Tarih,
yeniden okunabilir ve yeniden yorumlanabilir. Çünkü, panoramaya yeni veriler
eklenmiştir.
Ara
şerh: Tarihi ve Dünya Sistemi’ni 5 bin
yıllık bir bütün kabul ediyoruz . % 1’lik
bir zaman dilimi ve parça, istatiksel açıdan bütünü değiştirebilir ki bu da, 2050’den itibaren böyle olacaktır.
Yani, tarih zaten bütün olarak değişen bir şeydir. Bu, aynı tarihin farklı
okumalarından farklı bir okumadır.
1914-1945
arasındaki 2 dünya savaşı ve 2 dünya devrimi, tarihi gerçekten yeniden
biçimlendirdi, 5 bin yıldır belki de ilk kez böyle oldu.
AB
ülkeleri, 1500-1900 arasında Dünya hegemonu idiler, sırayla, kimi çatışarak,
kimi ittifakla.
1945
geldiğinde, AB’nin global hegemonyası bitmiş oldu. 1945-1990 arasında ABD ve
SSCB ikikutuplu global hegemon idi.
1990-2001 arasında ABD tekkutuplu
hegemon idi. 2001 sonrasında Dünya yokkutuplu
bir ortam oldu. Ki bu, zaten tek başına tarihsel bir çözülmeye ve çöküşe
karşılık gelir tanım olarak.
AB’nin
eski sömürgeleri, 1945-1980 arasında onlarca yeni devlet kurdular. Eskiden köle
ve sömürge iken, sonrasında asgari ücretten düşüğe çalışan işgücü oldular ki bu
ABD İç Savaşı’nda da benzeri olarak yaşandı.
Birinci Dünya
/ G-7, adına her ne denmişse orası, 1960-1980 arasında giderek azalan eğilimli
bir ekonomik büyüme yaşadı. 1967 sonrasındaki petrol krizi üzerinden bu odak,
büyümenin sınırına geldi, hatta küçülme eğilimine girdi.
Arrighi
/ Wallerstein / Amin ekibi, bunu daha 1980 öncesinde saptamış ve yazmıştı.
Ancak , G-7’nin kendisini G-20 yaparak, büyüme
kisvesi altında, kendine yeni tüketici pazarı yaratacağını öngöremediler.
1980-2020
arasındaki 40 yılda Türkiye, G-7 ülkelerine 4,5 trilyon dolarlık bir artı /
eksi değer aktardı. Türkiye, Dünya’nın % 1’ini kabaca temsil eder. G-7, Dünya’nın
% 15’inin temsil eder. G-7’siz G-20, Dünya’nın % 15’ini temsil eder.
Şerh:
Burada, Dünya’nın en kalabalık 2 ülkesi olan Çin’in ve Hindistan’ın, birincil
değişiminin, kapitalistleşmek değil, açlarını
doyurmak olduğunu imlemek gerekli. Nobel ödüllü Hintli yazar Roy, 2016
gibi, Hindistan’da 800 milyon aç olduğunu yazmıştı.
1980
liberalizmi, 2007 Krizi ile durdu ve kendini bitirdi. Aradan geçen 12 yılda, bu
krizden çıkış yolu görünmedi ve görünmüyor. Ancak, 1970’de de öyle görünüyordu.
Biz, kapitalizmin her durumda kendini yenileyeceğini düşünenlerden değiliz.
Çünkü tarih, bitmiş kapitalizm
denilebilecek şeyin evreleriyle dolu, örneğin koloniyalizmin ilk formları
tarihe karıştı gitti çoktan.
İşte,
yeni bir çözümleme, tam da bu noktada devreye giriyor, Çin’in ve Hindistan’ın
şu an için ancak doyurabilmiş açlarının, yeni tüketiciler olup olmayacağını
tartışmaya açıyor.
Ki bu
da, 2020-2060 arası demek.
Tartışmanın
ana odağı, Uzakdoğu Asya ama biz, işin içine Brezilya ve Hindistan’ın dahil
olduğunu ama Meksika ve arjantin’in dahil olmadığını düşünüyoruz. Türkiye ise,
her zamanki tam ortada ve tam arada kalmakta.
Uzgel’in
yazı dizisinden alıntı:
“Kapitalizme
destek ise, bir dönem kapitalist olmamak için milyonlarca insan kaybeden ve
ülkesi harap olan Vietnam’da yüzde 97’ye varıyor, bu oran Çin’de yüzde 76,
Malezya’da yüzde 73, Hindistan’da yüzde 72. Kapitalizmin merkezlerinden
Almanya’da ise yüzde 70 iken, Fransa’da yüzde 60’ta kalıyor.”
Bu
verilerin anlamı çok açık:
Batı, kapitalizmin
zararını yaşamaya başladı ama Doğu, kapitalizmin henüz peşin meyvesini yiyor ve
yediklerini faizle borçlanıyor. İşte Türkiye, tam da bu noktada çok uygun bir
örnek: 4,5 trilyon doların nasıl sıfırlandığının kanıtı olan bir ülke Türkiye.
Demek ki
2020-2060 arası için diyebiliriz ki Uzakdoğu Asya ülkeleri kapitalizmde ve/ya
neo-liberalizm denen şeyde kalacak ve doyurduğu eski aç sınıfı bu kezinde orta
direk yapmak için uğraşacak (söylem savları hala aynı yani). Brezilya, şu
ya da bu yoldan 50 milyon vatandaşını orta sınıf yapmakla övünüyordu. Şimdi
sıra bu ülkelerde. AB ülkeleri ise, o yolu çoktan bitirdi, sosyal adalet arıyor.
Demek ki
2020-2060 arası için diyebiliriz ki 2020-2060 arasında 7,5’tan 12,5 milyara
çıkacak olan Dünya’da yeni tür N’inci Dünya’lar oluşacak. Her Dünya, global 1/5’lik
veya 1/6’lık dilimden oluşacak.
Ara
şerh: Dördüncü Dünya, Çin’in 3 Dünya
kuramında veya Hindistan’ın 77’ler Grubu’nda tanımlı değil ama daha 1980
öncesinde fiilen varolan bir kategori. Bu tanımlama ise, N’inci Dünya
tanımlarına uzanabildiği için açık uçlu olmakta.
Birinci
Dünya hala G-7/8/9. İkinci Dünya G-20’nin G-7’den geri kalanı. Müstakbel sınıf
atlama adayı, bu ülkelerin alt-orta sınıfları ki onlar da şimdilik yeni Üçüncü
Dünya olmuş / kılınmış olmakta.
Bu
koşullarda İkinci Dünyalılar, karakafalılıktan sarıkafalılığa ve beyaz Üçüncü Dünya’lığa terfi etmiş olmakta.
Ancak bu, Çin’de ve Hindistan’da büyük
sınıf-içi / sınıflararası çatışmalar demek oldu, oluyor ve olacak.
Ara tanım:
Alt-burjuva ve üst-proleterya arasındaki sınıfsal
geçişebilirliklerini Braudel, 1500-200 arasındaki kapitalist Dünya’da
tanımlamıştı ama buna dikkat edilmemişti. Yani bu durum, önceden yaşanmış ve
bilinen bir şey ama yeniymiş gibi kamuoyuna sunulacak.
Tuhaf
bir gösterge olarak, bu kapitalist olma sevdalısı sarı ırkın beyaz ırkın AB’sine bakışı da şöyle
imiş:
“Belki
de en tuhaf olanı, Asya’daki toplumların Avrupa Birliği konusundaki
görüşlerinin, AB ülkelerindeki toplumlardan daha olumlu olması. Eurobarameter
araştırmasına göre Çinlilerin yüzde 84’ü, Hintlilerin yüzde 83’ü ve Japonların
yüzde 76’sı AB’yi olumlu görürken bu oranın AB içinde yüzde 68’de kalması ve
bunun da AB çevreleri tarafından yüksek bulunarak beğenilmesi, yine çarpıcı
sonuçlardan biri.”
İşte Uzgel,burada
kuramsal sorun yaşamış, çünkü yeni durumlara eski kuramları uygulamış.
2001’den
sonra, Dünya’nın bütün ezilenleri ABD’den nefret eder oldu. Bu da, ABD’yi ve
daha beterini yaratan AB’yi olumlama
gibi, kulağını tersten gösteren bir durum yarattı. Bu da, düalist tezlilik demek. Uzgel’in göremediği bu. Oysa durum, poliyal tezli ama bunlar henüz gündeme
gelmedi: Diyalektik yerine, poliyalektiğin gerekmesinin nedeni de
bu: Gerçek durum bu çünkü: Gerçeği kurama uyduramazsınız, kuramınızı gerçeğe göre yeniden düzenlemeniz gerekir çünkü.
Yine bu
veri, AB’nin kapitalizmi tüketmişliği, daha gerçekçi olması, Aydınlanma Kültürü’nün
inkarı / terki ve İngiltere-Brexit sorunun 2015 değil, taa Aydınlanma dönemli
(diyelim klasik müziksiz bir kültürlülük
gibi) olması demek.
Uzgel,
başka noktalarda da aksıyor:
“Küreselleşmeyi
emperyalizme eşitlediğimizde, şu soruları sormak kaçınılmaz oluyor. Eğer
küreselleşme emperyalizm ise ve Trump küreselleşmeyi reddettiğini açıklıyorsa
bu durumda küreselleşme karşıtı Trump’ı aynı zamanda anti-emperyalist olarak da
nitelendirmemiz mi gerekecek? Ya da bu mantığı tersine çevirirsek, eğer Şi
küreselleşmeyi savunuyorsa, ki öyle, o zaman Şi aynı zamanda emperyalizmi mi
savunuyor olacak?”
Soru kavramsal çerçevesi doğru ama yanıtlama boşta.
Trump
daha seçilmeden, çizgisini açıklamıştı. Onu destekleyen ABD’deki belli oligarkların,
global rekabet gücünü yitiren ABD’nin sanayisini korumak için, globalizmden kapalı ekonomiye geçilmesi
arzusu, daha o zaman belirtilmişti. Bu durumda, en azından ABD emperyalizmi ile
globalizm fiilen birbirinden ayrı kılınmış oldu. Android’in Huawei baskısı da,
bu Yankisel yerelleşme, yerlileşme ve
millileşme için bir gösterge-kanıt
oldu.
Trump’ın
Suriye’den çekilmesi ise, yanlışlıkla buna eşlenik olarak algılandı. Onun
yaptığı ise şuydu yalnızca: ABD’ye yeni askeri harcamalar yaratmak yerine, elde
birikmiş silah stoğunun 3. ve 4. Dünya’ya kakalanması.
Çin ise,
tarihinde ilk kez olarak açıkseçik bir emperyalist olma projesini açıkladı ama
bunu son 20 yıldır hiçbir biçimde beceremedi.
Gelelim
daha da makro çözümlemelere ve irdelemelere:
Roma da,
Roma değerlerini terketti ve kendi hukuğunu yazıya geçirmeden dağıldı giti.
Roma Hukuku’nu yazıya geçirmek, Roma’yı yıkan barbarlara kaldı.
Roma,
Pers ve Yunan ardılı idi, yani onların proto-global
hegemonya sistematiklerinin mirasçısıydı. AB ise, Roma’nın bir nolu düşmanı
barbar Germenler üzerinden bir proje oldu ve Roma-Germen İmparatorluğu kuruldu.
Bugün ise, müstakbel 4. Reich ve Birleşik Almanya Devleti üzerinden aynı çizgi
sürüyor.
Yani
olup bitenler, daha önceleri de olup bitmişti:
AB, AB
değerlerini yitirdi. ABD, AB’nin (kültürel hariç) değerlerini geçici olarak
üstlendi. O da devreden çıkıyor. Üçüncü ve Dördüncü Dünya ise, AB’nin kültürel
değil, ekonomik değerlerini üstlenmeye hazır olduğunu belli etmiş oluyor.
Ek
bilgi: Çin’in ve Hindistan’ın AB’den eski kültürel değerleri zaten var. Ki bu
da, bizim maruf Tanzimat çelişkisinin
onlar tarafından ağır bedellerle yaşanması demek.
Başka
bir veri daha var:
Dünya
nüfusunun yalnızca yarısını banka hesabı olabildi ve Dünya’nın yalnızca % 15-20’si
başka bir ülke gördü. Yani globalleşme, zaten baştan sınırlıydı.
Başka bir
veri daha var:
Çin son
yılın en düşük büyümesini gerçekleştirdi ve Çin 1970-2020 arası için bir projeydi,
yani zirvesini geçti.
Çin
olsun, İslam olsun, ABD açısından anti-SSCB
birer proje idi ve ikisi de başarısız oldu.
Ve en
önemlisi:
Dünya
Sistemi, 400 yıllık sikluslar tasarladı ve 2000’den beridir inişteyiz. Artı, 6
büyük makro kriz daha var.
Çıkış:
Dolayısıyla
Vietnam geç kaldı. Ya o 1950-1970 Savaşı’nı yapmayacaktı, ya da kapitalist
olmayacaktı: Komünist bir ülke olarak, Batı’da 2.000 dolar olan asgari ücreti
25 dolara düşürerek, tarihsel bir ihanet yaratmış ve kayıtlamış oldu.
Dolayısıyla:
Nasıl ki
1980-2020, ABD-AB iç çatışmasına vardıysa; 2020-2060 da Kore, Çin, Japonya,
Vietnam iç çatışmasına varacak ve varmaya çoktan başladı bile: Hong Kong ve
Tayvan sorunları belli.
Dipnot:
Bu konu,
yazılmaya devam edilse gerek bir konu.
(22 Temmuz 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder