Önnotlar:
Almanya’daki
bir okurum, konuyla ilgili bir metin yazmamı talep etti ve bana bu başlıklı bir
kitap gönderdi. Daha önce, parça parça konuyla ilgili metinlerim var. Ancak,
olaya bu bakış açısıyla bakmadım, çünkü bana uymuyor. Yine de, ricayı yerine
getirerek, bir kayıt bırakmak arzusundayım.
Önkoyutlar:
İlkel komünal
toplumların komünlerinin, özerk toplumsal yapılarının ve hatta az
mülkiyetçiliklerinin veya mülksüzlüklerinin komünizm olmadığını, zaten marksistler
yazagelmiş, ben de dendenlemiş olayım.
Göçer,
proto-feodal yapılı bir toplumun anarşist veya komünist olması mümkün değil,
çünkü bunlar sanayi ve kent toplumunun
tanımları.
Giriş:
Alevilik-Şiilik
ilintisi, konuyla ilgili olanların veya dışarıdan bakanların bir türlü derli
toplu anlatamadığı bir konu. En az 5 türlü Alevilik var ve çoğu bir diğerini
yok sayıyor.
Konuyla
ana akım tez, Türkmenler’in hem en has Türk, hem de en has Alevi oldukları
yönünde, epeyi uç milliyetçi ve uç dinci kalabilen bir sav.
Oysa Türkmenler,
Türk değiller. Konuyla ilgili olarak birkaç metin yazmışlığım var. Türkmenler,
İrani bir halk, Orta Asyalı ve çekik gözlü bir halk değil. Kalın yüz tenli bir
halk, oysa sarı ırka yakın hakların yüz teni ince olur.
Türkmenler;
epeyi halkın yaptığı gibi, coğrafyasını, adını ve dinini değiştirmiş bir
topluluk.
Türkmenler’de
olsun, Aleviler’de olsun, merkezi otorite, hiyerarşi çok güçlü. Dede ne derse,
o oluyor. (Bunu bizzat gözledim, İstanbul’da bile ve Aleviler’in kendi
ağızlarından da dinledim. Ayrıca, konuyu zamanında rahmetli Ümit Kaftancıoğlu
da bir kitabında ele almış.) Gerontokratik (yaşlı hegemonu) bir ataerkillikleri
var.
Yani,
bırak anarşizmi, demokratik / özgürlükçü bir iç yapıları bile yok. Anarşizm,
daha bireysel bir şey veya küçük ölçekli topluluklarda işliyor ama Aleviler, cemevlerinde
epeyi kalabalıklar.
Gelişme:
Geçelim
kitaba:
Birinci
makale:
Devlet
kurmaya karşı olmak, göçerliğe taraftar kalmayı seçmek, yerleşikliğe geçmemeyi
tercih etmek demektir ve bu, taa 500’den beridir Türkler’in bir derdidir. Yani,
devlet kurmama isteği veya devlet kurmaya karşı çıkma, anarşist tez değildir.
Ek bilgi:
Bu konuyu anarşist Kürtler ile de çok tartıştım internette: Onların bir bölümü
de, bazı 550 Türk momenti gibi, 2010-2020 Kürt momentinin devletliliğine
karşılar. Oysa, benim aynı global momentteki savım, özellikle AB parlamentosunda
acilen anarşistlerin ve ateistlerin politik olarak devreye girmesi. Çünkü, bazı
şeyleri (özellikle demokratik bazı değerleri) artık ancak onlar kurtarabilir.
(Ben, hem anarşistim, hem de ateistim.) Bunu isterler mi, yoksa yıkımı mı seyretmeyi
mi yeğlerler, onu birlikte göreceğiz.
Sonraki
tarih momentlerinde de Anadolu’daki göçerler, devlete vergi ve asker vermemek
için, dağda kalmayı yeğlediler. % 90 koşulda da devlet onları yendi ve ovaya
yerleştirdi. (Anne tarafım Uşak Eşme taraflı, oradan biliyorum.)
Vurgulu
ek: Orta Asya Göktürkleri ile, 1200 veya 2000 tarihli hiçbir halk, % 5’ten daha
çok akraba değil. Endogami değil, ekzogami yaşandı hep çünkü.
İkinci makale:
Başıbozukluk,
anarşizm değildir. Bunun 2017 sonunun sokaktaki
fiili devletsiz İstanbul’unda tüm lümpen halkların yediği, başıbozukluk ve
ayaktakımı herzelerini bizzat gözlüyorum. Hiçbir manevi, ailevi, hukuki, dini,
siyasi değer kalmadı halklarda. İnsanları Allah, baba ve devlet korkusu bile
durduramıyor. Bu, tarihte ilk kez olmuyor. Sonuç, genelde Sodom-Gomor sonu gibi
oluyor.
Devlete
isyan ayrı şey, devlet kurmamak ayrı şey, devleti tasfiye ayrı şey, devleti
yıkmak için savaşma ayrı şey. Türkmen denilenlerin klasik klişe öyküsü, devlet
geliyor, vuruyor pata küte, 9 durumda devlet kazanıyor, 1 durumda asiler
kazanıyor. Sonuçta, Osmanlı’yı Türkmenler yıkmadılar, yıkamadılar.
Bir de
genel bilgi:
Konsensus,
Türk’ü ayrı, Moğol’u ayrı, Tatar’ı ikisinin melezi ama o da ayrı halk-tarih
sayar. (Rus’u da, Germen-Viking melezi sayar örneğin aynı konsensus.)
Alıntı
not: “Fakat Ebul Gazi, yazdığı iki eserle Türk ile Türkmen’i tarih, coğrafya, ad,
zaman ve hatta dil açısından ayırmıştır.” (Türkmen Anarşizmi, Sayfa: 57) Bizim tezimiz
de bu yönde.
Üçüncü
makale:
Türkiye
Türkçesi, 1930 ve 1960 dalgaları ile üretilmiş, Yeryüzü’nün en düzenli, en
yeni-yapay dilidir. Yeniden üretimi hala sürmektedir. (Benim de Türkçe’ye 1.500
(yazıyla bin beş yüz) küsur sözcük / anlam katmışlığım var.)
Dolayısıyla
günümüz Türkçe’sinin , ne Göktürk Türkçesi ile, ne de Lugat-üt-Türk Türkçesi
ile benzerliği vardır.
Türkmence
sayılan dilin de, özgün Türkmence ile ilintisi yoktur.
İkisinin
ortak ve ayrı yönleri için, ikisinin sözlükleri karşılaştırılabilir. Ancak Türkmence,
göçer dilidir, yazı dili değil, sözel dil dilidir yani; Türkçe ise, yapay-soyut
bir dildir ve kitap dilidir.
Özel not:
Türkmence (o zamanki ve bu zamanki), ancak o zamanın Karlukça’sı ile ilintili
olabilir, çünkü o zamanki Türkmenler’i Anadolu tarafına ilk süren ve devlet
sahibi olan onlardır. İran-içi yolculuğun bilgisi hala eksik ve muğlak, onu da
not düşmüş olalım. Bu makale ise, Karlukça herhangi bir malzeme içermiyor.
Konusunda eksik bilgiye sahip yani.
Dördüncü
makale:
6
makalenin 3’ünü irdeleyince, beynim istop etti. Hem yoruldum, hem beynim bu
beyhude çabayı sürdürmeyi reddetti. Ben de durdum.
Toparlayıp
çıkışa geçiyorum o nedenle.
Genel:
Okurumun
benden bir dileği de, konuyu Dünya Sistemi içine yerleştirmemdi.
850-1900
Türkler’inin (yani öyle denilenlerinin veya kabul edilenlerinin), tarihlerini ve
kurdukları devletlerin tarih atlası ve Dünya sistemi içine bilgisel
yerleştirmesi konusunu işlemeyi, Ebubekir Ceylan ve İbrahim Okçuoğlu, ayrı ayrı
gayet güzel yaptılar. Katıldığım tezleri var, katılmadığım tezleri var, onların
da birbirine uymayan tezleri var. Ama onlar, konunun uzmanları, konu onların
sorumluluğunda yani. Benim yaptığım, doğru-geçerli kabul ettiğim bilgileri tarih atlası üzerine noktalamak
yalnızca. Onların da çözünürlüğü çok yüksek değil, çünkü disiplinlerarası ve
çokdisiplinli biriyim, benim işim kavramsal
çerçeve kurmak. Yaptığım, bilgilerin hiçbir bilgi disiplinine aykırı
olmamasını sağlamak için, epistemik
redaksiyonlarda bulunmak. (Ki bu metin de öyle oldu.)
Sonuç:
Bu
makaleye başlamadan önce de düşüncemiz aynıydı, onu tamamlarken de öyle kaldı.
Yeryüzü’nde
öyle olduğu kabul edilen, yalnızca 2 anarşist deneme oldu (ikisi de
anarko-komünist):
İspanya
1936-1937 ve Ukrayna 1920-1922. İlki faşistler tarafından, ikincisi reel
sosyalistler tarafından ezildi ve yok edildi.
Yani,
kime olursa olsun, bir politik odağa yenilmek de, anarşizmin başarısızlığı sayılsa gerekir. Karşı taraf hile yapmış veya
arkadan vurmuş olsa bile, böyledir.
Dolayısıyla,
epeyi bir özeleştiriye gereksinimimiz var.
O
nedenle, bu türden uygunsuz katkılarla konuyu bulandırmaya gerek yok. Geçmişe
değil, geleceğe bakmalıyız.
Anarşizm,
artık 21. ve 22. Yüzyıl’ın, yani 2. Sanayileşme’nin ve Homo Posterus’un
problematiği de oldu. Homo Sapiens bu işi kıvıramadı yani.
Bizim için,
olmuş olmuştur, ölmüş ölmüştür. Felaket önlenebilirdi, yönetilebilirdi, artık
yalnızca yıkımların dökümü yapılabiliyor. Türkmen göçerliği konusunda da aynen
öyle.
(3 Aralık 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder