“1971
yazıydı… Demokratik direniş örgütlenmesi için Brüksel, Paris ve Stockholm’da
konakladıktan sonra, Türkiye’de açılan, benim de sanık olarak arandığım TKP
davası üzerine dönemin en eski siyasal sürgünlerinden, parti genel sekreteri
Zeki Baştımar’la Doğu Berlin’de görüşüyorduk.
Sormuştu:
“Sürgünde ne yapacaksınız?”
“Sürgünde
kalıcı değiliz” demiştim, “Belli görevleri yerine getirdikten sonra en kısa
zamanda yine illegal yollardan Türkiye’ye döneceğiz.”
Acı bir
tebessümle yanıtlamıştı: “Sanmam. Biz de o niyetlerle çıktık Türkiye’den.
Bakın, kaç yıl oluyor, hâlâ buralardayız. Gerçekçi olmak lazım... Siz de uzun
sürgün yaşamına hazırlıklı olun.”
Birinci
bilinçsizlik:
Sürgün
hep gelir ve uzun sürer.
Eğer
sürgünde 10 yıl kalmışsan, ülkene dönsen de, sürgün zihninin içinde hiç bitmez.
Bunu,
Alamancılar’ın 2 ülkeli ülkesizlik
durumundan biliyoruz.
Sanırız,
kültürel kimlik tek ülkeli bir şey.
Büyük olasılık tek ana dili gibi.
Kültüroloji,
sosyal psikolojiyi kullanarak, şunu saptamış olabilirdi:
Kültürün Murdock’sal 999 dalı, bizi öyle bir çevirir, içimize
öyle bir işler ki, kendi kültürel kimliğimizden başka hepsi, bizi
yabancılaştırır, gurbet-acısı’lılaştrırır, melankoli’lileştirir.
Ama
saptamadı.
Hala
saptamadı.
+
“1971
yazıydı…”
İkinci
bilinçsizlik:
1971-2020
arasıki 50 yıl, yeni ve tek parça sürgünsel bir dönem.
1960-1980
arasıki sol dalganın sonucu gelen, sağ ve liberal dalganın sonucu bir yekpare
dönem.
Bildiğimiz,
sürgündeki 1968’liler ve 978’liler yani. 35-50 bin kişi yani.
O
zamanki ülkenin eğitimli ana kuşağı yani.
Karşılaştır-karşıtlaştır:
2017-2019
arasında, 400 bin eğitimli ve paralı
insan da sürgüne gitti. Gönüllüce. Ülkeyi terketti yani.
Ama aç kalmayacaklar.
Ama
zaten liberalizmin işbirlikçisi
durumundalar.
O 50 bin
kişiyle benzetilemeyecek durumdalar. Hiç çaresiz kalmayacaklar örneğin. Çoğu
dil biliyor zaten.
+
“12 Mart
sonrasında da, 12 Eylül’ün ardından da sürgüne çıkmak zorunda kalanlar
genellikle sosyalist hareketimizde ya da Kürt, Asuri, Ermeni, Ezidi, Alevi
örgütlenme ve yayınlarında faşizan baskılara hedef alınmış arkadaşlarımız
olduğu halde…”
Üçüncü
bilinçsizlik:
1915,
1922, 1924, 1946, 1955, 1965, 1974, 1993.
Bunlar,
azınlıkların şu ya bu biçimde ülkeyi terketmek durumunda kaldığı yıllar.
Tamamına yakını Hristiyan.
Onların
solla ilgisi yok.
Onların Dünya etnik azınlıklar sürgünleri tarihi
ile ilgisi var.
+
“2016’dan
sonra Erdoğan diktasının düşman ilan ettiği, sol’la uzaktan yakından hiçbir
ilişkisi olmayan bir başka kategori sürgüne çıkmak zorunda kaldı…”
Dördüncü
bilinçsizlik:
Fethullah
kadrosu ayrı hikaye.
2016
darbemsisinin tarihi yazıldığı zaman durumları tam açıklığa kavuşacak. Yine de
bildiğimiz şu: Cezalandırılanlar küçükler, asıl büyükler hala ortalıkta. Ve
pekala yeniden iktidar olabilirler.
Ve
içlerinde idamlıklar da var.
+
Ara
nağme:
1980
ertesinde Türkiye, yolgeçen hanı oldu.
40
yıldır yılda 250-500 bin kişi, transit geçiyor ülkeden.
Bunlar;
iktisadi, askeri, siyasi göçmenler ve artı insan trafiği (human trafficking),
yani işin içinde uyuşturucu ve fuhuş da var.
Bunların
en az 6 milyonu kayıtlı veya kayıtsız olarak Türkiye’de kaldı.
Yani
Türkiye, hem göç veren, hem de göç alan bir ülke. Dünya’da böyle olan çok ülke
yok.
Söz
edilen son 50 yıl için, 600 bin kişi gitmiş, 6 milyon kişi gelmiş denebilir.
Gelenlerin hepsi ümmi düzeyde. Gidenlerin hemen hepsi üniversite eğitimli
düzeyde.
Zaman
içinde ortalama 60 milyonluk 3-5 yıllık eğitimli (200 eder diyelim) bir ülkede,
9 milyon eksilt, 6 milyon 0 ekle. Büyükkentlerdeki eğitim düzeyi, ümmi düzeye
insin. İndi de.
Vurgu:
Tarihte,
bunu bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek yapan ilk ve tek ülke
Türkiye.
+
Beşinci
bilinçsizlik:
Gelelim beyaz sürgüne ve siyah sürgüne:
Özgüden,
bir beyaz sürgün.
Demir
Özlü, sürgünde 10 yıl kalmış, 10 yıl da hep burs almış.
Beyaz
sürgünlük bu.
Siyah
sürgünlük ise, aç kalmak, yalnız kalmak, hastalanmak, intihar etmek olmakta.
+
Dedik ya
Özgüden, sudaki balık kadar sudan habersiz.
Kendi
sürgünlüğünün tarihsel ve kişisel anlamını bilmiyor.
(15 Aralık 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder