Bir
haberimsi:
“İnsan
duygularını, içiçe geçmiş Matruşka bebekleri olarak düşünürsek, merkezdeki en
küçük bebek bedensel tepkilerimizdir: Örneğin, sevdiğimiz insanı gördüğümüzde
kalbimizin çarpması, fazla sinirlendiğimizde midemizin bulanması, üzülünce ağlamak
gibi.
Beyin bu
bedensel tepkilere anlamlar yükler, duyguları bunların etrafında Matruşka
bebeği gibi genişletecek farklı kodlamalar yapar. Bizler de bu kodlamalara
göre, hissettiğimiz şeyin iyi mi kötü mü, zayıf mı şiddetli mi olduğunu bilir;
sonra bu duyguları tarif edip isimlendiririz.”
Tabii ki
böyle olmaz:
Bir kere
sözlükler var. Örneğin, Türkçe Sözlük’te +500 sözcük adı var. Bir şey
hissettiğimizde, sapa bir duyguysa, sözük dağarcığımızın elverdiğince onu
adlandırırız.
Oysa,
kişisel deneyimlerimden ve gözlemlerim
den
biliyorum ki 1985-2015 arasında Türkiye’de var olmuş epeyiduygunun sözlükte adı
yok. Tam tersine, sözlükte var olan duygular, tanımlandığı gibi değil gerçekte.
Temelde
5 veya 7 duygumuz olduğu varsayılır ama kişiden kişiye bunlar değişir. Bunun da
son 1 ay içinde, konu hakkında yazdığım, iç gözlemli ve irdelemeli 20 metinden
biliyorum.
Gelelim
aleksitimiye:
“Ne
hissettiğimi çoğu kez tam olarak bilemem.
Duygularım
için uygun kelimeleri bulmak benim için zordur.
İçimde
ne olup bittiğini bilmiyorum.
İçimdeki
duyguları yakın arkadaşlarıma bile açıklamak bana zor gelir.
İnsanlarla,
duygularından çok günlük uğraşları hakkında konuşmayı yeğlerim.”
Bunların
hepsi de, ortalama bir insan belli zamanlarda geçerli olabilir.
Özel bir
örnek verelim:
Bazı
kadınlar annelik duygusundan yoksun olarak doğarlar. Bazı kadınlar. 5 çocuk
yapmışsa, 1 çocuğuna karşı böyle hissedebilir. Kuyruksuz maymunlarda da böyle.
Ancak, annelik hissinden yoksun kadınlar, oksitosin’sizdir diye de bir şey yok.
(Oksitosin, sevgi duygusunu yoğunlaştıran bir hormon.)
Bakalım
duygusuzluğa:
Savaş
şoku gibi, ağır travmalar yaşamış bazı insanlar, duygu kilitlenmesine girerler.
Bu, geçici veya kalıcı aleksitimi olabilir ama sonradan olma bir tane olur.
Görüldüğü
gibi, yazının 5 bininci yılında bile, duygularımızı henüz tam adlandıramıyoruz,
çünkü hep önyargılarla, şöyle olmalı, böyle olmalı’larla davranıyoruz bu
konuda.
Çok
basit:
Aleksitimi
olumsuz bir durum değildir, belki nötrdür ama yalnızca bir durumdur ve tedavisi
bile gerekmeyebilir. Onun yerine, o kişiye uygun meslekler bulunabilir, çünkü
bazı meslekler kesinlikle duygusuz olmayı gerektirir.
Ayrıca:
Duygular
içiçe geçen matruşka bebekleri gibi değildir. Bir içgüdüsel duygular vardı, bir
coşum duygular vardır, bir kültürel duygular vardır ki bunlar çoğunluk sonradan
öğrenilirler / öğretilirler: Milli marşta ağlamak gibi.
“Duygularımızın
farkında olma hali, bunlarla ilgili fiziksel tepkilerimizi hafifletir.”
Tam
tersine, bazı koşullarda, histerik tetiklenme gibi, arttırır.
Dipnotlar:
Kendim
için konuşursam da, adını bulamadığım ama var olduğunu yaşadığım duygular için,
ya çok sözcüklü yeni deyimler icat edeceğim, ya da var olan duygulara yönelik
vektörler ve adreslemeler kullanacağım.
Duygularla
ilgili olarak, son dönemlerde basılmış psikiloji kitaplarını okuyup, yeniden
şerh yazmam gerekli. Ben, muhtemelen 1970 yazımı, 1980 tarihli bir kitap
okumuştum ders olarak, 1981-1982 ders yılında. 1995’e kadar da, tekst
kitaplarını izlemiştim ama fark yoktu dikkatimi çeken. Demek ki bu durum, son
20 yıla ilişkin. Feci bir sahte-bilim
sözkonusu bu haberde.
(22 Nisan 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder