Başta
ilk metin:
“Orhan
Alptürk ve Fotoğrafın İkonografisi
İki
fotoğraf:
“İkon’a
dönüşen fotoğraf artık bir simgeye, bir sembole karşılık gelecektir.”
Yorum:
Hayır.
Tiananmen
Meydanı'nda sıvılaştırılan / buharlaştırılan adamın ne kendisi / nesnesi, ne de
fotoğrafı / ikonagrafikliği geçerlidir.
Çünkü,
daha o fotoğraf çekilmeden önce o adam, o noktada bulunacağı için öldürülmüştü.
Artı, o
fotoğrafı çeken ve yayınlayan kişi, o adamı diri diri gömdü.
Ki bu,
idamlık bir suçtur.
Ya da:
Savaş
muhabirleri, başkalarının canlarıyla
değil, kendi canlarıyla oynasınlar. Rus ruleti falan yani.”
+
Sonra
asıl metin:
Ölüm
somut bir şeydir.
Fotoğraf
da öyle olabilir. Olmayabilir de.
Fotoğrafı
kaypak, sanal, muğlak bir şey sananlar, onu imaj kılanlar, onu şeyselleştirir (reification), onu
metalaştırır, onu gerçeklikten koparır.
Alptürk de
bunu yeğlemiş. İşine gelmiş çünkü. Onu realite ilgilendirmiyor çünkü. Onu ima
ve ikonagrafi ilgilendiriyor çünkü.
Alıntı
ve yorum gitsin:
“Çünkü
iki fotoğrafa dikkatle baktığımızda, ‘tank man’ adını alan yoldan geçen işçi,
ikinci fotoğrafta sanki tanklara sadece hayretle bakan bir insanı
göstermektedir. Halbuki ilk fotoğraftaki duruş, tam anlamıyla bir BİREY olarak
insanın DİRENİŞ’ini simgelemektedir.”
Alptürk
şunları yazmamış ama:
O adam
oraya nereden geldi, nereye gitti?
Tanklar
nereden geldi, nereye gitti?
Fotoğrafların
hangisi önce çekilmiş?
Kadrajlama
ve zumlama, ne kadar olağan, ne kadar yapay?
Fotoğrafı
çeken fotoğrafçı, 2 fotoğrafı çekerken, yer değiştirmiş mi?
Olayın
gerçek öyküsü ne?
Olayın
gerçek öyküsü yoksa, bu kurmaca-dezenformasyon neyin nesi olmakta?
+
Gerçek
öykü (inanmak gerekmiyor):
“From
the hotel balcony, Widener watched as the man confronted the lead tank,
standing directly in front of it. The tank stopped and tried to go around the
man. The man moved with the tank, blocking its path once again.
At one
point during the standoff, the man climbed aboard the lead tank and appeared to
speak to whoever was inside.
…
The man
was eventually pulled away by onlookers.”
Adam
tankların önüne çıkmış. Tanklar yer değiştirince, o da yer değiştirip, tankın
yolunu kesmiş. Tanka tırmanıp, içindekilerle konuşmak istemiş. Birileri onu
oradan uzaklaştırmış.
Kim bu
birileri?
Bu anların
neden fotoğrafları yok?
Bir
zamanlar çıkan, Benetton’ın ‘Colors’ dergisi, bu türden fotosal / görsel dezenformasyon
olayları için, birden çok sayı yayınlamıştı ve önyargı konusu olabilecek
fotoğrafların gerçek-gerçek öyküsünü
tam metin anlatmıştı. Zaten o fotoğrafların orada sergilenmesinin amacı, anti-ikonografi ve epistemolojik aksiyoloji (doğruyu söyleme ahlakı ve aporia) idi.
Bu durumda,
o fotoğrafı çeken Jeff Widener, kasıtlı
bir kayıt bozması yapmış olmakta.
Alptürk ise,
bu bozukluğu daha da flulaştırmakta
çünkü apaçık-kesin bir bilgi işine gelmiyor, uyduruk hikayeler yazamıyor o zaman.
Post-modernizm, sanıldığının tersine, 1945-1990
arası gibi, uzak bir tarihte geçerli bir estetiko-politik
tutumdu. Yalan söylemeyi mübah sayardı, bütün ABD’liler gibi.
Post-2-modern, 1990-2001 arası idi. Post-3-modern, 2001-2011 (Wikileaks)
arası idi. O zamandan beridir de, post-4-modern
zamanlardayız, o da şimdilik.
Artık, makro paradigmaların hep var ve geçerli
olduğu ortaya çıktı.
İkonagrafinin
de yalan dolan olduğu ortaya çıktı.
Devrim,
isyan, şu bu, simgeselliklerle yapılmıyor. Çin devlet kapitalizmine zaten 1971’de
geçmişti, hala da orada.
İşin en
acı yanı, savaşta ABD’yi yenen Vietnam bile, sık sık savaş haline geçtiği Çin’i
örnek alarak, Dünya’nın en düşük aylık asgari ücreti olan 25 dolarla kapılarını
ABD’ye açtı artık. Savaş sisçisi Mc
Namara bile bu kadarını hayal edemezdi.
İşte o
fotoğrafçı ve Alptürk gibiler, o 25 dolarlık asgari ücretin yanında yer aldılar
ikonagrafik ikonagrafik…
50’sinden
sonra çırılçıplak oto-poz veren
Alptürk’ün tavrı da ikonagrafik falan değil, Yıldız-Kenter-gibi’leşmek yalnızca…
(4-5 Temmuz 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder