Önnot 1:
Bu başlıkla bir yazı daha yazmış olduğumu sanıyordum ama arşivimde bulamadım.
Bu, onun minvali üzerine değil.
Önnot 2:
Din adamlarını ve siyasetçileri bu tanımların dışında tutuyoruz. Şimdilik.
ABD,
seri katillerle seri teröristlerin arasına değişik bir öldürücü tipini soktu:
Kitlesel
vurucular (mass shooters).
Bir
kişinin kitlesel vurucu olması için, en az 4 kişiyi öldürmesi veya yaralaması gerekiyormuş,
tanım gereği.
Bu
kitlesel vurucuların kafayı sıyırtmış olma olasılığı yüksek oluyor.
Bizi
bunlardan ilgilendirenler, ABD’lilerden
nefret eden ABD’li olma durumu.
Türkiyeliler
de epeyi silahsever olurlar ama ABD’lilerinki hastalık ve fanatizm durumunda.
ABD’de her evde ortalama 3-5 silah var.
Türkiyeliler
de kolay bölünürler ama ABD’lilerinki daha kolay, çünkü Türkiye’de 100 halk
varsa, ABD’de 200 halk veya altkültür var.
Dolayısıyla
bu silahlı kitlesel vurucular, kendilerine düşman edinmekte, yaratmakta,
tasarlamakta sorun yaşamıyorlar.
Ancak,
polisiye romanda Lawrence Sanders’in ilk kez seri olarak dikktati çektiği bir
durum daha var:
Nedensiz
cinayet.
Yani, öldüren
insanla öldürülen insan arasında, klasik ‘öldürücem lan seni’ düşmanlığı yok ve
hatta belki birbirleriyle tanışmıyorlar bile.
İşte
bundan sonra, burada ilk olarak gündem getirdiğimiz, simgesel öldürme var:
Seri
katillerde de, seri teröristlerde de var olan bu öldürme ritüeli dizisi, seri
kitlesel vurucularda da var.
Diğer
bir deyişle:
Öldürmek,
hem çok anlamlı, hem de çok anlamsız bir şey.
Yani,
seni aldatan karını öldürmek ve sonra asılmak, başka epeyi kişiye anlamsız
gelir.
Yani,
din için öldürmek ve cennet umudu, epeyi ateiste anlamsız gelir.
İşte bu
kayabilen anlamı, seri katil de, seri kitlesel vurucu da, düşmanını seçerken ve
öldürürken, bazı ritüeller oluşturarak oluşturmuş olur.
Daha da
ötesinde, ‘Following’ dizisinde abartılı olarak öykülenen, ‘seri katil dini /
kastı’ durumu, içeriye atılan seri katillerin hayran kitlesinin oluşmasıyla da,
gerçekleşmiş bir durum.
Yani,
öldürmek isteyip de öldüremeyenler, öldürenlere hayran oluyorlar ve onları
takdir ediyorlar.
Yani:
Epeyi
daha çok, potansiyel seni katil, seri kitlesel vurucu, seri terörist var.
Şimdi,
kimse kalkıp da IŞİD’e ve IŞİD’cilere hayran olunmadığını söyleyemez.
Bu bir.
Sonra,
(bir Lawrence Sanders tematiği olarak) aybaşın seni çok ağrıtıyor diye seri
katil olmakla, aybaşları olduğu için kadın öldüren seri terörist olmak, pek de
farklı değil.
Bu iki.
Öldürmeye hayran olmakla
öldürmekten nefret etmek, pek de farklı değil.
Normal
katillerin % 95’i aslında öldürmeye karşı ve hayatlarında adam öldüremeyecek
tipler.
Sorun şu
ki seri kitlesel vurucular ve seri teröristler de öyle.
Hepsinde
ortak nokta, ilk öldürme. Sonrası ayrıntı.
Bu üç.
En
önemlisi şu:
Tüm bu 3
tipleme için de, Dünya’da da, ABD’de de artık binlerce kişilik veri tabanı var.
Ancak,
Unabomber’dan gördüğümüz üzere, polis devleti de, olayın gerçeğini çözmek
yerine, safsata hayaller yaratma eğilimli.
O
nedenle bunu yapmak, sanat eserlerine, çizgiromanlara, romanlara, dizilere,
filmlere kalıyor.
Oysa bu
iş, suç bilimlerinin (criminology / fronesic sciences) işi olsa gerekli.
Bu da
dört.
Çıkış:
Soru
yanlış soruluyor.
Neden,
bu kadar çok öldüren var?
...
değil...
Neden, bu kadar az öldüren var?
Ya da:
Yaa,
neden Papa’yı Filipinler’de havaya uçurmadılar ki, yanında 6 milyon kişiyle
birlikte, cennete doğru direkt uçuşla?
On bin
katilden söz ediyoruz haa...
On bin
canlı bombadan söz ediyoruz haa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder