Konuya
evrim açısından bakılmış:
“Sosyal
davranışlarda yaşanan değişim, evrimlerine ilişkin bir cevap olabilir.
“Halictidae” ailesinin sosyal atalarından gelen H. Rubicundus türünden arılar,
Avrupa’da hem yalnız hem de sosyal nüfuslara sahiptir. Farklı ortamlarda
yaşayan arılar farklı davranışları tercih ederler: Sıcak iklimlerde H.
Rubicundus toplulukları kovan oluşumunu desteklerken, soğuk havalarda yalnız
yaşama eğilimindeler.
Ayrıca,
iyi koordine edilmiş bir kovanda bile anti-sosyal bireylerin yaşamını
sürdürdüğü durumlar da görülebiliyor. Ve yalnız arıların kolonideki diğer
arılar tarafından hoşgörüyle karşılandığı görülüyor. Şayet birkaç yalnız arı,
kendilerini tek başına davranmanın avantajlı olduğu yeni bir durumda bulurlarsa
(örneğin yetiştirme mevsimi kısaysa ve arıların bir iş bölümü yapmaksızın
kalkıp gitmesi gerekiyorsa) asosyal bir tür ortaya çıkabilir.
Ev
sahibi bitkilerde gerçekleşebilecek değişiklikler de sosyal arıların tek başına
davranma eğilimi göstermesine yol açabilir. Arının çevresine ve ihtiyaçlarına
bağlı olarak, kovan faaliyetlerinin sabit bir kaynak etrafında koordine
edilebildiği bir kovan yaşamında bir bitki hakkında uzmanlaşmak, genellikle
daha faydalıdır. Yalnız arılar genelde tecrübe sahibidirler; bir bitkiden
diğerine sürekli biçimde araştırma yaparlar.”
Buna
benzer durum, insanlarda aile-cinsellik için de var. İnsanlarda, bütün üst
primat türlerindeki aile-cinsellik davranışları, değişik bireylerde ve
kümelerde görülebilir.
Saptama
Bir:
Birbirine
karşıt durumlar, diyelim tezler ve antitezler (burada bireysellik x toplumsallık),
biririnden uzaktayken, farklı ortamda işlevsel kalabilir. Bu durumda, birinin
yok olması, diğerinin sürmesi gerekmez. Orta yol veya sentez bulunması da
gerekmez ve bu, negatif diyalektiğin özel bir türü olarak tanımlanabilir.
İnsan
türünün 5 bin yıllık tarihine ve 100 milyarlık nüfusun bakılınca, işlevsel epistemik-kognitif-informatik
edimleri, nüfusun yalnızca milyonda biri olan 100 bin kişinin, artı tek tek ve
yalnız eylediğini görüyoruz.
Geri
kalan toplumsal, kültür üretmiyor, kültürü taşıyor. Kültür toplumsallık
durumunda, Brown hareketi usülünce, rasgele bazı öğeleri eliyor, yeni bazı
öğeler kazanıyor. Burada, bildiğimiz istatistik ve büyük sayılar kuramı
işliyor.
Bireylerde
ise, mutasyonlar, büyük sıçramalar görülebiliyor. Tabii ki bunların bir bölümü
kayda bile geçmedi, geçmiyor, geçmeyecek. Yazdıkları yok olan yüzlerce yaratıcı
var. Aristo’nun ve Leonardo da Vinci’nin yazılı eserlerinin yarısı yok ortada
örneğin. Adını bile bilmediklerimiz de var. Toplumun engellediği, delirip
kendini ölüme sürükleyenler de var.
İnsanın
5 bin yıllık tarihinden önce de, daha çok konuşma, ölü gömme, iklimden göçme
gibi koşulların zorladığı zorunlu birlikte yaşama, köle tipi bir toplumsallığı
getirmiş.
Dünya’da
bugün var olmuş ve olan tüm toplumsal yapılar, bireylerin zararına ve
köleliğine yönelik.
Buna
karşı çıkan bireyler cezalandırılıyor. Yine de yoluna devam edenler, çoğunluk
öldükten sonra kahramanlaştırılıp ödüllendiriliyor. Ancak, kültür genetiğin
yerine aldığı için, eserleri kalıcılaşıyor.
Tarihteki
tüm kültürel mod değişimleri de, kültür evrimi de bu bireylerden gelmiş
durumda. Toplumun kendisinden değil. Toplumsal önce itiraz, sonra eh kabul, en
son da onu dogmalaştırma süreciyle işliyor yeni durumlara karşı.
Bu;
bilim için de böyle, sanat için de böyle, düşün için de böyle, en küçük
gündelik yaşam ayrıntısı için bile böyle.
Dolayısıyla
yalnızlık ve yalnızlar, yalnızlar için kötü, toplum için uzun vadede iyi bir
şey.
(9 Ekim 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder