Türkiye
sınırına yakın, Hatay'ın hemen güneyindeki Suriye Medaya'da insanlar kuşatma
altında açlıktan ölmeye başlamış. Yamyamlık olayı olup olmadığı bilgisi yok.
Merak ettiğim şu: Herşey olup biterken, tüm partiler, tüm işadamları, şu bu,
Türkiye'de de benzer koşullara gidildiğini görmüyorlar mı? Bu ülkede, 1915'te
çocukları kesip çengelde satan kasap vardı. (Kaynak: Refik Halid Karay.)
İktidar seçkinleri, hepsinin kaçamayacağını, bir bölümünün ızgara olacağını
anlayamıyorlar mı? Anlıyorum ki Spartacus, evsahiplerini doğrarken çok
haklıymış.
+
Diyanet
İşleri'nin ensesti olağan sayan fetvasından sonraki gelişmeler ilginç: Başkan,
bilgi verdikleri için insanları suçladı. Üstelik, kendi hempaları Dilipak
çıkıp, günah evlerini anlattıktan 1 gün sonra. Bu ülkedekiler, Müslüman bile
olamadı ya, ona çok gülerim. Not: Ensestin belli (18 yaş üstü ve gönüllü)
biçimlerine karşı değilim: Başkan yerine, beni sapık sayabilirsiniz yani.
+
Yangında
ilk kurtarılacak şey mi arıyorsunuz? Bilgi ve zekayı kurtarın önce. Olmadı,
Tübitak'ın kendisinin toplayıp imha ettiği, Tübitak bilim kitaplarını kurtarın.
Daha çok işe yarar. Bırakın, onu ya da bunu tabu, insanlığın son kalesi
saymayı. Eşcinseller evlenince, insanlık batmadı, tam tersine eşcinsellik
kurumu battı ve/ya zarar gördü. Kendi kafalarına sıktılar yani.
+
Bugün,
nasıl desem?, çok tiz, çok yırtıcı duygular yaşadım. Bu duyguları 20'li
yaşlarımda bıraktım sanıyordum. Kendimi devrim öncesindeki koşullarda delice
duygular yaşayan insanlar gibi hissettim. İlginç olan şu: Aklım başımdan gitmedi.
(Ancak, bende id ile süperegonun yerleri çapraz değişiktir.) Tam tersine,
arabesk dinleyip, onu analiz ettiğim yıllar gibi, kültürün zehrini içip, onu
gelecekbilimsel olarak açan bir içgörü yaşadım. Eskiden bu zehirler bende
travma yaratırdı. Demek ki deliliğimin fabrika ayarlarında oynama olmuş.
Düşmanın üzerine ağır ağır yürüyorum gibi. Sonuçta, gaz frene çok yakın (Ferhan
Şensoy) ve kasap kancadaki ete çok yakın (bunu ben uydurdum, ‘Taht Oyunları’
repliğinin üzerine). Bildiğim, araf yok ve cehennem ve cennet içiçe. Olağandır:
Çünkü rönesans ve engizisyon içiçeliği tarihte olabildi daha önceden. Sanırım,
TC de aynı koşullara yelken açtı. Çıplak derili bir deli olarak, ilk benim
ruhum ürperdi. Fırtına öncesi sessizlik değil bu, daha çok esintideki kan
kokusu: Kendi kanımın ve başkalarının kanının kokusunu alıyorum.
+
Ve
accaip olan şu: O kan kokusu, benim pusulam olacak gibi. Şerh: Adı tam 'kan
kokusu' olmayabilir ama kendi libidomun salgısının, özellikle korku salgısının
kokusunu algıladım bugün. Eski ustalarım baki: Makyavelli-Neçayef ikilisi ve
Fassbinder-Kafka ikilisi: Başkalarının ölümleri ve kendi ölümlerimiz. Tam
sözcük ne bilmiyorum ama aklıma 'grief-passion' geldi: (Yeis) Yas-tutku.
Zeka-bilgi tümleşiği gibi. Ölümlerimin (şimdiye kadar hiç tutamadığım) yasları
ve gelecek yaşamın tutkusu. Eh, bu da doğrudan öldürmek demek. Son 15
dakikadaki paragraflarımı yarın Rehaca'ya bile çevirmem gerekecek. Yine, kendi
yazdıklarımı tam anlayamadım.
+
Dipnot:
‘Word’e
‘kopyala-yapıştır’ yaptıktan sonra yeniden okudum yazdıklarımı.
Yazdıklarımın
anlamı şu:
Kafka ve
Fassbinder aynı dönemi anlatır ama Kafka geleceğe doğru ve Fassbinder geçmişe
doğru bakar ki ikisi de ölü bir an ve ölü bir kültür görürler ve bunun
travmasını sanatçı olarak dilegetirirler. Ben nasıl ki Makyavelli-Neçayef
dikmesi alıyorsam, Fassbinder-Kafka dikmesini de alıyorum, çünük
geçmişbilim-gelecekbilim bireşimi var elimde, en azından bir tanesi şimdilik.
Ancak bu durumda ben, Acı’yı da istatistik (1’den sonrası çok) kılmış oluyorum,
eğer öyle sayılacaksam, faşizmim burada. Bense, bunu eksodus olarak yapıyorum,
5,5 yıldır fellik fellik aradığım eksodus olarak.
Benim
yazdıklarım da, kendi geçmişimle kendi geleceğimin duygularını üstüste
çakıştırmak olmuş. Duygusal kırınım saçakları(m), benim gibi nesnel-kurmacadışı
yazan biri için ilginç bir momentte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder