İstanbul,
bilmem kaçıncı taşralılaşmasını yaşıyor ve/ya yaşatılıyor.
Taşralılaşma,
Cumhuriyet’in başından beridir sürgelen bir süreçler dizisi.
İstanbul’un
ilk ciddi göçünü 1946 gibi aldığı söylenir. Zaten, nüfusuna baktığımızda bunu
destekler veriler görürüz.
1946-1960
DP’nin 0. liberalleşme denemesini birinci adım sayarsak, bugüne dek 10
civarnıda ve / ama içiçe geçmiş taşralılaşma sürecini gözleriz.
Bu
konuda gecekondululuk ve varoşluk yönünde araştırmalar yapıldı ama kentin
taşralılaşması gözardı edildi hep.
Tanıl
Bora’nın katıldığı ve taşralılığı olumladığı derleme dışında gerçekçiliğe
limitlenen eser yok bu konuda. Onu da negasyonla kullanırsak.
Taşralılığın
birincil ölçütü, darkafalılık olabilir. Küreselleşme çağında, Yerküre’nin
yüzeyini, 20 bin kilometre çapında değil de, 1 kilometre çapında algılamak, tam
taşralılık göstergesi.
Herşeyi
oraya izdüşürmek ve yassıltmak da öyle.
Taşrada
bilim, kültür, sanat da olamıyor ya da olursa da, çakmanın çakması oluyor.
Bugünlerde,
1970 aranjmanlarından berbat, Ozan Doğulu cıstakları beste diye sunuluyor
örneğin.
Bilgisayarda,
100 ayrı kültür ezgisini sentezlemek akla gelmiyor. Cıstak, göbek havası,
tamam. Olay bitiyor.
Bu arada
Ozan Doğulu, Yurdaer Doğulu’nun oğlu. Babasının ilerlettiği müziği daha geriye
gerileterek tam taşralılık örneği sergiliyor ve bir de kasıla kasıla kendini
beğeniyor.
Bu konu
daha yazılacak. Nokta. Es.
(6 Mayıs 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder