Vassaf,
1981 gibi psikoloji dersi hocam olmuştu. Daha o zaman değillemiştim onu: İnsan
olarak severdim ama beyin olarak beni üzerdi. Aradan 36 yıl geçmiş demek ki.
Bu kez
şöyle demiş kendisi:
“Vassaf:
1968 kuşağı bencildi, 'Devlet bize gölge etmesin, başka ihsan istemeyiz'
düşüncesindeydik.”
O kadar
çok hata birarada ki…
1968
kuşağı, devletin gölge etmemesini falan istemedi, devleti takmadı, devleti
yenebileceğini sandı.
Devlet
yenilebilir bir şey, kezlerce yenilmiş zaten, kendi kendini bile yenip, yok
etmiş. Onlar da yenebilirdi. Ancak, nasılını öğrenmeyi denemediler hiç. Sonuçta
da, devleti yenmeyi beceremediler.
Olsun,
öyle değilmiş gibi yapalım:
O zaman,
devletin gölge etmemesini istemekle, bencil olmak arasında ne ilinti var?
Yanıtı,
tam bir abuksama zinciri:
“1968
kuşağı bencil bir kuşaktı. Devlet bize gölge etmesin, başka ihsan istemeyiz,
düşüncesindeydik. Anne babalarımızın sıradan huzurlu, güvenilir hayatı bizi
sıktı. Ekonomik kaygımız da yok. Sosyalist ülkelerde de sistem oturmuş. Gelecek
kaygımız yok. İş bulacak mıyım, yüksek lisans / doktora yapabilecek miyim, diye
soruya mahal yok. İşçi sınıfı, köy kökenli zaten, üniversiteye gitmeyi
düşünmüyor, onlar da kendilerinden memnun. Gelecek beklentileri, düzenin
kıstaslarıyla sınırlı. Kendinden memnun, bencil ama heyecanlı, özgürlüğün her
halini tatmak isteyen bir kuşaktık. Birçok ideolojinin, akımın peşinden koştuk.
Çoğumuz barışçıl idi. Çiçek çocuklarıydık. Ama 1968 kuşağı Türkiye’de
provokasyona geldi. Sağdan soldan silahlandırıldı. Dağ gerillası, şehir gerillası
derken, devrim düşleriyle kapana kıstırıldı. Kahramanlaştırdıklarımız asıldı,
öldürüldü, işkenceye uğradı, O dönemin gençleri, bu kuşağa örnek değil, belki
adlarını saygı, sevgi ve hayranlıkla ananlar var ama ne Gezi’den, Tahrir’den,
Yunanistan’dan, Brezilya’dan, İspanya’dan, İngiltere’den böyle liderler
çıkmadı, ABD Vietnam’a girdiğinde bir rahip, Sovyetler Prag’a girdiğinde bir
öğrenci, Jan Palacah, kendini yakmıştı. Benim kuşağım kendini kurban ediyordu.
Gezi kuşağında böyle bir şey yok. Ne (kendini) kurban ediyor, ne olmayacak
işlere soyunuyor. Şiddetten uzaklar, şiddete başvurmuyorlar, lider peşinde
değiller.”
Kendisi
burjuva, herkesi öyle sanıyor. 1968 kuşağının temel yönü, Cumhuriyet’in ilk
kalabalık üniversite kuşağı olmasıydı. Çoğu da köylüydü bunların.
Gelecek
kaygısı, gençken hiçbir sınıfta olmuyor, hala da yok. O zaman devrimcilik
oynayanların çocukları ve/ya torunları, bugün sahhafçılık oynuyorlar örneğin.
1968
kuşağı; hippi idi, silahlı devrimci idi, şuydu buydu. Geniş açılı bir yelpazedeydi.
Hiçbir gruptaki kişi, diğer herhangi bir grubun gelişimini izlemedi. Twiggy de,
1968 simgesi örneğin, bir 0 beden prototipi olarak.
Kahramanlaştırılanlardan
Deniz Gezmiş’in ne kadar zayıf karakterli biri olduğu, devrimcilerin Filistin
anılarında ortaya çıktı. Vassaf, hala 50 yıl öncesinde kalmış, taze bilgisi yok
konu hakkında.
Gezi
kuşağı ile karşılaştırma: Gezi olaylarına 1 milyon kişi katıldı, 100 bini aktif
oldu de. 1 Mayıs 1977’ye 1 milyon kişi katıldı, 100 bin kişisi aktif oldu de.
Gezi 100 bininin 10’u öldü, devrimcilerin 100 bininin bini öldü. Ancak, bir
zamanlar devrimci sayılan Kürtler’in 100 binini 10 bini öldü, sonra da karşı
devrimci, sağcı, şeriatçı olarak yola devam ettiler, hala da ediyorlar. Yani
bu, bir kriter değil.
1968 ile
1978’i karşılaştırırsak, asıl fark ortaya çıkar:
O binin
900’ü-950’si 1978’li idi, 1968’li değil.
Yani
1968’liler, Mavi Yolculuk’çu ve erken Ruhi Su’cu kuşakların ardılı olarak,
lümpen slaktivist, tatlı su sosyalisti idi çoğunluk. Vassaf, bu hesaba tümden
dahil. Sorun da bu: Denizdeki balık olup, suyu bilmemek; bilmez, bilmediğini
bilmez olup, epistemik bilinçsiz kalmak.
Nazım’ın
paşa babası ve Çetin’in paşa dedesi ile övünmesi ile Gündüz’ün eğitimli burjuva
kökeni ile övünmesi, aynı şeyler aslında:
Sınıfsal
lümpenlik.
“Şu
da bir gerçek ki okulunu bitiren bir genç yurt dışına gitmeyi istiyor, vatandaşlık
başvuruları yapıyor. Gelecek kaygıları var, umutsuzluk hakim. Ne önerirsin?
Umutsuzluğumuzla başa çıkmak için, umut ve barış üzerine ne gibi önerilerin
olur, ülkemizdeki umutsuz gençlere?
Şikayet
etmeyi kendilerine yasaklasınlar bir defa. Gündemdeki soru “Ben ne
yapabilirim?” Her halükarda bu enkazı devralacaklar. Nasıl, arabaya bindiğinde ‘kemer
tak’ deniyor, ruh sağlıkları ve dünyanın geleceği için de şikayet etmesinler.
Bir yaşam bilinci bu.”
Bunu
1980’den önce söyleyecektin Vassaf Efendi. Hocaların hocası Demir Demirgil’in
yapmış olduğu gibi. 1977-1980 arasındaki derslerine misafir olarak girdiğimde,
1980 sonrası olacakları, birebir anlatmıştı bizlere.
Şimdi
anlatılacaksa şunlar:
% 40
şsizlik. Elinden hiçbirşey gelmiyor. Hiçbirşey öğrenmiyorsun. Hayatı kırmızı
halılı sanıyorsun. Oysa, şanslıysan, belki sağ kalırsın, o da belki.
TC’nin
1. Cumhuriyet’inin enkazını kimse devralmak zorunda değil. Ceset ortada kalıp
çürüyebilir pekala.
Kaçanın
kaçma hakkı var. Vassaf, kendisi kaçarken öyle demedi ama.
“Nasıl
kötü hissediyorsun?
Yaşamayı
hak etmediğimi hissediyorum.”
Yaşamak
değil, yazmak hak edilir ve ödenir Vassaf Efendi ve sen bunların ikisini de
yapamamışsın, vicdan azabın bundandır ama lapsus
yapıyorsun.
(24 Ekim 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder