Bir
haber:
“Yazarları
arasında Feridun Andaç, Haydar Ergülen, Ayşe Kulin, Ataol Behramoğlu, Müjdat
Gezen ve Hayati Asılyazıcı gibi birçok ünlü ismin bulunduğu aylık kültür sanat
ve edebiyat dergisi “Masa” yayın hayatına başladı.”
Saptamalar:
Bu
süreç, 10-15 yıllık. Sanırım, bu dalgayı 2003’te ilk kez Hayvan başlattı. Öküz
ve Harman ile devam etti.
Öncelikle,
bunların kültürel ve genel bilgi düzeyi lümpenlikte seyrediyor. Bunu saptamış
olalım.
Bu
lümpenlik, Oğuz Aral’ın Utanmaz Adam’ı çizdiği ve tahsisatı seçen (onun ustası
sayabileceğimiz) Yusuf Ziya Ortaç’ın Akbaba’sı ile 1950’lerden beridir böyle.
2 şerh:
Bir: Bunun böyle olması bir zorunluluk değildi. İki: 1950, başbakanın asılmasıyla
sonuçlanan sıfırıncı liberalizmin
miladıdır.
Devam:
Bu,
post-modernizm’in ‘ne olsa gider’i değildir. Bu, post-1-2-3-4-modern dizisinin
ve taa 1750’den devralınan (ve aslında burjuvazinin de bunu biten aristokrasiden
devraldığı) burjuvazinin ölümcül
kültürel ayırtsızlığı’dır. (Geç yaşanmış taşra ve arabesk severlik bunun 2 kriteri olabilir.)
Bu, bir
ayırtsızlık ve ayırdına varamama ama Hegel’sel bir tarih bilinci eksikliği
değil.
Çünkü,
bugüne kadar Hegel dahil, tarih bilincine sahip toplumsal kesim veya (entellektüeller dahil) azınlık hiç mi
hiç olmadı.
Dünya
Sistemi’ciler, bunu pratikte 50, teorikte 100 yılda yaptılar ama onlar da
birbirine aykırı ekollerde toplanan onlarca beyin idiler. Ve bugün Dünya
Sistemi, en az 5 mekro kategoriyi (örneğin Kolomb öncesi Amerikalar’ı) içeremeyecek
denli eksik.
Türkiye
ise, Tanzimat’tan ve 1838’den beridir, bir türlü açıkseçik tanımlayamadığı
Batılılaşma ile ayırtsızlık yaşadı hep. Batı, kayan bir kıble oldu. Daha da
ironiği, şimdi olduğu gibi, arada ortadan yiten bir kıble oldu.
Dolayısıyla,
bu yeni kuşak dergilerin entellektüel düzeyi, eskilerde yarım buçuk (sevelim,
sevilelim tarzında) hümanizm, yenilerde yarım buçuk azınlık-mazlum edebiyatı,
bir de aşırı sansasyonel aktualitecilik
ve sosyal medyacı kıblelik ki bu yeni bir vektör, son 3-4 yıldır diyelim.
Tüm bu
dergilerde yazan en eski kuşak yazarlar, mezara son çıkış ve uzatmanın uzatması
sinyalini çoktan vermiş, ot gelip sap gidememiş, 3.-N. düzeyde yazarlar. En yeni kuşak yazarlar ise, ‘kafadayım (in
spud), tam dağıttım abi’ tarzında insanlar. 40 yaş altı ergeni. Herşeyi
sallayabiliyorlar. Yönelim, yoğunlaşma 0 değil, eksi.
Dolayısıyla
bunlar, bulunup bulunabilecek en-en iyiler olmakta ki düzey uçurumluluğunun nedeni de o. Örnek vermek gerekirse, bu
ülkede en uzun süre gazetecilik yapıp yazan 2 kişi, Altan ve Arcayürek,
bunların kültürel babaları ve dedeleri olmakta: Altan Güneydoğu’da Stalin’in
orglarını çalan imamları hiç algılayamadı, Arcayürek 7 bin sayfa batan
Cumhuriyet’i yazıp, onu batıranlara danışmanlık yapıp, ‘ol mahiler ki suda...’
beytini yazdı 70 yıl boyunca.
Dolayısıyla,
3 yıl önceki 2013 momentiyle bile, bu yeni kuşak dergilerin yazabileceği tek
şey, ‘2. Cumhuriyet Nasıl Kur(t)ulur?’ ama babasının oğulları Ahmet ve
Mehmet’inkiler değil tabii ki.
Bu
dergiler, aynı zamanda ‘kılavuzu karga olanın...’ durumunu da yaratıp,
karikatürlü mizah dergilerini de bu hizaya çektiler. Ve böylelikle de post-TC, Dünya’da dergilerde görselin azaltıldığı ilk ülke oldu.
İyi de,
bu çizgiyi Nihat Genç 20 yıl önce çoktan tüketmişti. Sorun da bu: Olmayan Amerika’yı çok geç keşfetmek.
Hala kıblesizlik, hala kıblesizlik yani. Genç’in bugünkü hali, bu dergilerin 5
yıl sonraki hali yani.
Bunun da
tek nedeni var:
Bunların
hepsi paraya, düzene, iktidara yamandılar. Asimile oldular. Zihinleri, sağlıklı
düşünebilme yetisini hiç kazanamadan yitirdi.
Geriye
kalan tek şey:
Oktay
Güzeloğlu’nun ‘Sokak Mobilyaları’.
Onu da
‘Ağır Roman’ kubura soktu, yazarını da kabire soktu.
Bu
dergilerin de yeri kubur ve kabir zaten.
Tarihin
feçesine hoşgeldiniz...
(16 Haziran 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder