü sanallaştı ve reel sektörün (yatırımın,
şuyun buyun) dışına gitti.
Bu süreç
de, paranın icadından beridir var. Kralları tefecilere faizleri ödeyemediği
için batan ülkelerle dolu tarih. Bugün tüm G-7 ülkeleri 2 yıllık GSYİH’ları
kadar borçlu ve bu, ödenebilir bir borç değil, maksimum 1 yıllık olanı
ödenebilirdir ekonomi kurallarına göre.
Bu 2
noktayı Batı çözebilsin, yine refah devletine geri döner.
Bu barış
yoluyla çözüm yolu. Tarih genelde savaş yoluyla çözümün olageldiğini bize
söylüyor. O da, göçmenlerin oranının % 20’yi geçmesi. Roma, 400’lerde
topraklarına yerleşmelerine izin verdiği barbar göçmenler nedeniyle batmaya
başladı.
Ki yine
tarihin ironisi olarak, o zaman da bahane yine dindi. Roma, 500 yıllık
tarihinin 400 yılında hiç akletmediği bir biçimde hristiyanlaşma takınağına
girip de (MS 395), üstüne bir de barbarları Hristiyan yapacağım diye debelenince,
onlar da ortalığı yakıp yıktılar. Bugünkü ‘neo-con’ların evangelizmi böylesi
çakma bir din bahanesi: Müslümanlar köşeye sıkıştırıldıkça, Batı’yı yakıp
yıkıyorlar şu anda da.
Tarihe
bakınca, böyle dönemlerin ardından dalga dalga halk isyanlarının ve
katliamların geldiğini görüyoruz. Bu kez solun bu dalgalar içinde yeri yok. Lümpen bir isyan dalgaları silsilesi bu.
Tıpkı Gezi’nin başlangıçtaki durumu gibi: Sol olmadıklarını özellikle ve vurgulayarak
açıklamışlardı, sol olaya sonradan aradan kaynadı.
Çulhaoğlu’nun
bunları biliyor ve sonra analiz yapıyor olması gerekir.
Günümüz
momentinde bilgi de var, kuramsal model de. Üstelik, son 18 yılda herşey yemek
tarifesi gibi gidiyor ve Batı kendi iktidarını eritiyor. Bunun 2018’in ilk
yarısında Suriye’de, hem Rusya, hem ABD, hem de AB için geçerli olduğunu savaş
alanından naklen izledik.
Peki,
yakın vadede ne mi olacak?
Anadolu
beylikleri dönemi gibi onlarca devletçik olacak. AB’de kurulmayı bekleyen 20-30
devletçik var.
Sol tüm
gidişatta ne mi yapabilir?
Dalga
dalga gelen marjinallerin anormalliklerini
vakanüvis olarak kaydedebilir. Çünkü bu neo-marjinaller başta kendilerini olmak
üzere, tüm sistemi yok edebilecek bir neo-nihilizm
içindeler. IŞİD kobalt-60’ı akledemedi veya bulamadı ama birileri bunu er veya
geç yapacak.
Evet,
solun yapabileceği tek şey bu:
Yaşanacak
kıyametimsinin boyutunu küçültmek.
Dipnot:
Kapitalizm,
Almanya ve İtalya üzerinden bu yıkımı 1920’lerde ve 1940’larda olarak 2
kademede daha önce de yaşadı. Bu da önemli: Daha küçük dönemli sikluslar da
var. Yani, 250 yıllık kapitalizmin ilk iç bunalımı değil şimdiki.
(8 Mayıs 2018)
1 yorum:
Reha Beyciğim aynen katılıyorum.
Yorum Gönder