‘Abdi’,
‘Allah’a, baba’ya, devlet’e itaatsizlik’ sözcüklerinin baş harflerinin
kısaltması olmakta. İtaat ve itaatsizlik, aynı kısaltma olmakta. Bu, bir
doğrultuyu imliyor ve bu doğrultu, zamanlar ve mekanlar içinde oynayabiliyor.
Öznel
vakam ve/ya vakalarım:
Allah’a
ilk kez itaatsizliğim:
1963 idi,
3 yaşımdaydım. Bir gece babam eve gelmedi. Yaşamımda ilk ve son kez olarak,
annemle aynı yatakta uyudum: Ağlayarak.
Ertesi
günü geldi. Öğrendik ki gerçekten ölecekmiş. İzmit Körfezi’nde 1958 Mart’ında
birkaç yüz kişiyi ölmecesine sulara gömen ve babamın evliliğini 10 gün
geciktiren Üsküdar vapuru faciası gibi bir şey olacakmış az kaldı. Babam % 90
olasılıkla ölüyormuş, çünkü eve dönmek için bindiği, 2. Dünya Savaşı artığı,
ABD malı filikamsı motorlu sandal, az kaldı fırtınada batıyormuş.
O gece,
meali ‘boş geçerim böyle Allah’ı’ olan, bilinçaltısal hisler geçmişti
beynimden. Hep ve hep, ateist oldum sonra.
Baba’ya
ilk itaatsizliğim:
İronik
olarak, onun babası olan dedem üzerinden yaşandı. Dedem, anneme psikolojik işkence
yapıyordu. Babama onun evden gitmesini istediğimi söyledim: Yıl 1968 ve 8
yaşımdayım, herkesin 1968’i kendine göre yani.
Sonrası
daha ironik:
Meğerse,
oturduğumuz evin asıl sahibi, dedem imiş. Babam, 3 çocuklu bir aile reisi
olarak, ona bakmak kaydıyla, dedemin evine bedavaya taşınmış. Bizi kovdu ve biz
ertesi yıl 1969’da, annemin memleketi olan İzmir’e taşındık.
Bu dedem
denilen zat; İnönü’nün emir erliğini yapmış, İnönü’de, Dumlupınar’da onun
yanında savaşmış ama 1943’te ölen ağa kızı karısının ardından ikinci karıyı
alıp, babamı, yani öz ve tek oğlunu sokağa atıp, kendisine karısından miras
olarak kalan 40 bin dönüm araziyi ve 40 bin altını yemiş biri idi aynı zamanda.
Nasıl ama? Ölürken de, 40 bin lira bıraktı, kağıt lira ama. 1 altın lira, 7 az
küsur gram 22/24 ayar altındır ve günümüz (Ağustos 2017) koşullarında, 956
alış, 970 lira satış fiyatlıdır: Yani, 40 bin altın lira = 1 küsur milyon
dolar. Bir o kadar da arazi eder, deyin siz. Eskişehir’in göbeğinde (yani gara
yakın) ve 1977’de, binlerce metre karelik bir arsa göstermişlerdi bana örneğin,
‘bu bizimdi’ diye.
Devlet’e
ilk itaatsizliğim:
Ortaokul
birincisi olduğum, 1971-1972 ders yılının ilkbaharında, beni taparcasına seven
Türkçe hocam, İstiklal Marşı’nda hazırolda durmadığım için beni az kaldı disipline
veriyordu: Bir daha yaparsam, vereceğini de söyledi zaten. Onun yerine, koca
sınıfın içinde azarladı beni.
‘Boş
geçerim böyle devlet’i’ dedim içimden. Geçtim de.
Ve
sonraki onyıllarda; vergi, askerlik, oy, hatta ikamet, vd gibi, devlete karşıki
hiçbir yükümlülüğümü kullanmadım.
Abdi
var, Abdi var.
Ama yine
ironik olarak:
Devletin yokluğunda, devletin
gerekliliğini gözleyen bir devlet karşıtı anarşistim, 54-57 yaşımda, açıkhava toplama
kampı olan İstanbul’da.
Hiç
evlenmemiş ve hiç çocuk yapmamış biri olarak, aile kurumunun kutsallığına çok saygı duyan biriyim, çünkü
ailesizliğin toplumu ne yaptığını da gözledim, gözlüyorum.
Yanısıra;
yönetmeyen-yönetilmeyen tümleşiği bir
neo-entellektüel olarak, toplum için kendini feda etmeyen, bir Mentor
olarak Telemakos’larını köleleştirmeyen ama gelecekbilimciliğiyle 10 bin yıllık geleceği, kendi düşünceleri
çerçevesinde büküp, geleceğin akışını değiştirmiş biriyim: Bir yol çatalı
olarak, geleceğin ipoteğini kaldırdım ve/ya sıfırladım yani, diğerlerini
ellemedim bile yani, bıraktım insanlar kendilerini ve birbirlerini
köleleştirmeyi sürdürsünler: Onun yerine, Homo Sapiens olmaktan ayrıldım, Homo
Posterus oldum.
Tüm
bunlar ve henüz burada yazılmayan diğerleri, Abdi tanımına dahildir yani: İster itaat olarak, ister itaatsizlik
olarak. Sevdiğim Bellegarrigue-1850-Fransa
anarşizmi de, sivil itaatsizlik kökenlidir zaten.
(28 Ağustos 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder