Çarşamba, Ağustos 09, 2017

Irak, İran, Şii, Sünni

Alıntılayacağımız yazarı ve metin parçalarını değillemeden önce, tarihsel bazı bilgiler:
Irak ve İran, 2 yapay bölge / ülke. Bütün bölgeler / ülkeler öyle olduğundan değil de, 1. Dünya Savaşı sonrasıki hesapların 100 yıl sonra sırıtması nedeniyle.
Şii ve Sünni ayrımı da, sonradan yapay-olma. İslam tarihinde, dönem dönem bambaşka mezhepler hegemonya kazandı ve bugün onların adlarını İslam uleması bile bilmiyor. Üstelik bu hegemonya devrialemi, 100-200 yılda bir hep oluyor. Şimdi olan da o.
Yani konu, dinsel-iktidar. Bu, Hristiyanlık için de aynen böyleydi: Tarihi etkileyen birçok mezhep bugün silinmiş durumda. Eski Yunan’da bile Sokrat, çoktanrıcı teokrasi tarafından idama mahkum edilmiş. Yani olay, tektanrılılığın merkeziliği de değil.
Dinsellik ve iktidar akışı, kimi birbirine koşut, kimi birbirine aykırı olabiliyor:
Bayrağını bile Türkiye’ninkinden kopyalayan Pakistan’la, yıllarca aynı çakma askeri paktta yer aldık. Pakistan’daki mezheplerin kaydı ve bir bölümünün tanımı bile yok, çünkü iktidar tarafından inkar pozisyonundalar, onlar da görünmezliğe kaymışlar. Türkiye ise, sünni sayılıyor nedense: Oysa, uygulanan dinin hiçbirşey ile ilintisi ve benzerliği yok: Aymaz Kemal Karpat’ın sandığı ve savladığı üzerenin tersine olarak, ibadet edilmeden Müslüman olunamıyor ve Türkler öyle yapılır sanıyorlar.
Bugün, eski pakttaşı olan ABD tarafından parçalanmak üzere. Eh, TC de ona yakın gibi. Ancak, şu an için 2 ülke arasında hiçbir temas veya benzerlik yok. Sorunlar, ne dini, ne siyasi, yalnızca mesafelilikten öyle. Bu tür bir durum, İran-Irak arasında da olabilir yani, devletlerin ilişkisinde herşey birebir yönetilemiyor, belirlenemiyor ve saptanamıyor yani.
Dönelim Irak-İran ikilisine:
Bugünkü Irak-İran kurtkapanına neden, bir zamanlar  Güney Irak’ın İran hegemonluğunda olmuşluğu ve bu dönem bir süreliğine, dengeli politik bir dönem imiş. Dolayısıyla, Irak’taki Şiiler’in İran sempatisi, ideolojik değil, yaşamsal kaygılardan gelmekte.
Şimdi gelelim, aymaz kardeşimizin (Fehim Taştekin’in) neler dediğine:
“Herşey ya siyah, ya beyaz olduğundan, (Iraklı) Şii lider Mukteda el Sadr’ın Suudi Arabistan’ı ziyaret edip ,Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından ağırlanması, tuhaflarına gitti. Çünkü Irak’taki tüm Şii liderleri, hepten İran mollalarının maşası zannediyorlar.
Kuşkusuz 2003’te Saddam dönemini bitiren Amerikan işgalinden sonra Irak, pek çok alanda İran’ın etki alanına girdi. Buna “Yok” demenin anlamı yok. Suudiler’in ABD’ye “Irak’ı İran’a altın tepside sundunuz” diye zılgıt atmasının nedeni buydu. Türk medyası ve siyasetinin Irak’taki dinamiklere yaklaşımı da, bir Suudi izdüşümü sanki. Irak, hakikaten Fars sunağında bir kurban mı? İran etkisi nereye kadar geçerli?”

Şimdii, aymaz kardeşimiz Irak-İran Savaşı’nı yok saymış. Bu bir.
Bunun açılımları:
Dün siyah olan, bugün beyaz olabilir, ya da öyle diye yutturulabilir.
İran-Irak işbirliğinden veya çatışmasından, kimler neler kazanır, neler yitirir?
Bu soru sorulmamış.
(Bu arada, İran-Irak Savaşı’ndan ABD dahil hiç kimse hiçbirşey kazanamadı, onu da belirtmiş olalım. O savaş, uçuruma düşüşün başı idi yalnızca.)
Soru böyle ortaya konur ancak yani.
Suudi Arabistan, kendi ülkesini yönetemiyor, nerede Ortadoğu emperyalistini oynasın.
Suudiler’in selefiliği, vahhabiliği, şu busu başından beridir çakmaydı. Bildiğimiz, bölgeselce teokrasi kılıflı iktidar talebi idi yalnızca yani.
Eğer, bugünkü durumlarını beğeniyorlarsa, tepe tepe kullanabilirler. Hristiyan sömürgesi durumundalar yüz küsur yıldır. Kraliyet ailesi, yılın 9/10’unu ülkesinde geçirmiyor, o derece yani. Çakma bir ülke o da yani.
Eğer, bu kadar Arap sayılan ülke içinde, bir tek aklı başında yönetici / ulema çıkamıyorsa, Araplar’ın burnu bin yıl daha kuburda ve kabirde kalır. Kalacak gibi de görünüyor ama bunu Hristiyan’ı, Müslüman’ı, ateisti ama hiç hiç kimse dilegetiremiyor henüz.
İran’ın Irak’ta veya Suudiler’in Irak’ta hiçbir kalıcı kazançlı halt yemesi mümkün değil yani. Cücelerin ikindi vaktiki uzun gölgeli iktidar oyuncuğu bu yani.
Aymaz kardeşimiz ise, kalkmış ciddi ciddi durumu tartmış.
Tartmış da, ne olmuş?
“Irak, başından beri Suudi Arabistan ve Arap Birliği’nin dostluğuna özel önem verdi. İbadi’den önce Maliki de, Suudilerin elçiliklerini açmaları için az yol yapmadı. Nihayetinde Bağdat’taki elçilik 2015’te açıldı. Sadr’dan önce de, Bağdat-Riyad arasında beklentileri yükselten diplomatik temaslar oldu. Son olarak, Katar krizinde tarafsız kalan İbadi 19 Haziran’da Riyad’ı ziyaret etti. Yani Sadr’ın bu teması, Bağdat’ın genel yaklaşımına ters değil. İran’ın güdümünde olmakla eleştirilen Haşd el Şa’bi bile ziyarete destek çıktı. Örgütün liderlerinden Kerim Nuri “Irak bir Arap ülkesidir ve Arap köklerini terk edemez. Sadr’ın ziyareti Irak’ın bölgedeki mezhepçilikten kendini uzak tuttuğunu teyit ediyor” ifadelerini kullandı.”
Bla bla bla.
Hangi Araplık?
SSCB döneminde ve desteğinde belki ama ABD muhalefetiyle hayır. 1.400 yıldır ulus olamamış, deve güden kabilelerden söz ediliyor burada. Libya’daki durum, tam da bu.
Irak, 1991’den beridir fiilen tek bir ülke değil ki tek bir merkezi yönetim kararı olsun. Yani herkes, kafasına göre takılıyor. Ülke, beylik, beylikçik, -çik –çik de –çik –çik, çiki çiki ba ba.
Olay ve durum, bu kadar gayrıciddi. Adamlar, 26 yılda yüzbinlerce ölüye, milyonlarca göçmene 0 edim uyguladı. Ortak bir karar bile alamadı.
Gelecek umudu, değil 0’da, eksi’de çoktan beridir.
Gerisi boş laf.
Aymaz kardeşimiz de, boş lafları pek seviyor.
Dipnot:
Suriye kökenli ve Suriye uzmanı sayılan Hüsnü Mahalli de, az biraz öyleydi. 7 yıl önce yazdıkları, son 4 yıldır tümden yanıldı. O hala zırvalıyor ve dediklerinde ısrar ediyor.
Kimse ve kimse, bildiğimiz basit savaş kuramlarının harfini bile okumamış gibi. Tüm olaylar, şu ya da bu kuramsal kitaptaki gibi gidiyor. O sayfadaki örnekten bu sayfadaki örneğe sıçrama var yalnızca. E tabii olacak o kadar, konu satır satır aynen hatim indirme değil sonuçta.
Haa, barbarlığın kaosunun fermantasyonundan uygarlık mayalanacak tabii ki. Tarih, bunu hep böyle olduğunu söylüyor ama ‘üç vakte kadar kesin canım’ diye de tarif vermiyor. İlk kurmaca gelecekbilimci Hari Seldon’un dediğince, kaos kaçınılmaz olabilir ama kaosun süresi kısaltılabilir veya uzatılabilir. Oradaki sorumluluk, kitlede ve entellektüellerde, iktidar seçkinleri ise, Murphy’yi çok seviyorlar, en boktan daha boktanını bulup, onu eyliyorlar. Tarih bunu da diyor. Roma’yı barbarlar kadar, iç-tiranlar, oligarklar da gömdü yani ki Asimov, Seldon’u Roma tarihi üzerinden tasarladı.

(8 Ağustos 2017)

Hiç yorum yok: