Salı, Mayıs 08, 2018

Metin Çulhaoğlu Negasyonu: Kapitalizmin Gelecekbilimsel Felaket Yönetimi


Çulhaoğlu, kapitalizmin gelecekte bir daha asla refah devletine izin vermeyeceğini savunuyor.
"Kişisel kanaatim, dünyanın artık o liberal ya da burjuva demokrasisi dediğimiz dönemi, geri gelmemecesine geride bıraktığı, kapitalizmin kendi yapılanmasının ise o refah devleti modeline bir daha asla ve asla izin vermeyeceği."
Bizce bu, dşünmeden ve hisle yapılmış bir öngörü. Murat Belge, Türk Solu’nun düşüncesel değil, hissi olduğunu belirtir ki bu da kuramsızlık demek, çünkü kuram, duyguyla değil, düşünceyle, bilgiyle, doğruyla, gerçekle yapılır.
5 bin yıllık Dünya tarihinin tek bir bütün olduğu konsepti, kendilerini marksist gelenekten sayan Dünya Sistemi’cilerde de var, tüm tarihin sınıf savaşımı olduğunu belirten Marx’ın kendisinde de var.
Tarihe bütün olarak bakınca, onda sikluslar olduğunu  görüyoruz. Bu sikluslar, kabaca 400’er yıllık ama kader (gerçekleşmesi birebir zorunlu) değiller veya tam tersine birden çok çöküş siklusu da mümkün: Avrupa; 400’lerde Kavimler Göçü ile, 800’lerde Vikingler ile, 1200’lerde Moğollar, 1 değil, 3 kez çökertildi. Koşut olarak da, birden çok premature rönesans da oluştu.
Dünya Sistemi, 2000’den beridir tarihin çöktüğünü / çökeceğini, 2000’den önce kendi modeliyle öngörmüştü. Tarihin ironisi olarak bu gidişat, hegemonların kendilerini göçertmesi olarak yaşandı ve yaşanıyor.
Bin küsur yıllık Orta Çağ’ın ardından, AB’nin Aydınlanma Çağı 1600-1950 olarak maksimum 350 yıl sürdü: 50 yıl da bir duralama dönemi yaşadı ki bu da 400 yıl ve bir makro-siklus ediyor.
Gelelim hegemonların refah devletine bir kez daha izin verip vermeyeceğine.
1950-2000 arasında Dünya hegemonu ABD idi. ABD, Roma tipi bir devlet: Kendi toprakları içinde, kendi iktidar seçkinlerine bile refah devleti sağlamayı düşünmeyen türden bir çukur devlet (asgari ücretle tek başına yaşayamıyorsun örneğin). Köleler ise, sürünerek yaşamakla ölmek arasında seçimlere sahiplerdi.
MÖ 3000 – MS 1700 arasındaki kölelik tarihine bakınca, bazı yerlerde ve zamanlarda kölelerin, pekala AB 1960 asgari ücretlisi kadar refah bir yaşam sürdüğünü görüyoruz. Bazı zamanlarda kölelerin günde 1-2 litre bira hakkı vardı ve yasalara göre köle sahipleri kölelerine eziyet veya işkence demezlerdi. Ki bugünün koşullarında 7 küsur milyarlık Dünya’da, yeni dönemin yeni göçleri nedeniyle, 90 milyonluk yeni köle bir nüfus da oluştu. Bunun bir üstü de, Vietnam’daki ayda 25 dolarlık asgari ücret düzeyi.
Bu, 2018 momenti. Ancak, 1968 momenti epeyi farklıydı, Fransa’da işçiler daha yeni bir model araba alabilmek için grev yaparlarken (Abidin Dino’nun anılarından alıntı), iktidar seçkinleri, özellikle küçük burjuvazi, cüzdanı sağdayken vicdanı soldaydı, yani işçilere karşı hoşgörülüydü.
Tarihin acımasız bir ironisi olarak, o günkü refahı sağlayanlar da göçmenlerdi (konuk işçiler veya ekonomik göçmenler), bugünkü ekonomik krizi sağlayanlar da, düşük ücretle çalışan aynı göçmenler (yani onların çocukları veya torunları). Bu da, doğrudan yabancı düşmanlığı demek, sol arasında bile.
Sol, bu süreci sosyolojik açıdan hiç izleyemedi.
Ancak bunun antitezi, bugünkü solun slaktivistçe göçmenseverliği veya azınlıkseverliği değil.
Bu, işin bir noktası.
İkinci noktası şu:
1988’de ekonomik üretimin % 70’i kullanılabilir iken, bugün % 33-40’ı kullanılabilir durumda, yani artı-değerin önemli bir bölümü sanallaştı ve reel sektörün (yatırımın, şuyun buyun) dışına gitti.
Bu süreç de, paranın icadından beridir var. Kralları tefecilere faizleri ödeyemediği için batan ülkelerle dolu tarih. Bugün tüm G-7 ülkeleri 2 yıllık GSYİH’ları kadar borçlu ve bu, ödenebilir bir borç değil, maksimum 1 yıllık olanı ödenebilirdir ekonomi kurallarına göre.
Bu 2 noktayı Batı çözebilsin, yine refah devletine geri döner.
Bu barış yoluyla çözüm yolu. Tarih genelde savaş yoluyla çözümün olageldiğini bize söylüyor. O da, göçmenlerin oranının % 20’yi geçmesi. Roma, 400’lerde topraklarına yerleşmelerine izin verdiği barbar göçmenler nedeniyle batmaya başladı.
Ki yine tarihin ironisi olarak, o zaman da bahane yine dindi. Roma, 500 yıllık tarihinin 400 yılında hiç akletmediği bir biçimde hristiyanlaşma takınağına girip de (MS 395), üstüne bir de barbarları Hristiyan yapacağım diye debelenince, onlar da ortalığı yakıp yıktılar. Bugünkü ‘neo-con’ların evangelizmi böylesi çakma bir din bahanesi: Müslümanlar köşeye sıkıştırıldıkça, Batı’yı yakıp yıkıyorlar şu anda da.
Tarihe bakınca, böyle dönemlerin ardından dalga dalga halk isyanlarının ve katliamların geldiğini görüyoruz. Bu kez solun bu dalgalar içinde yeri yok. Lümpen bir isyan dalgaları silsilesi bu. Tıpkı Gezi’nin başlangıçtaki durumu gibi: Sol olmadıklarını özellikle ve vurgulayarak açıklamışlardı, sol olaya sonradan aradan kaynadı.
Çulhaoğlu’nun bunları biliyor ve sonra analiz yapıyor olması gerekir.
Günümüz momentinde bilgi de var, kuramsal model de. Üstelik, son 18 yılda herşey yemek tarifesi gibi gidiyor ve Batı kendi iktidarını eritiyor. Bunun 2018’in ilk yarısında Suriye’de, hem Rusya, hem ABD, hem de AB için geçerli olduğunu savaş alanından naklen izledik.
Peki, yakın vadede ne mi olacak?
Anadolu beylikleri dönemi gibi onlarca devletçik olacak. AB’de kurulmayı bekleyen 20-30 devletçik var.
Sol tüm gidişatta ne mi yapabilir?
Dalga dalga gelen marjinallerin anormalliklerini vakanüvis olarak kaydedebilir. Çünkü bu neo-marjinaller başta kendilerini olmak üzere, tüm sistemi yok edebilecek bir neo-nihilizm içindeler. IŞİD kobalt-60’ı akledemedi veya bulamadı ama birileri bunu er veya geç yapacak.
Evet, solun yapabileceği tek şey bu:
Yaşanacak kıyametimsinin boyutunu küçültmek.
Dipnot:
Kapitalizm, Almanya ve İtalya üzerinden bu yıkımı 1920’lerde ve 1940’larda olarak 2 kademede daha önce de yaşadı. Bu da önemli: Daha küçük dönemli sikluslar da var. Yani, 250 yıllık kapitalizmin ilk iç bunalımı değil şimdiki.
(8 Mayıs 2018)

1 yorum:

The Flaneur of Datca dedi ki...

Reha Beyciğim aynen katılıyorum.