Bu ne lan
böyle?
“Müteakiben
de melankolik, depresif bir ruh halinin
gözyaşı tedavisine sevk eder insanı. O yılları 17-18 yaşlarında yaşamış,
çeşitli badireler atlatmış, verilen anti – faşist mücadelenin neleri önlemeye
muktedir olduğuna tanıklık etmiş, aynı zamanda da neleri yapabilme özgücünü
barındırdığını gözlemlemiş bir birey sıfatıyla, 40 yıl geriye giderek ama
kendini elem ve kederin anaforuna kaptırmadan bu albümü yazmak, olağan bir
yazma ediminin çok ötesinde bir boyuttadır. Çünkü kimilerinin cenaze, kimilerinin
anma törenlerine katılmış, kimilerinin mezarlarını ziyaret etmiş olmanın
dışında, albümde adları geçen Devrimci Yol mensuplarının çok büyük çoğunluğunun
ölüm haberlerini okumuş, işitmiş olmak Devrimci Yol üyesi olmamama rağmen, beni
de efkar sarmalına alıyor.”
Oha lan.
Sok
abime oradan Müslüm’lü şiş.
Bu, işin
sentimental faşist ve melokomik modu.
Gelelim
gerçeklere:
O kitap,
çok zamandır var.
O
kitapta, 1980 sonrasında ölüme sürülen insanlar da var. Sırf inat olsun diye
ölüme sürülen insanlar. Daha baştan ölecekleri bilinen ve ceylan kılınan insanlar.
O
kitapta, yabancı militanlar da var. Terörizm
joint-venture’ının 2015 Suriye Savaşı’nda olduğu gibi, iyice deşifre
olmuşluğundan bilmem kaç onyıl önceki durumun
içeriden itiraf bilgisi yani.
O
kitapta örgütün kendi içinde temizlediği insanlar da var mı?
O
kitapta, PKK’nin temize havale ettiği insanlar yok ama.
Bir gerçek
daha var:
1980
darbesinden sonra 2 örgüt ayakta ve alanda kaldı:
Dev-Yol
ve PKK. Sonra da biri diğerini yedi zaten. PKK, en az 10 örgütü daha yedi
zaten. Kendi halkının aydınlarını bile ölüme mahkum etti zaten.
Bu tür insandışılıkları övünerek anlatmanın
gereği yok. Marksistlerin temel yaşama hakkı dahil, hiçbir temel insan hakkına
uymadığını biliyoruz zaten, bunu hamamdaki deli gibi, kendi sesinden kendi
azıp, anırtmanın gereği yok.
Özeleştiri
yok. 40 küsur yıldır yok. Bunlar, bana hep neden kitap okuduğumu soran
insanlar.
Yalçın
Küçük şeysi, özeleştirinin papazsal-hristiyansal
günah çıkarma olduğunu ve bizde yerinin olmadığını söylemişti zamanında
yüzsüzce. Bu da o çizgide hala.
Bunlar,
cümbür cemaat aynı çizgideler.
Evet,
‘oha lan’a devam:
“Evet;
retorik değil, parrhesia kullanacağım elbette ki; toplumdan alacaklı, yaşamaya
herkesten fazla hakları olduğu halde hiçbir karşılık beklemeden, halkı faşizmin
imha amaçlı ablukajından korumak için bile isteye kalkan işlevini benimseyerek,
ecel şerbetini ölmeden yudumlayan, ölüme “Hoş geldi, safa geldi” demiş
insanlardır, albümdeki portreler.”
“’Parrhesia’
sözcüğünü Yunan edebiyatında ilk kullanan isim Euripides’tir. Kelime MÖ 5.
yüzyılın sonundan itibaren Antik Yunan edebiyatında sürekli olarak kullanılagelmiştir.
Kelime, İngilizceye genellikle “free speech” (özgür konuşma), Fransızcaya
“franc-parler (açıksözlülük), Almanca’ya “Freimüthigkeit” (açıksözlülük)
şeklinde çevrilir. Etimolojik olarak, ‘parrhesiazesthai’; “her şeyi söylemek”
anlamına gelir. Parrhesia kullanan kişi, yani ‘parrhesiastes’, aklındaki her
şeyi söyleyen kişidir: Hiçbir şeyi saklamaz, kalbini ve zihnini konuşma yoluyla
başkalarına açar. ‘Parrhesia’da konuşmacının zihninde olanların tam ve kesin
bir dökümünü vermesi, böylece dinleyicilerin konuşmacının ne düşündüğünü
anlayabilmesi beklenir. Dolayısıyla ‘parrhesia’ sözcüğü, konuşmacıyla söylediği
şey arasındaki bir ilişkiye gönderme yapar, zira ‘parrhesia’da konuşmacı,
söylediği şeyin kendi fikri olduğunu kesin ve açık bir şekilde belirtir.”
Yani:
Herşeyi
söylesene lan.
Neden
yalan söyleme sığınıyorsun?
Yaptığın;
retorik bile değil, duygusal sömürü ve belden aşağıya vurma.
Eleştiri,
özeleştiri, epistemik aksiyoloji. Kendi biyografini tarih-bilgisi’leştirme
gerekiyor bunun yerine.
Nerede
bunlar sende?
Çıkış ve
sonuç:
İşte bu
nedenle biz, daha 1968’den beridir, 1968’lilerin ve ardılı olarak 1978’lilerin,
sürekli yalan söylemeye, günümüz moda deyimiyle popülizme sığındığını, onların
devrimci söyleminin tümden yalan olduğunu vurguluyoruz.
1980
sonrasında, Gün Zileli gibi özeleştiri yapanlar bile, eksik konuştu. Örneğin
kendisi, asla ve kata anarşist olamayacağını ve olamadığını anlayamadı ve
anlatamadı.
Örneğin
Oya Baydar, yediği herzeleri anlatırken, eski kocasının yeni aşkının kızının
yaşadığı travmanın, o kızı yetişkinliğinde ne duruma taşıdığını görmedi,
bilmedi, öğrenmedi ve yazmadı.
Bunlar,
hep yalan üreten, bilgi ve doğru öğüten ve silen kişiler olageldiler.
Adam,
utanmadan kalkmış bir de herşeyi söylediğini önesürüyor.
Yuh yuh
sana…
Küfürlerimi
içime attım bu kez…
(7 Ağustos 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder