Alıntılayacağımız
yazarı ve metin parçalarını değillemeden önce, tarihsel bazı bilgiler:
Irak ve
İran, 2 yapay bölge / ülke. Bütün bölgeler / ülkeler öyle olduğundan değil de,
1. Dünya Savaşı sonrasıki hesapların 100 yıl sonra sırıtması nedeniyle.
Şii ve
Sünni ayrımı da, sonradan yapay-olma. İslam tarihinde, dönem dönem bambaşka
mezhepler hegemonya kazandı ve bugün onların adlarını İslam uleması bile
bilmiyor. Üstelik bu hegemonya devrialemi, 100-200 yılda bir hep oluyor. Şimdi
olan da o.
Yani
konu, dinsel-iktidar. Bu, Hristiyanlık için de aynen böyleydi: Tarihi etkileyen
birçok mezhep bugün silinmiş durumda. Eski Yunan’da bile Sokrat, çoktanrıcı teokrasi tarafından idama
mahkum edilmiş. Yani olay, tektanrılılığın
merkeziliği de değil.
Dinsellik
ve iktidar akışı, kimi birbirine koşut, kimi birbirine aykırı olabiliyor:
Bayrağını
bile Türkiye’ninkinden kopyalayan Pakistan’la, yıllarca aynı çakma askeri paktta yer aldık.
Pakistan’daki mezheplerin kaydı ve bir bölümünün tanımı bile yok, çünkü iktidar
tarafından inkar pozisyonundalar, onlar da görünmezliğe kaymışlar. Türkiye ise,
sünni sayılıyor nedense: Oysa, uygulanan dinin hiçbirşey ile ilintisi ve
benzerliği yok: Aymaz Kemal Karpat’ın sandığı ve savladığı üzerenin tersine
olarak, ibadet edilmeden Müslüman olunamıyor ve Türkler öyle yapılır
sanıyorlar.
Bugün,
eski pakttaşı olan ABD tarafından parçalanmak üzere. Eh, TC de ona yakın gibi.
Ancak, şu an için 2 ülke arasında hiçbir temas veya benzerlik yok. Sorunlar, ne
dini, ne siyasi, yalnızca mesafelilikten öyle. Bu tür bir durum, İran-Irak
arasında da olabilir yani, devletlerin ilişkisinde herşey birebir
yönetilemiyor, belirlenemiyor ve saptanamıyor yani.
Dönelim
Irak-İran ikilisine:
Bugünkü
Irak-İran kurtkapanına neden, bir zamanlar Güney Irak’ın İran hegemonluğunda olmuşluğu ve
bu dönem bir süreliğine, dengeli politik bir dönem imiş. Dolayısıyla, Irak’taki
Şiiler’in İran sempatisi, ideolojik değil, yaşamsal kaygılardan gelmekte.
Şimdi
gelelim, aymaz kardeşimizin (Fehim Taştekin’in) neler dediğine:
“Herşey
ya siyah, ya beyaz olduğundan, (Iraklı) Şii lider Mukteda el Sadr’ın Suudi
Arabistan’ı ziyaret edip ,Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından
ağırlanması, tuhaflarına gitti. Çünkü Irak’taki tüm Şii liderleri, hepten İran
mollalarının maşası zannediyorlar.
Kuşkusuz
2003’te Saddam dönemini bitiren Amerikan işgalinden sonra Irak, pek çok alanda
İran’ın etki alanına girdi. Buna “Yok” demenin anlamı yok. Suudiler’in ABD’ye
“Irak’ı İran’a altın tepside sundunuz” diye zılgıt atmasının nedeni buydu. Türk
medyası ve siyasetinin Irak’taki dinamiklere yaklaşımı da, bir Suudi izdüşümü
sanki. Irak, hakikaten Fars sunağında bir kurban mı? İran etkisi nereye kadar
geçerli?”
Şimdii,
aymaz kardeşimiz Irak-İran Savaşı’nı yok saymış. Bu bir.
Bunun
açılımları:
Dün
siyah olan, bugün beyaz olabilir, ya da öyle diye yutturulabilir.
İran-Irak
işbirliğinden veya çatışmasından, kimler neler kazanır, neler yitirir?
Bu soru
sorulmamış.
(Bu
arada, İran-Irak Savaşı’ndan ABD dahil hiç kimse hiçbirşey kazanamadı, onu da
belirtmiş olalım. O savaş, uçuruma düşüşün başı idi yalnızca.)
Soru
böyle ortaya konur ancak yani.
Suudi
Arabistan, kendi ülkesini yönetemiyor, nerede Ortadoğu emperyalistini oynasın.
Suudiler’in
selefiliği, vahhabiliği, şu busu başından beridir çakmaydı. Bildiğimiz,
bölgeselce teokrasi kılıflı iktidar
talebi idi yalnızca yani.
Eğer,
bugünkü durumlarını beğeniyorlarsa, tepe tepe kullanabilirler. Hristiyan
sömürgesi durumundalar yüz küsur yıldır. Kraliyet ailesi, yılın 9/10’unu
ülkesinde geçirmiyor, o derece yani. Çakma bir ülke o da yani.
Eğer, bu
kadar Arap sayılan ülke içinde, bir tek aklı başında yönetici / ulema
çıkamıyorsa, Araplar’ın burnu bin yıl daha kuburda ve kabirde kalır. Kalacak
gibi de görünüyor ama bunu Hristiyan’ı, Müslüman’ı, ateisti ama hiç hiç kimse
dilegetiremiyor henüz.
İran’ın
Irak’ta veya Suudiler’in Irak’ta hiçbir kalıcı
kazançlı halt yemesi mümkün değil yani. Cücelerin ikindi vaktiki uzun gölgeli iktidar oyuncuğu bu yani.
Aymaz
kardeşimiz ise, kalkmış ciddi ciddi durumu tartmış.
Tartmış
da, ne olmuş?
“Irak,
başından beri Suudi Arabistan ve Arap Birliği’nin dostluğuna özel önem verdi.
İbadi’den önce Maliki de, Suudilerin elçiliklerini açmaları için az yol
yapmadı. Nihayetinde Bağdat’taki elçilik 2015’te açıldı. Sadr’dan önce de,
Bağdat-Riyad arasında beklentileri yükselten diplomatik temaslar oldu. Son
olarak, Katar krizinde tarafsız kalan İbadi 19 Haziran’da Riyad’ı ziyaret etti.
Yani Sadr’ın bu teması, Bağdat’ın genel yaklaşımına ters değil. İran’ın
güdümünde olmakla eleştirilen Haşd el Şa’bi bile ziyarete destek çıktı. Örgütün
liderlerinden Kerim Nuri “Irak bir Arap ülkesidir ve Arap köklerini terk
edemez. Sadr’ın ziyareti Irak’ın bölgedeki mezhepçilikten kendini uzak
tuttuğunu teyit ediyor” ifadelerini kullandı.”
Bla bla
bla.
Hangi
Araplık?
SSCB
döneminde ve desteğinde belki ama ABD muhalefetiyle hayır. 1.400 yıldır ulus
olamamış, deve güden kabilelerden
söz ediliyor burada. Libya’daki durum, tam da bu.
Irak,
1991’den beridir fiilen tek bir ülke değil ki tek bir merkezi yönetim kararı
olsun. Yani herkes, kafasına göre takılıyor. Ülke, beylik, beylikçik, -çik –çik
de –çik –çik, çiki çiki ba ba.
Olay ve
durum, bu kadar gayrıciddi. Adamlar, 26 yılda yüzbinlerce ölüye, milyonlarca
göçmene 0 edim uyguladı. Ortak bir karar bile alamadı.
Gelecek
umudu, değil 0’da, eksi’de çoktan beridir.
Gerisi
boş laf.
Aymaz
kardeşimiz de, boş lafları pek seviyor.
Dipnot:
Suriye
kökenli ve Suriye uzmanı sayılan Hüsnü Mahalli de, az biraz öyleydi. 7 yıl önce
yazdıkları, son 4 yıldır tümden yanıldı. O hala zırvalıyor ve dediklerinde
ısrar ediyor.
Kimse ve
kimse, bildiğimiz basit savaş kuramlarının
harfini bile okumamış gibi. Tüm olaylar, şu ya da bu kuramsal kitaptaki
gibi gidiyor. O sayfadaki örnekten bu sayfadaki örneğe sıçrama var yalnızca. E
tabii olacak o kadar, konu satır satır aynen hatim indirme değil sonuçta.
Haa,
barbarlığın kaosunun fermantasyonundan uygarlık mayalanacak tabii ki. Tarih,
bunu hep böyle olduğunu söylüyor ama ‘üç vakte kadar kesin canım’ diye de tarif
vermiyor. İlk kurmaca gelecekbilimci Hari Seldon’un dediğince, kaos kaçınılmaz olabilir ama kaosun süresi
kısaltılabilir veya uzatılabilir. Oradaki sorumluluk, kitlede ve
entellektüellerde, iktidar seçkinleri ise, Murphy’yi çok seviyorlar, en boktan
daha boktanını bulup, onu eyliyorlar. Tarih bunu da diyor. Roma’yı barbarlar
kadar, iç-tiranlar, oligarklar da gömdü yani ki Asimov, Seldon’u Roma tarihi
üzerinden tasarladı.
(8 Ağustos 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder