Ölümün
insanı korkutması olağan.
Ölümden
korkmadığını önesürenlerin kıtır attığını yeterince gözlemişimdir.
Ölüm
korkusunun psikolojide 2 tanımı varmış:
Nekrofobi
ve tanotofobi.
Nekrofobi,
ölü ve ölümle ilgili şeylerden irrasyonel korkuymuş.
İyi de,
ölüm rasyonel bir şey değil ki, korkusu rasyonel olabilsin.
Tanımı
böyle koyan psikologların da ölüme karşı tavrı farklı olmuyor.
Tanotofobi
ise, insanın kendi ölümünden korkmasıymış.
Fobi-’nin,
mani-’nin, pati-’nin tanımları hep boşta kalıyor.
Fobiyi,
bir zamanlar ‘korkmaktan korkma’ olarak tanımlamışlardı.
Oysa,
karanlık gibi, ölüm gibi bazı şeyler, insanı içgüdüsel olarak korkutur. Zaten
ölümden korkmayan birinin, ‘kaç veya döğüş’ refleksi işlemeyebilir ve bu da, o
kişinin ölüm nedeni olabilir.
Burada
dikkati çekmek istediğimiz nokta, açıkseçik olarak ölüm korkusunun tanımlanamaması.
Devam:
“Genel
olarak ölümden korkup korkmadığımız sorulduğunda, çoğumuz bunu inkâr ediyor,
sadece biraz endişe duyduğumuzu ifade ediyoruz. Ölümden aşırı korku duyduğunu
(tanatofobi) açıklayan azınlık ise psikolojik olarak anormal görülüyor ve
tedavi görmeleri tavsiye ediliyor.
Öte
yandan, ölüm kaygımızın düşük seviyede olduğunu söylememiz, bu korkuyu kendimize
ve başkalarına itiraf etmekten çekindiğimiz anlamına da gelebilir. Bu teoriye
dayanan sosyal psikologlar, yaklaşık 30 yıldır kendi ölümümüzle yüzleşmenin
sosyal ve psikolojik etkilerini araştırıyor. 200’den fazla deneyin yapıldığı bu
araştırmalarda insanlardan ölüm anını hayal etmeleri isteniyor.
İlk
araştırma Amerika’da bölge mahkemelerindeki yargıçlar üzerinde yapılmıştı.
Yargıçların kefaletle serbest bırakma yönünde karar alabilecekleri uydurma bir
senaryo oluşturuldu. Karar vermeden önce kendi ölümlülükleri hatırlatılmış olan
yargıçların diğerlerine oranla çok daha yüksek kefalet belirledikleri görüldü.
Daha sonra farklı ülkelerden insanlar üzerinde yapılan deneylerde, ölüm
düşüncesinin yol açtığı birçok etki tespit edildi.”
Yani
ölüm korkusu, davranışlarımızı etkiliyormuş.
Ancak,
hiç ummadığım bir biçimde:
“İnsanı
daha acımasız cezalara yöneltmenin yanısıra, ölüm düşüncesinin milliyetçi,
ırkçı, dinsel ve yaşla ilgili önyargıları da artırdığı ve bu şekilde davranmaya
yönelttiği görüldü.
Bu
araştırmalar, ölüm hatırlatmasının, bağlı olduğumuz gruplarla bağlarımızı
güçlendirdiğini, bizden farklı olanların ise aleyhine işlediğini gösteriyor.
Ölüm
hatırlatması ayrıca siyasi ve dini inançlarımız üzerinde de ilginç etkilerde
bulunuyor. Ölüm düşüncesi, kutuplaşmayı artırıyor: yani liberaller daha
liberal, muhafazakârlar daha muhafazakâr olurken, dini inançları güçlü olanlar
bu inançları daha tutucu savunmaya, inançsızlar ise daha tanrı tanımaz hale
geliyorlar.
Öte
yandan ölüm düşüncesi insanı, belki de farkında olmadan, biraz daha dini
inançlara yöneltiyor. Bu düşünceyi hatırlatan şey güçlü ise ve kişi daha önceki
siyasi inançlarının pek de farkında değilse, muhafazakâr fikirleri ve
siyasetçileri daha fazla destekler hale geliyor. Bazı araştırmacılar, 11
Eylül’den sonra ABD’deki sağa kaymayı buna bağlıyor.”
Çook
hatalı saptamalar bunlar.
Ben
sürekli ölümü düşünürüm. Çok yıldır. 2000’den beridir diyelim.
Ancak bu
tanotofobi bende, insanlarla aramdaki (ideolojik) farkı kaldırdı. Tüm yaşamı
boyunca, ‘ben ve insanlık’ ayrımı yapageldim ama artık beni öldürecek
insanlarla, oturup beni öldürmelerini tartışabiliyorum. Örneğin, IŞİD’i şeriat
için insan öldürdüğü için, bir ateist olarak bile, haklı buluyorum. Çünkü İslam
o zaten. 2003 kasım Galatasaray bombasından kıl payı kurtuldum, bombacılara
kızmış değilim.
Artı,
2011 gibi AKP’nin giderek MHP’lileşeceğini de bu biçimde öngürdüm ve haklı
çıktım. (Kronik bir oyvermezim.)
3
paragrafta 3 temel hata:
Ölüm
korkusunun merhamet yarattığı, hep bilinen bir şeydir. Ölümcül hastalığa
yakalanların, aşırı yumuşadığını kezlerce kişide gözledim doğrudan.
Liberaller
daha liberal, özgürlükçüler daha özgürlükçü olmaz, ölüm düşüncesiyle. Ölüm korkusu
takınaklaşırsa, insan hep sağa ve özgürlüksüzlüğe kaşar. TC’de son 5 yıldır
öyle oldu zaten.
ABD’lilerin
11 Eylül 2001 ertesinde sağa kaydırılması, tümüyle bir dezenformasyon sağanağı.
Genel
panorama saptaması:
Ne kadar
çok yanlış, önyargı, doğrunun inkarı birarada.
Kendi
hatasını itiraf:
“Peki,
ölüm konusundaki korkuları konuşma yoluyla aşma çabalarına ne demeli? Gerek
bireysel gerekse kamusal alanda ölümden daha fazla söz etmek belki de araştırmaların
ortaya koyduğu gibi, bizleri daha fazla önyargılı ve cezalandırıcı hale
getirebilir. Ama belki de bu negatif etkiler, ölümü düşünmeye ve konuşmaya
alışkın olmamamızdan kaynaklanıyor.”
Evet,
kendi ölümümüzü inkar ederiz. Duyarsız kaldığımız şey, başkalarının ölümü ve
naklen savaştır. Ölüm kapıya dayanınca, herkes tırsar.
Burada, doktorların hastalarının acısına
duyarsızlaşması örneği uygundur. Bir ortopedist, bizzat izlediğim üzere,
acıya dayanıklığı savunurken, kendi bacağı kırılınca, ‘yandım Allah’ diye
bağırır.
En
önemlisi:
Acı’yı
veya ölümü görmek, kendi Acı’ımıza ve kendi ölümümüze bizi hazırlamaz.
Ölüme
hazır olunmaz pek zaten, teslim olunur.
Bu,
ölümü kesinleşen (idam mahkumu veye kanser hastası) insanların ölmeye doğruki
çizgileri açıkseçik kayıtlanarak gösterilmiştir.
Demek ki
şimdi de oturup, ölüm korkusunu ve korkumu tanımlamam gerekli ama bunu yapmayı
sonuna kadar götürebileceğimden emin değilim, nekrofobim / tanotofobim panik
atak yaratıyor çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder