Bu
metin, Woolf üzerinden başlayan gerçek ve hayali yaşantı ve tasarımlardan
ibaret ve mürekkep.
Bir
kitapçı dükkanında bir gün, bir Woolf kitabı üzerinden başladı herşey. Bu, ‘Orlando’
değildi. Bir Woolf’u anlamaya giriş kitabıydı.
+
Orada
feminist bir lezbiyen, biseksüelleri lezbiyen saymadığını belirtti bana. Sustum
yalnızca.
Bundan
sonraki parça ona anlatmayı tasarladığım ama anlatmadığım parça, nedenin
açılımları sonraki parçalarda gelecek.
(Not:
Anlatmamamın nedeni, daha önce anlatmışlığım ve mal gibi bir yüz ifadesi
görmüşlüğümdür.)
+
Biseksüelite
ve bigami ayrı şeyler. Monogamist bir biseksüel, herhangi bir kezinde veya
tercihinde, yalnızca eşcinsel veya zıtcinsel davranacaktır.
Yalnızca
aktif eşcinsel olan erkeğin durumu ise, biraz maço sivriliğinde olarak yine
farklı olacaktır.
Not:
Yalnızca aktif eşcinsel erkek, Batı kültürlerinde de tam homoseksüel
sayılmıyor.
Asıl
önemlisi, biseksüel biri de, yaşamının belli evrelerinde aseksüel
kalabilecektir. Yani sonuçta, bu Dünya’ya çiftleşmeye gelmedi kimse. Bazıları
buna ayıyor, bazıları huna hiç aymıyor, fark bu yalnızca.
+
Burada
ekstradan var olan durum, aşk, çocuk yapma, çiftleşme, eşlilik ve evlilik
denilen şeylerin farklı farklı şeyler olması.
Kadın
için de, genetik, biyolojik, psikolojik annelik farklı şeyler. Birkaç onyıldır
bunlardan epeyi oluştu.
Yani:
Çocuğunu
başkasına taşıtan tembel manken kadın var, evlatlık alan kısır kadın var,
parayla eşcinsel erkeklere taşıyıcı annelik yapan kadın var.
+
Zamanında
internette bir aseksüel grupla karşılaşmıştım. Aralarında hamilelik yaşayarak çocuk sahibi olmak isteyenler de vardı. Bunun
aseksüelite olmadığını onlara anlatamadım. Ve herzamanki gibi konu, benim
mekandan kovulmamla sonuçlandı.
Eh
sonuçta o deneyimle, bir kitap oldu. Cukkada uyuyor.
+
Sonra,
yine internette bir Lgbti grubuyla karşılaştım. Onlara da nötroseksüeliteyi ve
emekli heteroloğu anlatamadım ki aseksüellere de nötroseksüelliği
anlatamamıştım.
Eh,
oradan da şutlandım. Ancak bu kez, bırak 2 kitap olmayı, bir de üzerine, bugüne
kadar okuduğum Türkçe veya İngilizce hiçbir kitapta olmayan bilgileri, alan
taramasında kültürel antropoloji kaydı olarak edindim. Buradan o arkadaşlara
teşekkür ediyorum.
Not: Bu
metin de, o bilgiler ile yazılıyor zaten.
+
Konu,
tabii ki Woolf’un eşcinselliğine ve biseksüelitesine gelecek.
Bizim
aseksüeller ve Lgbti’ler kraldan daha kraliyet bilen olarak, ona da fetva
veriyorlar:
‘Zinhar
olmaaz.’
Ya da
yeni yetme ergenler gibi ona özenip, Woolf’çuluk oynuyorlar. Çocuk irisi ve
beyin boşu 40 yaşında ergenler olarak.
Woolf
üzerinden geçici diyalog kurduğum o feminist arkadaş, benim satın aldığım ve
onun hızlı okuduğu kitaptan bir gerçeği çabuk öğrendi: Woolf zengindi ve
sıkılıyordu. Tabii bir de, o arkadaşın anlayamayacağı bir biçimde, Victoria toplumu insanı idi.
+
Woolf,
bir İngiliz. Üst burjuva bir İngiliz. Kibirli ve sıkılıyor.
Yani yaşadıklarının
ve yazdıklarının önemli bir bölümü, o sıkıntıdan ileri geliyor ve hatta bu
kadınsal sıkıntının İngiliz erkeklerinin üçte birini eşcinsel yaptığı söylenir.
Not:
Agatha Christie ise, bu sıkıntıyı polisiye roman yazarak atmaya çabalamış.
İngilizler’in yaşamı bu denli anlamsız bulabilmesi beni hep eğlendirmiştir.
+
Woolf’un
antitezi Anna Cavan. ‘Buz’ adlı romanıyla benzer bir tema izler. Ancak Cavan,
durumunu ciddiye alır ve sonu intiharla biter. Kutup soğuğu dişil bir trajedidir
onunkisi. Frijidizm’i, gezegen ötesinde aşar.
Bu,
öznel-dişisel-frijidizm, 1900-1980 doğumlu olarak tanıdığım, Dünya’nın çok
farklı ülkelerinden kadınlarda hep vardı nedense.
Eskiden
bir partnerim vardı: Kendini aşırı soğuk ruhlu ama beni de evcilleştirilmemiş magma ruhlu biri bulurdu. O hala soğuk ruhlu,
ben hala sıcak ruhlu, kadın erkeği öldüremedi yani. Bu da kadın-erkek polisiyesi işte.
+
‘Buz’ da
bir bilimkurgudur aslında, ‘Orlando’ da...
2016
Ocak itibarıyla tuhaf olan, daha önceki birçok bilimkurgusal hayal gibi tek bir
yaşam içinde, birden çok cinsiyet tercihleri arasında, birden çok gezinmenin
mümkünlüğüdür. Daha da tuhaf olanı, kimsenin ikinci kez (başlangıç cinsine geri
dönen) transseksüel ameliyat geçirmemişliğidir.
Ki bu
da, yine bir bilimkurgu roman olan, türünün başyapıtı ve şimdilik hala tek
örneği olan ‘Triton’ da anlatılır.
+
Tabii
bunların üzerine, bilimkurgunun kraliçesi olan Ursula K. Le Guin’in hem
‘Mülksüzler’de, hem de ‘Hep Yuvaya Dönmek’te göstere göstere, matriyarkal faşizm
ve uterus yüceltmesi yapması akıl karı
/ alır gibi değildir.
+
Yani
toparlarsak:
Woolf
aslen, bir kadının yaratığı tip olan Frankenstein idi (ki kimsenin aklına dişi Frankenstein gelmedi şimdiye dek
nedense, feministlerin bile). Biz nasıl ki asıl adı taşıyan doktoru değil,
canavarı Frankenstein sanıyorsak hala, Woolf’u da canvar sanmıyoruz hala. Ki bu
durum da, ‘Who is Afraid of Woolf?’ oyunuyla ironize edilmiştir.
Woolf
aslen, ne feminist idi, ne yazar idi, yalnızca sıkılan ve ruh soğuğu bir kadın
idi.
Çünkü o
varken, Arendt de vardı, Goodman da...
Çünkü o
varken, Curie de vardı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder