Pazar, Nisan 24, 2016

Aleksitimi ve Duyguları Adlandırmak

Bir haberimsi:
“İnsan duygularını, içiçe geçmiş Matruşka bebekleri olarak düşünürsek, merkezdeki en küçük bebek bedensel tepkilerimizdir: Örneğin, sevdiğimiz insanı gördüğümüzde kalbimizin çarpması, fazla sinirlendiğimizde midemizin bulanması, üzülünce ağlamak gibi.
Beyin bu bedensel tepkilere anlamlar yükler, duyguları bunların etrafında Matruşka bebeği gibi genişletecek farklı kodlamalar yapar. Bizler de bu kodlamalara göre, hissettiğimiz şeyin iyi mi kötü mü, zayıf mı şiddetli mi olduğunu bilir; sonra bu duyguları tarif edip isimlendiririz.”
Tabii ki böyle olmaz:
Bir kere sözlükler var. Örneğin, Türkçe Sözlük’te +500 sözcük adı var. Bir şey hissettiğimizde, sapa bir duyguysa, sözük dağarcığımızın elverdiğince onu adlandırırız.
Oysa, kişisel deneyimlerimden ve gözlemlerim
den biliyorum ki 1985-2015 arasında Türkiye’de var olmuş epeyiduygunun sözlükte adı yok. Tam tersine, sözlükte var olan duygular, tanımlandığı gibi değil gerçekte.
Temelde 5 veya 7 duygumuz olduğu varsayılır ama kişiden kişiye bunlar değişir. Bunun da son 1 ay içinde, konu hakkında yazdığım, iç gözlemli ve irdelemeli 20 metinden biliyorum.
Gelelim aleksitimiye:
“Ne hissettiğimi çoğu kez tam olarak bilemem.
Duygularım için uygun kelimeleri bulmak benim için zordur.
İçimde ne olup bittiğini bilmiyorum.
İçimdeki duyguları yakın arkadaşlarıma bile açıklamak bana zor gelir.
İnsanlarla, duygularından çok günlük uğraşları hakkında konuşmayı yeğlerim.”
Bunların hepsi de, ortalama bir insan belli zamanlarda geçerli olabilir.
Özel bir örnek verelim:
Bazı kadınlar annelik duygusundan yoksun olarak doğarlar. Bazı kadınlar. 5 çocuk yapmışsa, 1 çocuğuna karşı böyle hissedebilir. Kuyruksuz maymunlarda da böyle. Ancak, annelik hissinden yoksun kadınlar, oksitosin’sizdir diye de bir şey yok. (Oksitosin, sevgi duygusunu yoğunlaştıran bir hormon.)
Bakalım duygusuzluğa:
Savaş şoku gibi, ağır travmalar yaşamış bazı insanlar, duygu kilitlenmesine girerler. Bu, geçici veya kalıcı aleksitimi olabilir ama sonradan olma bir tane olur.
Görüldüğü gibi, yazının 5 bininci yılında bile, duygularımızı henüz tam adlandıramıyoruz, çünkü hep önyargılarla, şöyle olmalı, böyle olmalı’larla davranıyoruz bu konuda.
Çok basit:
Aleksitimi olumsuz bir durum değildir, belki nötrdür ama yalnızca bir durumdur ve tedavisi bile gerekmeyebilir. Onun yerine, o kişiye uygun meslekler bulunabilir, çünkü bazı meslekler kesinlikle duygusuz olmayı gerektirir.
Ayrıca:
Duygular içiçe geçen matruşka bebekleri gibi değildir. Bir içgüdüsel duygular vardı, bir coşum duygular vardır, bir kültürel duygular vardır ki bunlar çoğunluk sonradan öğrenilirler / öğretilirler: Milli marşta ağlamak gibi.
“Duygularımızın farkında olma hali, bunlarla ilgili fiziksel tepkilerimizi hafifletir.”
Tam tersine, bazı koşullarda, histerik tetiklenme gibi, arttırır.
Dipnotlar:
Kendim için konuşursam da, adını bulamadığım ama var olduğunu yaşadığım duygular için, ya çok sözcüklü yeni deyimler icat edeceğim, ya da var olan duygulara yönelik vektörler ve adreslemeler kullanacağım.
Duygularla ilgili olarak, son dönemlerde basılmış psikiloji kitaplarını okuyup, yeniden şerh yazmam gerekli. Ben, muhtemelen 1970 yazımı, 1980 tarihli bir kitap okumuştum ders olarak, 1981-1982 ders yılında. 1995’e kadar da, tekst kitaplarını izlemiştim ama fark yoktu dikkatimi çeken. Demek ki bu durum, son 20 yıla ilişkin. Feci bir sahte-bilim sözkonusu bu haberde.

(22 Nisan 2016)

Hiç yorum yok: