Önaçımlamalar:
Sayın
Uzgel, Türkiye’deki köşe yazarlarının ve akademisyenlerinin pek yapmadığı bir
şeyi yapıyor ve temel bazı varsayımları sorguluyor: Burada, küreselleşme ve
emperyalizm ilişkisi ve/ya ilişkisizliği.
Küreselleşme
ve emperyalizm kümesine, kapitalizm ve para / finans da eklenmeli. Bugün
bunlar, hepsi aynı sepete konulan ve tek şey sayılan ama ayrı ayrı şeyler.
Bu,
zamanında koloniyalizm ve kapitalizm ilişkisi için de, koloni-vassal durumları için
de yapılmıştı. Onlar da ayrı şeylerdi.
Dünya, 11 Eylül 2001’den beridir yeni bir
döneme, sonuncusu post-4-modern olan
post-modernizm ertesi döneme girdi. Paradigmaların önemli bölümü silinmekte ama
yerlerine yeni parametreler tanımlanamamakta.
Bir de, son
moment kapitalistlerin kur savaşlarında açıkça uyguladığı ve yanıldığı üzere,
ekonominin bazı temel parametreleri, öyle isteyince hemen değiştirilemiyor ama
zorlanan o. Bunlar değişir ama tarihin uzun vadeli büyük sayılar kuramındaki
limitlere ve asimptotlara göre değişir. Üstelik değişiyor da (bu değişim, ayrı
metinlerin konusu).
Bu
verilerden hareketle, Uzgel’in metnine parça parça bakalım, alıntı ve yorum
olarak gidecek:
“Küreselleşme,
bir yanda neoliberal bir birikim rejimi, öte yanda, teknolojik imkanların
ticaret, üretim ve finans alanlarında sağladığı dönüştürücü imkanlar ile
kapitalizmin büyük bir hızla yerkürenin her bir noktasına yayılması anlamına
geliyor.”
Bir: Bu,
tarihteki ilk küreselleşme momenti değil. Önce, İspanya-Portekiz = İberya
geldi. Sonra da, Hollanda ve İngiltere. Diğer bir deyişle, topraklarında güneş
batmayan imparatorluklar, 1800’de değil , 1500’de bile vardı. En önemlisi
bunlar, kendi aralarında birbirlerine,
küreselleşmeye aşırı zarar verdiler ve İspanya gümüşleri gibi, üzerine bir de
kendi kendilerine zarar verdiler.
ABD de öyle yapıyor şimdilerde.
İki:
Buradan, nedense Dünya Sistemi’cilerin bile öyle saydığı, sömürüyle sürekli artan artı-değer birikimi varsayımı var ama daha
çok 1967 petol krizi ve ardılı 1970 ekonomik duralamasında, yine bu Düna
Sistemici’lerin saptadığı gibi, kapitalizm, öyle her zaman kümülatif-kümülatif ilerlemiyor. Tam tersine, ciddi krizler yaşıyor
ama bu onun kendi tanımından, azalan
girdiler ve onun getirdiği düşen verimler
durumundan ileri geliyor.
İki bir:
Bu şu demek, sömürü artttıkça, artı-değerin
birikim oranı ve toplamı düşüyor. Üstüne üstlük bir noktadan sonra, birikim
azalıyor. İşte bu neo-kapitalistler, bu kuralları bile bile ezmeye çabaladılar
ama yanıldılar, 2007’den beridir de yanılıyorlar.
İki iki:
Ek babında: Türkiye 1983-2019’daki 4,5 trilyon dolarlık eksi-değer sömürü, G-7
ülkelerine belki ancak yarı yarıya
katkı olarak gitti: Bu, bir teselli mükafatı (hepsi gitseydi, bu döngüden
çıkmak daha uzun sürerdi).
Üç: Bu
durumda, Uzgel’in metnini oturttuğu akıl yürütme, hafiften boşluğa kayıyor.
Ancak onun metni, kendi içinde hem tutarlı, hem geçerli ama ölçekte göreli
mikro, makro değil.
+
“Bu
anlamda emperyalizmi de içeren çok daha kapsamlı bir olgu, kapitalizmin
tarihsel evrimi içinde kapitalizmi küresel ölçekte yeniden organize etme
çabasının bir ürünüyle karşı karşıyayız.”
İşte
burada, Uzgel ile ayrılıyoruz: Çin üzerinden, neoliberalizmin henüz şeker yeme aşamasındaki Uzakdoğu Asya halkları,
o elma şekerinin kazığını yiyince yaptıkları ve yapacakları hesaba katılmıyor.
Bugün, 2001’e oranla global % 50 ABD desteğinden, % 75 ABD nefretine gelindi,
yalnızca bu tersine dönen para aktarımı yüzünden. Yani lümpen halklar, kendi
batışlarından sorumlu tuttukları global sömürgenlere ve onun işbirlikçisi lümpen burjuva yerli oligarklara karşı
tepki geliştiriyorlar:AKP’nin son seçim kaybı bu nedenle: Halklar da,
kaybetmeyi sevmiyor veya beleşe alışmış, kudurmuştan beterdir, AKP’nin 20
milyon beleşçisi gibi.
Biz
bunu, ne kapitalizmle, ne diğer parasal süreçlerle ilgili saymıyoruz. Onun yerine,
bildiğimiz sosyal psikolojik ve kültürel antropolojik gözleme dayalı
kurallarla ilişkilendiriyoruz. Ki zaten lümpen tanımı da bu demek: Kendi
biyografisinin, varlığının, zihinin, kültürünün bilincinde olmayanların
dejenere davranışları kümesi.
Bu bağlamda
bugünün tek adam kültünü, kültürel antropoljideki ilkellerin durumu somutlaştırma
ve kişileştirme kültürel eğilimine doğrudan bağlıyoruz.
Diğer
bir deyişle uygarlık, yüz yılda ilerler, yüz dakikada çöker. İşçi haklarından
global okuryazarlığa dek, tüm yüz yıllık kazanımlar, güneş görmüş kar gibi
eriyip gidiyor, 10 yıl sonra geriye hiçbirşey kalmamış ve isyan dalgaları
başlamış olacak.
Uzakdoğu
Asya, henüz oraya gelmedi ama en geç 10 yıl içinde gelecek. İşte bu nedenle,
yanıldığımızda özeleştiri yapmacasına, 2020-2060
neo-N-liberalizm atağının tutmayacağı kanısındayız.
+
“Küreselleşme
ile emperyalizm arasında kritik bir diğer farklılık, yine klasik emperyalizm ve
koloniyalizm dönemindeki toprak kontrolünün aşılmasıdır.”
Biz
bunu; şimdi ve burada askeri, politik ve ekonomik (global veya yerel) kontrollerin
birbirlerinden göreli karşılıklı bağımsız olduğu biçiminde, okuyoruz.
Tabii
bir de şu gerçek var: Sanırım bilimkurgu yazarı Clarke’ın dediği gibi: Hiçbir sistem, kendini tüm elektronlarına
dek denetleyemez. Bunu, topraklarında güneş batmayan imparatorluk İngiltere’nin
her zaman parçalanma tehlikesi taşıması,
biçiminde örnekleyebiliriz. Asıl önemlisi, bunu kendi başbakanlarının (şu anda
aday Johnson) becerecek olması. Bu, yazıldı ve yayınlandı bile.
+
“Örneğin,
İngiliz kolonisi olan Hint alt kıtasına Fransız, Cezayir’e İngiliz sermayesi
giremezdi.”
Giremezdi
değil, girmezdi.
Yoksa,
daha 1650’de, devletle anlaşmalı ve talan ganimetinden ona pay veren İngiliz
korsanları, İspanya’yı Karaip Adaları’nda vuruyordu. Artı İngiltere, ancak o
sayede (oradan açıktan gelen artı-değerlerle) ikinci moment global hegemon
olabildi, yani bildiğimiz devlet
terörizmi ile.
Bir de
diğer örnek var:
İspanya-Hollanda
arasındaki 80 yıl savaşları. Yani, hegemonlar birbirleriyle dalaştıklarında,
bunun maliyeti epeyi büyük oluyordu.
+
“Küreselleşme,
neoliberal içeriği nedeniyle de, emperyalizmden farklılaşmaktadır. Emperyalizm,
temelde merkez dışı coğrafyaları hedef alıp, orada yaratılan zenginliği merkez
ülkelere taşıyıp, elde edilen artı değerin bir kısmını da alt sınıflara
dağıtarak merkezde siyasal ve toplumsal istikrarı sağlamaya yararken,
neoliberal küreselleşme, hem merkez, hem de çevre alt ve orta sınıflarını
neredeyse aynı anda hedef aldı.”
Bravo,
tamamen doğru bir gözlem.
Ancak,
bu yeni kapitalizmin ve bu yeni liberalizmin tarihte ilk kez yaptığı bir şey.
Daha önce İngilizler, Hint kumaş ustalarının ellerini keserlerdi ki yalnızca
İngiliz kumaşı satılabilsin.
Bu bir
tür, ABD’nin köleleri serbest bırakıp, daha az maliyetle çalıştırması gibi bir
şey.
1980-2020
arasında G-7 ülkeleri, G-7 haricindeki G-20 ülkelerini neo-liberal kılarken,
onların alt sınıflarını orta sınıf kıldılar ve tüketim döngüsüne soktular. Bu, Türkiye
için de böyle uygulandı.
Yani,
içine kapalı ekonomi yaşayan 40 milyon köylüyü kente sür, kadınlarını da
çocuklarını da çalıştır, onlara tüketim malzemelerini havuç gibi sun, onlar
günde 16 saat hayvan gibi çalışsınlar, 100 dolarlık malı 1.000 dolara alsınlar
(Iphone). Al sana, Dünya’nın % 1’inden 35 yılda 4,5 trilyon dolarlık (koyunun mezbahaya koşa koşa gittiği) sömürü.
Eskiden bunlar
öldürülürdü, benzeri biçimde, Barrett türü ideologlar üzerinden, neo-con’lar tüketici kılınamayan
halkların ve ülkelerin haritadan silinmesini önerdiler ve bu, parçalı olarak uygulandı
da. Bakınız: Libya, Irak, Suriye. Afganistan.
Yani,
eski barbar kapitalizm, yeni türden barbarlık maskeleri giydi, o kadar:
10
milyon sivil ölü ve 200 milyon göçmen, ancak barbarlık sayılabilir. Bakınız:
Türkiye’deki Suriyeliler.
Yani:
Para,
kapitalizmden önce de, bu kadar sert oynardı.
Koloniyalizm,
kapitalizmden önce de bu kadar sert oynardı.
Kapitalizm,
neo-liberalizmden önce de bu kadar sert oynardı.
Yani ve
tersine:
Saltık
kölütüğü; ne para, ne koloniyalizm, ne kapitalizm icat etmedi.
Artı:
Bugün
kendisine yapılanı Türkiye, 600 yıl boyunca geniş bir alanda aynen uyguladı.
Keza, (bir
zamanların Dünya hegemonları) (Eski) Yunanlılar öyle, keza Romalılar öyle, Araplar
öyle, keza Moğollar öyle.
Yani:
Bugünün
sömürülenleri, geçmişin veya geleceğin yeni sömürülenleri olabilmekte. Örneğin
Brezilya öyle, örneğin Hindistan öyle. Rusya ise, bu çizgide habire yer
değiştiriyor, 5 yıl sonra yok olabilir bile ya da ABD’nin yerini bile alabilir:
Yani, yeni hegemonların kim olacağı, baştan öyle açıkseçik belli olmuyor.
+
“Küreselleşme
ile emperyalizm arasında bir ilişki olduğu açıktır. Ama birbirinin aynısı iki
olgu olmadıkları da ortadadır.”
Burada,
kesinlikle Uzgel’e katılıyoruz.
Yapılması
gereken şey, kategorik karşılaştır-karşıtlaştır
(compera and contrast) akıl yürütmesi.
+
“Son
olarak, geçen yazıda sorduğum, ABD’nin küreselleşmeden çekilmesinin
emperyalizmden vazgeçmesi anlamına mı geleceği sorusunun yanıtı da olumsuz
olmaktadır.”
Burada,
Uzgel’in şunu kastedip kastetmediğini bilmiyoruz:
Aynısını
Rusya da yaptı. 1990-2000 arasında tarihsel
mola aldı. Sonra, 11 Eylül 2001 ve artan petrol fiyatları uygun koşullar yaratınca,
aynı güçle geri döndü. ABD de, tarihsel hakem molası alıyor
yalnızca.Ve bizce doğru yapıyor, çünkü yapmasa, çok daha erken çözülecekti. Yine çözülecek ama daha geç.
Çıkış:
Biz
burada ısrarla, Çin’in istediği halde
global hegemon olamaması vakasını düşünüyoruz.
Sonuçta,
tarihte global hegemon 50 devlet varsa, 5 bin devlet vardı; 50 bin halk varsa,
yine 5 bin devlet vardı. Yani, her isteyen global hegemon olamıyor.
Bu, bir
kültürel gelenek sorunsalı bizce. Türkler 150 devlet kurup batırdılar ve global
hegemon olabildiler. Çin 2.200 yıldır aynı devlet ama hiç global hegemon
olamadı.
Bunun
yeni bir paradigma aday adayı olarak tartışılması gerek bizce.
Artı:
Türkiye
/ İkinci Cumhuriyet’in bölgesel / global hegemon aday adaylığı da, ayrıca
irdelenmesi gerkli bir konu.
(29 Temmuz 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder