Perşembe, Haziran 02, 2016

Sıkıntı, Parman, Kostalanyi, Cieron

Talat Parman ergenlikle ilgili bir kitabında, ergenik sıkıntısı konusunda bir metin yazmış ama metnin tamamına yakını, sıkıntı konusuna girememe sıkıntısı olmuş.
Hiç sıkılmadım, ergenliğimde bile. Ergenlikte sıkılmanın anlamsız bir varsayım olduğunu yaşadım ve anımsıyorum.
Parman, Deszö Kostalanyi üzerinden, taşra / alay / garnizon kasabalarının sıkıntısından dem vurur. Ancak bu, taşradır, sıkıntı değil. Taşra, sıkıntı dahil, epeyi küçüklük kurtkapanı taşır içinde. Taşralı eşraf ve hatta ulema, küçük burjuva değildir, olamaz da, çünkü taşra kent değildir. Taşra, küçük kent de değildir.
Nasıl ki 10 milyonluk köy-İstanbul yaratıldıysa, 10 milyonluk varoş-getto İstanbul yaratıldıysa, şu sıralar tam da 10 milyonluk taşra-kasaba İstanbul yaratıldı. 50 yılda bu kadar ilerleme, ilerleme sayılıyor mu, ona okur karar versin.
Taşra sıkıntılıdır ama kendi sıkıntısı olarak. (Taşrada hiçbirşey olmaz, büyükkenttte sürekli bir şey olur, ikisi de sıkıcıdır, çünkü tekdüzedir.)
Sıkıntı, yaşamın pazar günüdür, demiş Cieron. Tatil anlamında mı, sendromlu pazartesi öncesiki gün anlamında mı, belli değil.
Dolayısıyla:
Tek bir sıkıntı yoktur.
Bugün sıkıntı dediğimizde, maddi ve manevi herşeyi doğduğundan öldüğüne dek hazır bulan, rantiye görünüp olmayan ve bunun için bir bedel ödemiyor görünen ama eksi zekayla ve eksi bilgiyle ödeyen küçük burjuva sıkıntısını anlarız.
Sıkıntı, hiç düşünmemektir yani.
Beyinsizler sıkılır yani.
Kostalanyi’nin tarif ettiği, loş bir odada boş bir duvara bakmak, sıkıntı değil, özgürlüktür, insanlardan ve toplumdan özgürlük. Ayrıca, düşünebilme olanağıdır. İnsan çoğunluk dururken düşünür çünkü.

(1 Haziran 2016)

Hiç yorum yok: