Ayşegül
Karakülhancı Duman, son Almanya genel seçimine (Eylül 2017) çok dar açılı
bakmış:
“Seçmenler,
geçtiğimiz pazar günü Almanya seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti (SPD),
Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve kardeş parti Hristiyan Sosyal Birliği’nin
(CSU) oluşturduğu ‘Büyük Kaolisyon’u tercih etmediler. Sosyal Demokratlar
yıkıcı bir seçim sonucu aldılar: % 20,5. CDU ve CSU da % 32,9 gibi, kendileri
açısından felaket olarak nitelendirilebilecek bir sonuçla karşı karşıya
kaldılar. Böylelikle Büyük Koalisyon % 14’lük bir oy kaybına uğradı.”
Küsurunu
boşver. Bu ne demek?:
Üçte
ikiden yarıya düşen bir sağ-sol tercihi değişimi.
De bu,
Almanya’da zaten taa Yeşiller ile 1980’de başlayan bir süreç. Yani, Kohl
üzerinden neo-liberal dönemin ilk momentinde. 20 yıllık Kohl sol ayraç oldu, 15
yıllık Merkel de sağ ayraç. O süreçte, sağ ve sol bir o gitti bu geldi
yaşadılar hep ama temelde, bu SPD’nin (sosyal demokrat veya sosyalist
geçinenlerin) teslimiyetçiliği üzerinden okunarak, solun sağa geçmişi ve
geleceği peşkeş çekmesi oldu.
Bu,
Blair’in Bush maymunluğu ile de böyleydi, Hollande’nin Macron’a Fransa’yı
peşkeş çekmesi ile de böyle devam etti. Mutsuz Son ama: Macron Fransa’nın
gelecek 20 yılını gömdü çoktan, Trump ABD’yi sıfırladı çoktan.
İşte,
köşe yazarı bunları okuyamamış ve açıklayamamış. Bunları bilmezmiş ya da bu
bilgiler yokmuş gibi davranmış.
Peki
asıl uç sağ ve uç sol hangi nasıl sonuç aldı acaba?
“CDU /
CSU: 220
SPD: 137
AfD: 87
Hür
Demokrat: 67
Yeşiller:
61
Sol
Parti: 59”
= 631
Ek
bilgi:
“Seçmenler
oy pusulasında iki oy kullanıyor. Birinci oyu direkt olarak, kendi seçim
bölgesindeki milletvekillerine veriyor. Bu yolla, Federal Parlamento'ya
(Bundestag) 299 milletvekili seçiliyor.
Seçmenler
ikinci oyu ise, siyasi partilere veriyor ve partilerin eyalet listesindeki
(toplamda 16 bölge bulunuyor) milletvekillerini seçmiş oluyor. Bu yolla meclise
giren milletvekili sayısı 299 olarak belirlenmiş olsa da, seçimden seçime
değişiyor.
Bundestag'daki
toplam sandalye sayısı teorik olarak 598. Partinin aldığı oylara göre fazladan
milletvekili çıkarması mümkün. Yani sandalye sayısı, aldığı oy yüzdesiyle doğru
orantılı.
2013
seçimlerinin ardından kurulan parlamentoda 631 milletvekili var. Bu sayı 800'e
kadar çıkabiliyor.
Parlamentoya
girebilmek için partilerin % 5 seçim barajını aşması ya da direkt listeden 3
adaylarının milletvekili seçilmiş olması gerekiyor.
18
yaşını dolduran ve Almanya kimliği olan herkes oy kullanma hakkına sahip.
Federal İstatistik Dairesi'nin verilerine göre 24 Eylül'de oy kullanma hakkı
bulunan yaklaşık 61 milyon 500 bin seçmen var.”
Şerh:
Böyle tuhaf seçim sistemini de ilk kez anladım doğrusu.
Devam:
Yani uç
sağ 87, uç sol 59. Toplamı 146 eder. Yani % 23 eder. Ona da çeyrek diyelim.
O zaman
da kokmaz bulaşmaz partiler de çeyrek eder.
Durum bu
yani:
Ana akım
veya 2 partili sistem % 50, uç % 25, orta % 25.
İşte
bunu henüz kimse okumamış Dünya’da. Asıl dert olanın da, % 75-80 toplamlı 2
parti oyu olduğunu kimse anlamadı. %
100’lük 2 partili demokrasi olabilse, ABD’de 200 küsur yıldır olurdu.
Yanlış
savlar üzerinden yapılmış ama geçerli kalmış bir saptama daha köşe yazarından:
“Fransa
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un AB için öne sürdüğü reformlara bakacak olursak
ve Macron’u Merkel’in de destekleyeceğini göz önünde tutarsak, artık Güney
Avrupa ülkelerinin kemer sıkma politikalarının sonu gelecek. Ayrıca hümanist
bir göç politikası için göçmen alımında bir üst sınır veya geri dönüşleri
kolaylaştırma gibi bir politika da söz konusu olmayacak. Bu durumda FDP ve
Yeşiller hangi alanlarda yeni bir politika üretecekler!”
Görülmeyen
şu:
O orta
kesim, yabancı göçmen alıp yerli emekçinin işsiz kalmasına göz
yumdular. O nedenle Fransa’da uç sağ Le Pen oy topluyor. Sonuç: Fransa ve
Almanya’yı milyonlarca vatandaşı son 5-10 yılda terketti(bunları daha çok
Kanada ve Avustralya gibi halihazırdaki-tali-müstakbel-ana-hegemon
1. Dünyalılar alıyor).
Ancak,
küçük ekonomili AB üyelerinin kemer sıkma politikasının gelmesi, ancak ve ancak
Almanya ve Fransa’nın cebinden para çıkması ile mümkün olur. Bu da, 3. Dünya
göçmeni yerine, 2. Dünya (= AB 27 toplam - 2 büyük = 25) göçmeni almak demek
olur.
Ama bu
daha önce denendi. Almanya işçisi 3, diğer AB işçileri 2 ama 3. Dünya ülkesi
işçileri 1 veya 0,5 ücretle çalıştı, hem de 50 yıl boyunca.
Ek
saptama: 3. Dünya ülkesi TC için bu, 4. (eski Doğu Avrupalı) ve 5. Dünya
(Afrikalı, Afgan, vd) işçilerini asgari ücretin yarısıyla üçte birine
çalıştırmak ve bunu TC ekonomi bakanının bile onaylaması durumu olarak kurulu.
İşte bu
nedenle, şu saptama geçersiz:
“Ülkenin
Sosyal Demokrat partisi, zenginlerin daha da zenginleştiği, ama orta sınıfın
giderek fakirleştiği, ekonomik sisteme bırakın müdahale etmeyi, daha da büyük
bir hevesle neo-liberal politikaları uygulamaya devam etti. Vatandaşların
elinden iş garantisinin alındığını ve artık güvenli bir gelecek
kurgulayamadığını bir şekilde anlayıp, buna uygun çözümler üretemedi. CDU da
kendi muhafazakar seçmenine ülkedeki tüm sorunların göçmenler nedeniyle değil
de, kendi ekonomik politikalarından kaynaklandığını, Almanya’nın sosyal
politikalarının her geçen gün biraz daha gerilemesinin başlıca kahramanının
kendileri olduğunu cesaretle dile getirememesi, AfD gibi bir ırkçı partinin
açılan boşlukları doldurmasının başlıca nedeni oldu.”
Oysa,
gerçek durum böyle değil:
2 partinin
ortak yanı, ülkenin çıkarlarını bireylerden ve bazı sınıflardan birlikte üstün
tutmalarında. Ancak Almanya, Alman tanımını eski ırkçılık deneyimleri nedeniyle
yapmamış. O nedenle bugün, Almanya’da 3-8 milyon arası Türk var. 1-2,7 kat
oynayabilen bir belirsizlik var yani. Türkler’in 1960 ertesiki göçmenlerin
yarısı olduğunu varsayarsak, 96 milyonluk Almanya’nın 16 milyonu Alman-değil
olur ve bu da, % 17 eder.
İşte bu
tehlike; AB, ABD ve Rusya için aynen var. Ama Japonya için yok, çünkü göçmen
sokmuyorlar ülkeye. Avustralya ve Kanada için daha uzun vadede var. AB ve ABD,
% 50 sarıkafa çoğunluğu en geç 2075’te yitirecekler. Ana panorama bu.
AB
tarihinde bu, eski uygar Güney’in (Antik Yunan, Roma, İspanya Dünya fatihleri)
500-1500 arasında AB’nin 3. Dünya’sı olması, sarıkafa İngiltere ve Fransa’nın
1500-1900 1. Dünya olması, sonra az-sarıkafa Almanya’nın 2 dünya savaşıyla
koloniyal dönemi bitirmesi ve geçmişi silmesi olarak, epeyi tuhaf okunabilen
bir tarih yarattı.
MÖ
400’ler (henüz bilmediğimiz) ?’li, MS 1’li Got, MS 400’lü Vikingler ile, yani
kuzeyli barbarların Dünya istilaları ile AB, epeyi sarıkafalaştı. 400’ler
Hunlar ve 1200’ler Moğollar ile de coğrafi Doğu Avrupa, epeyiden çok
karakafalaştı. İsviçre’nin güneyi de hep karakafa kaldı: Viking, Vandal istilalarıyla
bile ama istisnalar oralarda hala var.
Burada,
aynen şimdiki gibi demografik açıdan %
0-40’lık ırksal oynamaları kastediyoruz.
İşte,
1980-2015 çabaları, hiç hesaba katılmadan, bu sonucu yarattı. AB için de böyle,
ABD için de böyle. Reagan, Kohl, Thatcher başlama üçlüsü, şimdiki duruma
kahrolurdu herhalde. Kendilerinin müsebbib
olduğunu da kabul etmezlerdi.
Yani,
burada sağ-sol açmazından çok, bildiğimiz Yeni Orta Çağ açmazı var. Sonuçta,
Güneyliler de karakafa, 3.-5. Dünyalılar da.
22.
Yüzyıl’da toplamda 1 milyarlık karakafalı ‘AB + ABD’ toplamından söz ediyoruz
yani. O 1 müstakbel 1 milyar bir zamanlar sarıkafa idi.
Ancak, o
müstakbel karakafalar, şimdiki Afro-ABD’liler gibi, şopar Obama gibi, gayet
faşist, gayet engizitör 1. Dünyalı tipi de olabilirler, çünkü oldular bile
çoktan.
Bu, Viking Ragnar’ın Güney’de sarıkafa çocuklar
yaparken, evinde / Kuzey’de Afrikalı bir çocuğu olması durumu demek.
Yaşanan tam da bu: Avcının av olması, ava gidenin avlanması, evdeki hesabın
çarşıya uymaması, barbarın acaip bir biçimde kendisi Dünya’yı barbarlaşırken,
başkalarının onun evini daha da barbarlaştırması.
Türkler
de bu uyanıkların, bu lümpenlerin belki çeyreği, belki yarısı durumunda.
‘Heil
Cem Özdemir heil’ durumu yani…
Hitler
de karakafaydı durumu yani.
(2 Ekim 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder