Talat
Parman ergenlikle ilgili bir kitabında, ergenik sıkıntısı konusunda bir metin
yazmış ama metnin tamamına yakını, sıkıntı konusuna girememe sıkıntısı olmuş.
Hiç
sıkılmadım, ergenliğimde bile. Ergenlikte sıkılmanın anlamsız bir varsayım
olduğunu yaşadım ve anımsıyorum.
Parman, Deszö
Kostalanyi üzerinden, taşra / alay / garnizon kasabalarının sıkıntısından dem
vurur. Ancak bu, taşradır, sıkıntı değil. Taşra, sıkıntı dahil, epeyi küçüklük
kurtkapanı taşır içinde. Taşralı eşraf ve hatta ulema, küçük burjuva değildir,
olamaz da, çünkü taşra kent değildir. Taşra, küçük kent de değildir.
Nasıl ki
10 milyonluk köy-İstanbul yaratıldıysa, 10 milyonluk varoş-getto İstanbul
yaratıldıysa, şu sıralar tam da 10 milyonluk taşra-kasaba İstanbul yaratıldı.
50 yılda bu kadar ilerleme, ilerleme sayılıyor mu, ona okur karar versin.
Taşra
sıkıntılıdır ama kendi sıkıntısı olarak. (Taşrada hiçbirşey olmaz, büyükkenttte
sürekli bir şey olur, ikisi de sıkıcıdır, çünkü tekdüzedir.)
Sıkıntı,
yaşamın pazar günüdür, demiş Cieron. Tatil anlamında mı, sendromlu pazartesi öncesiki
gün anlamında mı, belli değil.
Dolayısıyla:
Tek bir
sıkıntı yoktur.
Bugün
sıkıntı dediğimizde, maddi ve manevi herşeyi doğduğundan öldüğüne dek hazır
bulan, rantiye görünüp olmayan ve bunun için bir bedel ödemiyor görünen ama
eksi zekayla ve eksi bilgiyle ödeyen küçük
burjuva sıkıntısını anlarız.
Sıkıntı,
hiç düşünmemektir yani.
Beyinsizler
sıkılır yani.
Kostalanyi’nin
tarif ettiği, loş bir odada boş bir duvara bakmak, sıkıntı değil, özgürlüktür,
insanlardan ve toplumdan özgürlük. Ayrıca, düşünebilme olanağıdır. İnsan çoğunluk
dururken düşünür çünkü.
(1 Haziran 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder