Sınıfsal
kökenimle, maksimum lise mezunu olanaklı olarak doğdum. Lisansüstü mezunu oldum
ama tezsiz (nedeni evsizlikti).
Not: Son
5 yılda 1 milyon üniversite öğrencisi, parasızlık nedeniyle öğrenimini bıraktı.
Sınıfsal determinizm bu. Beni belirleyemedi ama, üniversiteyi bitirdim ama, iki
kardeşim okulu bıraktı ama.
Ana
tarafımda da, baba tarafımda da, AFL ve BÜ gibi iki okulu bitiren ilk ve tek
kişiyim. Alamancı veya diğer yurtdışı şıkkını deneyen çok ama. Herkes, bulduğu
şıkkı oynadı yani.
Bir
teyze oğlu ve bir hala oğlu erken (45 gibi?) vefat etti. İkisi de alkolden.
Kısacası,
bildiğimiz lümpen orta-alt sınıftık topluca.
Eti ayda
bir, muzu beş yılda bir yiyebilirdik.
13
yıllık ABD tipi eğitim, biyografimi ve ontosumu metamorfozladı.
Tam
anlamıyla / bütünüyle değilse bile, epeyi bir kültürel yabancılaşma yaşadım. Başkaları durumumu, civciv çıktığı
yumurtayı beğenmemiş, olarak gördüler.
1950-1960
arasında bunu yaşayan yüz binler oldu. Çünkü o kuşak, Türkiye’de topluca
üniversiteye giden ilk kuşaktı, kızlar dahil.
Eskiden
lise mezunları öğretmen veya askerlikte subay olurlardı.
5 yıllık
kalkınma planlarına bakıldığında, 1960-1980 arası, kendi yağıyla kavrulmacı geçti.
1983-2019
ise, bildiğimiz gönüllü sömürgeleşme
ile geçti.
Eğitim
ve sağlık sistemi çöktü.
50 küsur
yıllık maraziliğim sırasında, hastanelerin hiç değişmediğini yaşadım. Gövdemde
doktor hatası hasar neredeyse 10 tane.
Benim
gibi, fakir kökenli olanlar, sınıf atlamayı seçtiler. 1980 öncesinde ister solcu
olsun, ister sağcı olsun.
Akir
kalmayı seçmişliğim tartışmalı. Latife Tekin tezini hiç kabul etmedim. Fakirdim
ve zekiydim. Birini seçebilirdim. Bence bu seçim değildi.
Sonuç,
kezlerce ölüm riski oldu.
Türkiye
de aynı yok olma risklerini yaşadı, yaşıyor.
Varlığım
/ ontosum, genelde tarihdışı idi. Apolitikliğin dışında bir şey bu. Bir
tür politiklik-üstü, bir tür politik
aktiflik benimkisi. Yazarak yani.
14’ümde
de eksodusum yoktu, 59’umda da yok.
Mucize
yaşama şanslarımı eğitimle kullandım, mucize kotam doldu. Son 9-10 yıldır,
felaket, doktor, hastane, ilaç gırla gidiyorum.
En
ironiği şu:
Artık
dönme/lik şansım bile yok.
Belki acısız
ölüm hakkım kalmıştır geriye. Dilerim öyledir.
Ancak bu,
TC için de böyle.
TC de
tüm haklarını kullandı, hatta daha fazlasını.
Eskiden
olsa, Benjamin tarzı, Fassbinder tarzı bir otobiyografi-tarihçe
ilintisi kurardım, kurdum da, artık kurmuyorum.
Kafka’nın
da, Beckett’in de, anlam ufkunu
geçtiğini düşünürsek, benim de anlam ufkunu geçmem, eski söylemin tükenmesi
demek. Eski söylemle, anlamsızlığın
göbeğindeyiz hepimiz yani.
Kendimi
yeni söyleme aktarabileceğimden emin değilim.
TC’nin
de.
Yaşlı
bir insanı yaşamın kıyısına almak
zor, bitmiş bir ülkeyi tarihin kıyısına
almak zor.
Tarihin huzurevi nasıl bir şeydir acaba?
Bana da,
TC’ye de gereken bu gibi.
(28 Kasım 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder