Oğuz
Atay’ın belirttiği üzere, bir yazar olarak bir tasvir çiziyoruz ve o tasvirin
içine kendimizi de yerleştiriyoruz.
Aynı
zamanda ek olarak, o çizdiğimiz tasviri kendi varlığımıza da çiziyoruz. Buna,
tarih-otobiyografi ilintisi olarak bakılabilir.
Bunun
açımlaması şudur:
Eskiden
bir yazara, bir sanatçıya, bir aydına, hepi topu didaktik bir ahlak yüklemesi
yapılırdı. En geç 1885-1930 arası için böyleydi, diyelim.
Sonra
tarih bilinci geldi. Sonra otobiyografi bilinci geldi. Sonra eleştiri bilinci
geldi (ki bunu Benjamin-1930 momenti için yoktur ve biz o çizginin devamıyız).
Sonra popüler kültür ürünlerinde ‘onlarla özdeşleşme yoluyla (yüksek dozda
zehir alıp bağışıklık kazanmak gibi) onlara yabancılaşarak onları aşma’ geldi
ki bu, 21- Yüzyıl neo-entelektüel’inin
niteliklerinden biri oldu.
Bunları
parça parça eyledim ve bunlardan yap-boz ile epeyi çeşit eleştirmen tipi
çıkardım. Şu anda Türkiye’de de Dünya’da da en son çıkan popüler kültür
ürünlerinin tüm sanat dallarındaki örneklerini eleştirebiliyorum ve
eleştirilerim günü gününe geçerli çıkıyor, özellikle de estetiko-politik yoluyla yaptığım gelecekbilim tahminlerim.
Buraya
şöyle bir rotayla vardım:
Hep
düzyazı, deneme, eleştiri (günce mektup dahi olarak) kurmaca-dışı alanlarda
yazdım. Bu, bana akıl yürütmesi açıkseçik yürüyen ve sıkı mantık örüntülü
metinler yazmayı öğretti.
Çok
yazdım: 1984-2017 arasındaki 34 yılda 40 bin sayfa kadar çok.
Sanat filmi
seyretmeye, televizyondaki programlarda haftada 2 olan, yönetmen ve ülke
sinemaları örnekleri sayesinde 1986’da başladım. Yani diğer bir deyişle,
gençken İFF filmlerine bilet parası veremeyecek durumdaydım, şimdi verebilirim
ama hala vermiyorum. Ev sinemasını yeğledim.
Ek
olarak, korsan film furyası döneminde, parasız ulaştığım tüm Dünya ülkeleri ve
yönetmenlerinin (çektiklerini kendilerinin bile unuttuğu) filmlerini seyretme
fırsatı da buldum.
Yazı
tempom ise şöyleydi: 1984 Ocak’ta sürekli yazmaya başladım. Teki bile
atılmayası satırlar yazmam tam 10 yıl aldı, yani Dostoyevski’nin masa başında dirsek çürütme süresi
olarak saptadığı aralık için haklıymış.
İlk
atılmaz film eleştirisi metnimi, Fassbinder hakkında 1993 sonunda yazdım, yani tam
metinli sinema yazmak da 10 yılımı aldı. ‘Fassbinder Planları’ adını verdiğim
bu yaşam-film momentleri çakışmalarını yazmaya 24 yıl sonra bile hala devam
ediyorum.
En
başından beridir; marjinal, avangard (hem eleştiri türü olarak, hem seçilen
filmler olarak böyle), Siyad-dışı çizgide film eleştirileri yazdım. Bana hala
ilginç gelen bir biçimde, epeyi bir bölümünü matbu olarak yayınlatabildim de.
Diğer
tüm bilgi disiplinleri alanında da başıma geldiği üzere; tarih o zamandan sonra
çok değişti, sinema o zamandan beri çok değişti, ben o zamandan beri çok
değiştim. Bu değişimlerin büküm bölgeleri, her zaman birebir çakışmadı. Ancak,
eğer 3’ü birarada gitmeseydi, o zaman kendimi şu an eleştirmen saymazdım, çünkü
sürekli yazıyorken bile, kendime 10 yıl falan, yazar değil, yazan dedim
ve bu, güncelerimde kayıtlı.
1995-2005
dönemi aynı zamanda, sinemanın ikinci yüzyılının ilk 10 yılı, sinemanın onlarca
metamorfoza birden girdiği, post-2-modern dönemin 5.-15. yılını kapsar bir
dönem oldu. Eleştirimin avangardlığını ağırlıklı olarak, bu ivmeli metamorfoza
borçluyum.
2005-2010
gibi ise, artık usta olmuştum. Yani, 1993-2004 arası, hem çıraklık, hem
kalfalık dönemimin içiçeliği oldu.
2017
Aralık gibiki momentte, 150’şer sayfalık 10 tam sinema kitabı yazmış
durumdayım. Sinema metinlerim ise, onun 2 katı olacak biçimde, 3 bin sayfayı
geçmiştir.
Sinema-film
metinlerinin dışında; dizi, klip-reklam ve çapraz medya konuları da var ve
onlar bir yanlarıyla sinema alanının içinde. Onlar da, kabaca 5 kitap eder.
Sinema
ve fotoğraf eleştirmenliği, disiplinlerarası ve çokdisiplinli bir yazar olarak,
uzmanlığa en yakın durduğum 2 alan.
Sinema
filmi hiç çekemedim ama fotoğraf sürekli çekiyorum.
Sinema
eleştirmeni olarak, kendim eleştirdiğimde 8/10 veremeyeceğim filmi yapmam derim
ve bu da, aşağı yukarı hiç film yapmadan
ölmüşlük demek olacak benim için.
Şerh:
Vine video türü örnekler hariç.
Not: Vine videonun ve vlogun belki de hiç sinema filmi olamayabileceği olasılığını
epeyidir düşünüyorum ama bu, beni onları yapmaktan alıkoymaz.
Son 7
yılda sinema hakkında en çok dizi
alanında yazdım, çünkü HBO türü çizgiler sinemayı metamorfozladı.
Son 1-2
yılda da, bilgisayar oyunu sinemasal fragmanı üzerinden, çapraz medyanın
sinemalığı üzerine yazdım.
Not: O
fragmanların yaratıcılık duvarına tosladığını imlemiş olayım: 2017 gibi
diyeyim.
Çıkış:
Sinema
bitmez ama yaşam biter. Yazmış olacağım eleştiri de bitecek yani. O güne dek
de, çapraz medyanın bir sonrasını ve holografik sinemanın ilk ipuçlarını
göreceğime ve yazacağıma eminim.
Not:
Holografik sinemanın ilk ve tek örneğini, 1992 gibi bir bilgisayara oyunu
fragmanı / demosu olarak İstanbul’da izlemiştim. Kovboylu bir şeydi.
Dipnot:
Bu metni, Murakami’nin nasıl uzun mesafe koşarak yazabildiğini açımlayan
kitabının hızlı okumayla bende bıraktığı izlenimler ertesinde yazdım.
(19 Aralık 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder