Çarşamba, Ekim 25, 2017

Gündüz Vassaf Negasyonu

Vassaf, 1981 gibi psikoloji dersi hocam olmuştu. Daha o zaman değillemiştim onu: İnsan olarak severdim ama beyin olarak beni üzerdi. Aradan 36 yıl geçmiş demek ki.
Bu kez şöyle demiş kendisi:
“Vassaf: 1968 kuşağı bencildi, 'Devlet bize gölge etmesin, başka ihsan istemeyiz' düşüncesindeydik.”
O kadar çok hata birarada ki…
1968 kuşağı, devletin gölge etmemesini falan istemedi, devleti takmadı, devleti yenebileceğini sandı.
Devlet yenilebilir bir şey, kezlerce yenilmiş zaten, kendi kendini bile yenip, yok etmiş. Onlar da yenebilirdi. Ancak, nasılını öğrenmeyi denemediler hiç. Sonuçta da, devleti yenmeyi beceremediler.
Olsun, öyle değilmiş gibi yapalım:
O zaman, devletin gölge etmemesini istemekle, bencil olmak arasında ne ilinti var?
Yanıtı, tam bir abuksama zinciri:
“1968 kuşağı bencil bir kuşaktı. Devlet bize gölge etmesin, başka ihsan istemeyiz, düşüncesindeydik. Anne babalarımızın sıradan huzurlu, güvenilir hayatı bizi sıktı. Ekonomik kaygımız da yok. Sosyalist ülkelerde de sistem oturmuş. Gelecek kaygımız yok. İş bulacak mıyım, yüksek lisans / doktora yapabilecek miyim, diye soruya mahal yok. İşçi sınıfı, köy kökenli zaten, üniversiteye gitmeyi düşünmüyor, onlar da kendilerinden memnun. Gelecek beklentileri, düzenin kıstaslarıyla sınırlı. Kendinden memnun, bencil ama heyecanlı, özgürlüğün her halini tatmak isteyen bir kuşaktık. Birçok ideolojinin, akımın peşinden koştuk. Çoğumuz barışçıl idi. Çiçek çocuklarıydık. Ama 1968 kuşağı Türkiye’de provokasyona geldi. Sağdan soldan silahlandırıldı. Dağ gerillası, şehir gerillası derken, devrim düşleriyle kapana kıstırıldı. Kahramanlaştırdıklarımız asıldı, öldürüldü, işkenceye uğradı, O dönemin gençleri, bu kuşağa örnek değil, belki adlarını saygı, sevgi ve hayranlıkla ananlar var ama ne Gezi’den, Tahrir’den, Yunanistan’dan, Brezilya’dan, İspanya’dan, İngiltere’den böyle liderler çıkmadı, ABD Vietnam’a girdiğinde bir rahip, Sovyetler Prag’a girdiğinde bir öğrenci, Jan Palacah, kendini yakmıştı. Benim kuşağım kendini kurban ediyordu. Gezi kuşağında böyle bir şey yok. Ne (kendini) kurban ediyor, ne olmayacak işlere soyunuyor. Şiddetten uzaklar, şiddete başvurmuyorlar, lider peşinde değiller.”
Kendisi burjuva, herkesi öyle sanıyor. 1968 kuşağının temel yönü, Cumhuriyet’in ilk kalabalık üniversite kuşağı olmasıydı. Çoğu da köylüydü bunların.
Gelecek kaygısı, gençken hiçbir sınıfta olmuyor, hala da yok. O zaman devrimcilik oynayanların çocukları ve/ya torunları, bugün sahhafçılık oynuyorlar örneğin.
1968 kuşağı; hippi idi, silahlı devrimci idi, şuydu buydu. Geniş açılı bir yelpazedeydi. Hiçbir gruptaki kişi, diğer herhangi bir grubun gelişimini izlemedi. Twiggy de, 1968 simgesi örneğin, bir 0 beden prototipi olarak.
Kahramanlaştırılanlardan Deniz Gezmiş’in ne kadar zayıf karakterli biri olduğu, devrimcilerin Filistin anılarında ortaya çıktı. Vassaf, hala 50 yıl öncesinde kalmış, taze bilgisi yok konu hakkında.
Gezi kuşağı ile karşılaştırma: Gezi olaylarına 1 milyon kişi katıldı, 100 bini aktif oldu de. 1 Mayıs 1977’ye 1 milyon kişi katıldı, 100 bin kişisi aktif oldu de. Gezi 100 bininin 10’u öldü, devrimcilerin 100 bininin bini öldü. Ancak, bir zamanlar devrimci sayılan Kürtler’in 100 binini 10 bini öldü, sonra da karşı devrimci, sağcı, şeriatçı olarak yola devam ettiler, hala da ediyorlar. Yani bu, bir kriter değil.
1968 ile 1978’i karşılaştırırsak, asıl fark ortaya çıkar:
O binin 900’ü-950’si 1978’li idi, 1968’li değil.
Yani 1968’liler, Mavi Yolculuk’çu ve erken Ruhi Su’cu kuşakların ardılı olarak, lümpen slaktivist, tatlı su sosyalisti idi çoğunluk. Vassaf, bu hesaba tümden dahil. Sorun da bu: Denizdeki balık olup, suyu bilmemek; bilmez, bilmediğini bilmez olup, epistemik bilinçsiz kalmak.
Nazım’ın paşa babası ve Çetin’in paşa dedesi ile övünmesi ile Gündüz’ün eğitimli burjuva kökeni ile övünmesi, aynı şeyler aslında:
Sınıfsal lümpenlik.
Şu da bir gerçek ki okulunu bitiren bir genç yurt dışına gitmeyi istiyor, vatandaşlık başvuruları yapıyor. Gelecek kaygıları var, umutsuzluk hakim. Ne önerirsin? Umutsuzluğumuzla başa çıkmak için, umut ve barış üzerine ne gibi önerilerin olur, ülkemizdeki umutsuz gençlere?
Şikayet etmeyi kendilerine yasaklasınlar bir defa. Gündemdeki soru “Ben ne yapabilirim?” Her halükarda bu enkazı devralacaklar. Nasıl, arabaya bindiğinde ‘kemer tak’ deniyor, ruh sağlıkları ve dünyanın geleceği için de şikayet etmesinler. Bir yaşam bilinci bu.”
Bunu 1980’den önce söyleyecektin Vassaf Efendi. Hocaların hocası Demir Demirgil’in yapmış olduğu gibi. 1977-1980 arasındaki derslerine misafir olarak girdiğimde, 1980 sonrası olacakları, birebir anlatmıştı bizlere.
Şimdi anlatılacaksa şunlar:
% 40 şsizlik. Elinden hiçbirşey gelmiyor. Hiçbirşey öğrenmiyorsun. Hayatı kırmızı halılı sanıyorsun. Oysa, şanslıysan, belki sağ kalırsın, o da belki.
TC’nin 1. Cumhuriyet’inin enkazını kimse devralmak zorunda değil. Ceset ortada kalıp çürüyebilir pekala.
Kaçanın kaçma hakkı var. Vassaf, kendisi kaçarken öyle demedi ama.
Nasıl kötü hissediyorsun?
Yaşamayı hak etmediğimi hissediyorum.”
Yaşamak değil, yazmak hak edilir ve ödenir Vassaf Efendi ve sen bunların ikisini de yapamamışsın, vicdan azabın bundandır ama lapsus yapıyorsun.

(24 Ekim 2017)

Hiç yorum yok: