Pazar, Ekim 22, 2017

Proleter Entellektüel Paradoksu

Dünya’daki entellektüellerin tamamına yakını burjuvalardan çıkmış, çünkü entellektüellik için gereken altyapıyı sağlayacak resmi eğitimi ve kültürel beslenmeyi paraca ödeyecek sınıf, burjuva omuş, 1750 sonrasında yani. (Bu anlamıyla entellektüellik, 1. Sanyileşme ve burjuvazi ile tanımlı, daha öncesi ve aristokrasi / feodalite ile değil gibi.)
Öyleyse, 2 dünya devrimi açısından bakarsak:
Gorki, bir proleter entellektüel değil, bir proleter entelejensiya idi, yani iktidara / Stalin’e bağlanmayı seçti.
Devrimi yapan 3 adamın 2’si, Lenin ve Troçki, hem burjuva, hem entellektüel idi, Stalin ise, bir proleter ve kazma (çukur beyin) idi, özellikle teorik sayılan eserlerinde.
Mao, belki bir proleter idi ama entellektüel değildi.
Martin Eden / Jack London bir proleter entellektüel idi ama başta öyleydi yalnızca, sonu da erken ölüm oldu, alkol üzerinden dolaylı intihar ile, hem kurmacada, hem gerçekte.
İşte bu, proleter entellektüel paradoksu bizce:
Bilgi aldıkça ve bilgi ürettikçe, sınıfınızdan çıkıyor, sınıfınız tarafından dışlanıyor ve cezalandırılıyor oluyorsunuz. Böyle oldu hep yani.
Bizde bunun muadili, bizce Fakir Baykurt, belki de tek has muadili.
Baykurt, aşırı ironik olarak, ağası olmayan köyde doğup, köy enstitüsüne gidip, ağalı köy romanları yazan bir yazar olup, bir de üzerine Avrupalı olan biri. (Avrupalı olmayı, daha önceki ABD gezisi sayesinde, bir ön-deneyim katkısı ile becerebildi bizce.)
Bizim bakış açımızdan, Baykurt’un eğitim kurumu önemli:
Önce Darüşşafaka (1900) vardı, sonra köy enstitüleri (1930) geldi, en son da Ankara Fen Lisesi (1960) geldi, proleterleri eğitmek ve belki de entellektüel kılabilmek için. (1990 her konuda olduğu gibi boş geçti, 2020 gibi yeni bir kurum belki.)
Köy enstitüsü mezunu yazar çok, hepsi de (köylü / çiftçi) proleter kökenli.
Yetim öksüz yatağı Darüşşafaka ise, erken Cumhuriyet döneminde yazar çıkaramamış gibi.
AFL, yazar çok çıkardı ama hepsi A ve B şubeleri mezunu, yani küçük burjuva kökenli idi. C ve D’den yazar çıkmadı sayılır.
Ben hariç. Ben de küçük memur kökenliyim sonuçta. Yaşam tarzım nedeniyle, hep fakir kaldığım için, fiili proleterim, fikri proleter sayılmam pek.
Ancak, Martin Eden türü (bedensel ve/ya zihinsel) ölümlere, başta gönüllü, ortada ve sonda gönülsüz çok sık gidip geldim. Bu da, libidomu deldi deşti, kalbura çevirdi.
Tüm bunlar, alaturka ve alafranga proleter entellektüel paradoksları bizce:
Sınıfında kalsan da olmuyor, onun dışına çıksan da olmuyor.
Bağlanmazsan, cezalandırılıp öldürülüyorsun; bağlanırsan, ruhun-duygun zaten ölüyor kendiliğinden.
Geriye kalan tek Verhulst çizgili denklem izleği tipi, çok zigzaglı, çok yalpalı, çok çatallanmalı, astandart bir nekrografi yolu oluyor, ona da ömrün yeterse.
Bu, 1900 ertesi Türkiye ve Dünya için geçerliydi. 2000’de çok-çok gevşek örüntülü geçerlilikteydi artık. Yeni bir Dünya gelmişti çünkü.
Onun entellektüel izlekleri henüz yazılmadı.
Çıkış dipnotu:
Belki 1974’ten beridir, kendimin 21. Yüzyıl’ın ilk neo-entellektüeli olacağını hayal etmiştim. Oldum da.
Değdi mi, inanın emin değilim.
Olmasaydım, bunun olurluğu boşta kalırdı ama çektiklerimi çekmeye değmediğini düşünüyorum epeyidir.

(21 Ekim 2017)

Hiç yorum yok: