Salı, Ağustos 29, 2017

Kurmaca / Deneysel Belgesel Olarak Kuburkent İstanbul: Küçük Çirkinlikler Atlası / Derlemesi

Nedense, kurmaca ve/ya deneysel belgesel olmadığı veya olamayacağı sanılır ama Flaherty’nin belgesel klasiği sayılan ‘Kuzeyli Nanook’u kurmacadır ve savaş fotoğrafçısı Nachtwey, kendisiyle ilgili bir belgeselde göstere göstere kendisinin bir savaş fotoğrafını rötuşlar, hem de uzun uzun.
Deneysellik ise, aklıma kendi projemin 400. karesine yaklaşırken geldi:
Baştan karar vermeden, enstantane üzerine enstantane ile kedi ölüleri, kedi evleri, kusmuklar, çöpler, vd gibi, ‘İstanbul’un küçük çirkinliklerini atlaslarken, bunun aslında deneysel bir çalışma olduğu aklıma geldi. Çünkü, bildiğim kadarıyla benzeri daha önce yoktu ve ben tümüyle bunu yapmayı önceden tasarlamamıştım. Topun gelişine vurdum veya karenin gelişine çektim (İngilizce’de ‘ to shoot’, hem ‘şut çekmek’, hem ‘(birini) vurmak’, hem de ‘fotoğraf çekmek’ demek: ‘Çekmek’ ve ‘vurmak’ ise, Türkçe anlambiliminde ardışık yapılan eylemleri imler, eşanlamlı eylemleri değil ki bu da ilginç bir raslantı).
Şimdi burada ana sorun, gerçeği anlatmak, oysa bildiğim tüm alaturka fotoğrafçılar güzeli göstermek / teşhir etmek arzusundadırlar ve bunu da maddi / manevi satış / pazarlama için yeğlerler: Arif Aşçı’nın ‘İstanbul Kedileri’ projesi belli ve ortada örneğin.
Çirkinliği anlattığını bildiğim, bir tek Diane Arbus var ki ondan önce de ‘Freaks / Ucube / 1938’ filmi var, ilk gösterime girdiğinde infial yaratan, çünkü gerçekten ucube dolu film. Arbus da, muhtemelen onu bilerek, New York ucubelerini fotoğraflamış ve türünün başyapıtlarından birisidir hala ki onun da duygusal tetikleyeninin, tanıdığı bir çok kıllı adam olduğu söylenir (bakınız ‘Fur’ adlı film). Beni de Arbus tetikledi diyebilirim ama çirkinlikleri bu kadar bol ve rahatça görebileceğimi ve gösterebileceğimi bilmiyordum önceden: 400 olan sayıyı, başta 50 diye koyduydum çünkü ki bu da kitapla ilgili notlarda kayıtlıdır.
Ayrıca İstanbul, feci çirkin bir kent. Dezenformasyon söylüyorlar ve gösteriyorlar: Ara Güler, güzel İstanbul’u çekerken de, İstanbul çirkindi ama Güler, onun tek bir karesini çekmedi.
Çirkinlikler böyle.
Gelelim küçüklüğe:
Ben dipte bir yaşam sürerim, evsiz yakın dipte, çöpe çıkarım, vd. O nedenle gördüklerim, ancak küçük çirkinlikler olabiliyor, gördüklerim küçük-küçük insancıklar çünkü: Evsizler, küçük burjuvalar, gençler, öğrenciler, sarhoşlar, engelliler. Lgbti’nin de dibi (2-5 dolara fuhuş yapanlar), keşin de dibi (5 liralık / 2 dolarlık Bonzai kullanıcıları bu sıralar).
Deneysellik ise; derlemede, ayıklamada, yeniden düzenlemede., ek metin yazmada. Proleterim ama entellektüelim de ve bu oldukça nadir bir vaka olduğu için, sonuç da nadir bir deneysellik oldu çıktı.
İstanbul Banalite Atlası, parkta yatıtğım sıralarda, konunun metinsel olarak zihnimde oluşan bölümüydü ama küçük çirkinlikler fotoğrafları dizisi, aklımda o zaman yoktu, çünkü elimde şu anki gibi aşırı işlevsel bir cep foto kamerası yoktu (tek kusuru 5-10 saniyede intikali, bu çok geç oluyor ne yazık ki).
Sonuç, 500’de durmam ama bir yerlerde bu proje duracak. Kasım 2016 – Temmuz 2017 arasındaki 9 ayda, 3’er ay arayla 4 travma yaşayınca, projenin ömrü uzadı, yoksa bende bir proje, 3-4 ayda tavsar ve sonra belki yeniden ona dönülür. Travma acımın da giderek azaldığını, an ben an duygudurumumun barometresinde izliyorum. Zaten bu metin de, aşağı yukarı kapanış ve toparlama metni, üzerine bir de çıkış-çık uçlu metni yazılır, konu tamam olur, buna eklemlenecek projeye, 2’sini birbirine eklemleyecek bir mekanik-dilsel arayüz-dönüştürücü de konur yani.

(27 Ağustos 2017)

Hiç yorum yok: