Türkçe
karşılığı, dişil bilinemezcilik
oluyor.
Bu düşüncesel-kategori
ile, 1990’da okuduğum Ursula K. Le
Guin’in ‘Mülksüzler’ romanında ilk kez karşılaşmıştım ve çok şaşırmıştım.
O
zamanlar, henüz G-7, AB, ABD, Aydınlanma Çağı, hatta eski SSCB çökmemişti ama
1980 momentli neo-globalist
neo-liberalizm Dünya’yı ezmeye 10 yıldır başlamıştı.
Sonra,
aradan yıllar geçti. Tarih çöktü. 200 yıllık çöküş / gerileme dönemlerinden
birine girdik, 11 Eylül 2001 momentli gibi diyelim.
O günden
bu yana, devletler zayıfladı, küçüldü ve sayıları çok arttı. Bu durumda
ayaktakımı / başıbozuk sürüleri dağıldı, Dünya’nın % 4-5’i mülteci oldu. Yeni
Kavimler Göçü başlatıldı. Cahilliklerini ve aptallıklarını tüm Dünya’a salgın
hastalık gibi yaydılar. Çünkü onlar, derede balık, havada kuş kadar çoktular.
Ve onlar, hakir, zalim, korkaktılar…
Sonra da;
rasyonalizm, pozitivizm, şu bu çöktü. Onun yerine faşizm ve engizisyon geldi.
Tarihte
AB’de 4 farklı yerde ve zamanda 4 ayrı engizisyon ve 4 ayrı yerde ve zamanda 4
ayrı rönesans kayıtlı. En sonuncusu, Aydınlanma Çağı momenti idi. O 1945 gibi
bitti.
Tarihte
anti-faşizm tanımlı değil, çünkü uygulanamadı. Reel sosyalizm tipi
anti-faşizmin kendisi; zaten gayet Stalinist, gayet Hitlerist ve gayet faşist
oldu çıktı.
Ondan
sonra, o Aydınlanma’nın artıkları inişle sürdü. 1945-1980 arası sol,
ilericilik, batan tarihin ışığının (Aydınlanma’nın) son parıldayan anları
denilen bir dönem olarak geldi geçti. Sonra da bu, 1980 dalgası geldi. O da
geldi geçti ve 2015’ten beridir global bir fetret devrindeyiz, kısacası Yeni
Orta Çağ’dayız. İşin en boktan yanı gelmedi henüz daha yani…
1945-12015
arası aynı zamanda; 2. Sanayileşme’nin 9 öncü momentinin yükselişi, uzaya
gitme, robotlaşmaya geçme, vd biçimlerinde tezahür etti.
Buna
Bilgi Çağı da dendi.
Duygunun
yerini; bilgi, düşünce, zeka, vd almaya başladı. Örneğin, sanatsal
bilimkurgunun yerine, bilimsel gelecekbilim ağırlık kazandı.
İşte bu
dönem, tıpkı 800 Şarlman Fransa premature rönesansı gibi, 70 yıllık bir premature rönesans oldu. Erken doğan
dayanıklı olmadı, öldü, sizlere ömür, bilginin başı sağolsun, şimdilik, 200
yıllığına falan.
Benzeri
ve kayıtlı ilk dönem, Sokrat, Platon, Aristo çizgisi üzerinden Antik Yunan’daki
aydınlanmanın yükselişi ve çöküşü geldi. İronik olarak, bunu da her 3’ünün
arzuyla talep ettiği, Persepolis işgali getirdi. Aristo’nun öğrencisi olan, ne
Spartalı, ne Atinalı, ne İyonyalı olan Makedonyalı İskender, Antik Yunan’ın
tozunu attıran Persler’i yendi, başkentlerine yerleşti, vee bir Persli gibi
yaşamaya başladı, vee erken öldü mü, öldürüldü mü hala belli değil. Bu işte
Aristo’nun da parmağı olduğu söylenir.
Yine
ironik olarak, uygarlık odağı bu kez, Ne Atina’da kaldı, ne Makedonya
başkentine yerleşti, ne de Persepolis’te kaldı. Gitti İskendireye’ye. Gerisi
ise toptan çöktü. İskenderiye kütüphanesini Sezar yakana kadar, global bilgi
merkezi oldu.
Bu süreçler
dizisi boyunca; hedonizm, agnostizm, kinizm, skeptizm, vd gibi uç ideolojiler
ve felsefeler üretildi.
Yani,
agnostizmler tarihte tekerrür eder, en çok da bu türden çöküş dönemlerinde eder.
Dolayısıyla,
1970-1980 momentili Mülksüzler üzerinden Ursula K. Le Guin, bir arkaik /
arketip dişil bilinemezci oldu, diyoruz, Yeni
Orta Çağ’ın erken öten tavuğu olarak.
Neden
mi?
Çünkü
romanın baş kahramanı bir erkek. Gnostik, rasyonel ve bilimci olan o. Karısı
ise; hafif bir antropolojik mistisizm, romantizm, idealizm, animizm ve hatta
artı gayacılık (Gaiaism) üzerinden bir agnostik.
Soyut,
ideal, ölü kadın kahraman Odo’nun ise, baş harflerinin birleşimi Lao ediyor (Laio
Asieo Odo). Yani, Lao Tzu’nun Lao’su. Yani, Mülksüzler’in ideolojik yarı-annesi
taoizm’in Lao’su. Ve o, bir erkek. Bu arada, ikinci yarı-anne olan anarşizm ile taoizm sentezinin ilk
kullanım patenti de Lu Guin’e ait, hala öyle üstelik.
Bunlar,
Le Guin’in toplu bilisizliğinde (collective unconscious) varolan yansımalar.
Burada dişil bilinçaltı diyebiliriz.
Le Guin,
o romanında da, başka kitaplarında da, özellikle düzyazılarında bile, taoizmin gizemlimsi (pseudo-mistic) yönünü ele
alır ama eksi varlıkçı ve varolan
biçimiyle Evren’in yaratılmış olması gerekmediğini içeren yanını anlatmaz,
ağzına almaz. Günümüz cihadının ve Haçlı Seferi’nin antitezi ve panzehiridir
oysa o tezler.
Bu
durumda, Tanrı var olamaz. Çünkü, Evren kendi kendine var olabiliyorsa,
tektanrılı dinler yok olur.
Evren
kendi kendine var olabiliyorsa, bilgi haydi haydi kendi kendine var olabilir.
İşte bu,
tüm yerleri ve zamanları kapsamış, Asıl ve Yeni Orta Çağ’cı agnostizme karşı,
bir meta-gnostizm’dir. Yani, insan
herşeyi bilebileceği gibi, hiç bilinemez sayılanları ve var olmayan bilgileri
de bilebilir
Diğer
bir deyişle: Bilinenleri bilmeyen biri,
bilinmeyenlerin bilinemeyeceğini bilemez.
Oysa
Shevek’in karısı Takver bilinemezcidir, hissedici-sezgici arası bir momentte
salınır.
Düşünmez,
hisseder yani.
Kocası,
ev-gezegenlerinin en büyük politik bunalımın yaratıp, kellesini koltuğa
aldığında, o kendi çocuğunu düşünür ve bunu kocasına itiraf etmekten çekinmez.
Sonra da
biz erkekler, kadınlar uterusları ile (vajinaları ile değil), düşünürler de
değil, hissederler, deyince seksist sayılıyoruz nedense.
Le Guin,
özellikle Daima Eve Dönüş ile bu dişil bilinemezciliğine tavan yaptırır.
Onun
gibiler, eril olsun, dişil olsun, erkek olsun, kadın olsun, ‘asla ev yok’u hiç
anlayamazlar bile değil, bunu dinlemezler bile.
Sonuçta
Le Guin, bir tür önseziyle Yeni Orta
Çağ’ın karanlığına tapan ve ona secde eden biri olur çıkar.
Sonra da
erkeklere olunacak kitap olmak kalır, annelerine, karılarına, kızlarına,
bacılarına karşın, karşıt, vd, vb…
Gnostik
olabilecek kadınları da, en baştan kadınlar katlederler zaten, beyin olarak,
yürek olarak, uterus olarak…
Ama
tarihte analar gibi Rosa, Emma, Hannah, Ulrike vardır. İşin tuhafı hepsi Alman
ve Musevi kökenlidir.
Bunlar,
aynı zamanda Einstein’ın, Freud’un, Marx’ın erilliklerinin de antitezi
olmuşlardır çoktan…
Öyleyse,
şimdi ve burada:
Ursula’ya
çaat çaat diye, 2 Yeşilçam tokadımızı çakarız, sevgili 4 kadın ustamıza da
saygı selamlarımızı çakarız…
Ve dalarız o agnostizmin anasının uterusuna…
Bilgi,
dahiler olmadan da sağ kalıyor, hem de 2 milenyum boyunca, hem de o bilgiyi
inkar edenlerin beyinlerinde kuşaktan kuşağa aktarılarak. Eratosthenes bunu
kanıtladı ve açımladı.
O zaman
bilgi öldürür. Bilgi sahibini değil, bilgisizliği ve bilgisizleri.
Bu
ölümüne bir savaştır ve sonul kazananı olmayacaktır, 5 milenyum daha öyle en
azından…
Yani bu,
bir toptan savaş, bir imha savaşıdır…
Öldüremeyeceksen,
yenileceksen, kaç o zaman… Aristo gibi düşmana biat etme…
(20 Aralık 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder