Çarşamba, Aralık 20, 2017

Film Eleştirmeni Olarak Otoportrem

Oğuz Atay’ın belirttiği üzere, bir yazar olarak bir tasvir çiziyoruz ve o tasvirin içine kendimizi de yerleştiriyoruz.
Aynı zamanda ek olarak, o çizdiğimiz tasviri kendi varlığımıza da çiziyoruz. Buna, tarih-otobiyografi ilintisi olarak bakılabilir.
Bunun açımlaması şudur:
Eskiden bir yazara, bir sanatçıya, bir aydına, hepi topu didaktik bir ahlak yüklemesi yapılırdı. En geç 1885-1930 arası için böyleydi, diyelim.
Sonra tarih bilinci geldi. Sonra otobiyografi bilinci geldi. Sonra eleştiri bilinci geldi (ki bunu Benjamin-1930 momenti için yoktur ve biz o çizginin devamıyız). Sonra popüler kültür ürünlerinde ‘onlarla özdeşleşme yoluyla (yüksek dozda zehir alıp bağışıklık kazanmak gibi) onlara yabancılaşarak onları aşma’ geldi ki  bu, 21- Yüzyıl neo-entelektüel’inin niteliklerinden biri oldu.
Bunları parça parça eyledim ve bunlardan yap-boz ile epeyi çeşit eleştirmen tipi çıkardım. Şu anda Türkiye’de de Dünya’da da en son çıkan popüler kültür ürünlerinin tüm sanat dallarındaki örneklerini eleştirebiliyorum ve eleştirilerim günü gününe geçerli çıkıyor, özellikle de estetiko-politik yoluyla yaptığım gelecekbilim tahminlerim.
Buraya şöyle bir rotayla vardım:
Hep düzyazı, deneme, eleştiri (günce mektup dahi olarak) kurmaca-dışı alanlarda yazdım. Bu, bana akıl yürütmesi açıkseçik yürüyen ve sıkı mantık örüntülü metinler yazmayı öğretti.
Çok yazdım: 1984-2017 arasındaki 34 yılda 40 bin sayfa kadar çok.
Sanat filmi seyretmeye, televizyondaki programlarda haftada 2 olan, yönetmen ve ülke sinemaları örnekleri sayesinde 1986’da başladım. Yani diğer bir deyişle, gençken İFF filmlerine bilet parası veremeyecek durumdaydım, şimdi verebilirim ama hala vermiyorum. Ev sinemasını yeğledim.
Ek olarak, korsan film furyası döneminde, parasız ulaştığım tüm Dünya ülkeleri ve yönetmenlerinin (çektiklerini kendilerinin bile unuttuğu) filmlerini seyretme fırsatı da buldum.
Yazı tempom ise şöyleydi: 1984 Ocak’ta sürekli yazmaya başladım. Teki bile atılmayası satırlar yazmam tam 10 yıl aldı, yani Dostoyevski’nin masa başında dirsek çürütme süresi olarak saptadığı aralık için haklıymış.
İlk atılmaz film eleştirisi metnimi, Fassbinder hakkında 1993 sonunda yazdım, yani tam metinli sinema yazmak da 10 yılımı aldı. ‘Fassbinder Planları’ adını verdiğim bu yaşam-film momentleri çakışmalarını yazmaya 24 yıl sonra bile hala devam ediyorum.
En başından beridir; marjinal, avangard (hem eleştiri türü olarak, hem seçilen filmler olarak böyle), Siyad-dışı çizgide film eleştirileri yazdım. Bana hala ilginç gelen bir biçimde, epeyi bir bölümünü matbu olarak yayınlatabildim de.
Diğer tüm bilgi disiplinleri alanında da başıma geldiği üzere; tarih o zamandan sonra çok değişti, sinema o zamandan beri çok değişti, ben o zamandan beri çok değiştim. Bu değişimlerin büküm bölgeleri, her zaman birebir çakışmadı. Ancak, eğer 3’ü birarada gitmeseydi, o zaman kendimi şu an eleştirmen saymazdım, çünkü sürekli yazıyorken bile, kendime 10 yıl falan, yazar değil, yazan dedim ve bu, güncelerimde kayıtlı.
1995-2005 dönemi aynı zamanda, sinemanın ikinci yüzyılının ilk 10 yılı, sinemanın onlarca metamorfoza birden girdiği, post-2-modern dönemin 5.-15. yılını kapsar bir dönem oldu. Eleştirimin avangardlığını ağırlıklı olarak, bu ivmeli metamorfoza borçluyum.
2005-2010 gibi ise, artık usta olmuştum. Yani, 1993-2004 arası, hem çıraklık, hem kalfalık dönemimin içiçeliği oldu.
2017 Aralık gibiki momentte, 150’şer sayfalık 10 tam sinema kitabı yazmış durumdayım. Sinema metinlerim ise, onun 2 katı olacak biçimde, 3 bin sayfayı geçmiştir.
Sinema-film metinlerinin dışında; dizi, klip-reklam ve çapraz medya konuları da var ve onlar bir yanlarıyla sinema alanının içinde. Onlar da, kabaca 5 kitap eder.
Sinema ve fotoğraf eleştirmenliği, disiplinlerarası ve çokdisiplinli bir yazar olarak, uzmanlığa en yakın durduğum 2 alan.
Sinema filmi hiç çekemedim ama fotoğraf sürekli çekiyorum.
Sinema eleştirmeni olarak, kendim eleştirdiğimde 8/10 veremeyeceğim filmi yapmam derim ve bu da, aşağı yukarı hiç film yapmadan ölmüşlük demek olacak benim için.
Şerh: Vine video türü örnekler hariç.
Not: Vine videonun ve vlogun belki de hiç sinema filmi olamayabileceği olasılığını epeyidir düşünüyorum ama bu, beni onları yapmaktan alıkoymaz.
Son 7 yılda  sinema hakkında en çok dizi alanında yazdım, çünkü HBO türü çizgiler sinemayı metamorfozladı.
Son 1-2 yılda da, bilgisayar oyunu sinemasal fragmanı üzerinden, çapraz medyanın sinemalığı üzerine yazdım.
Not: O fragmanların yaratıcılık duvarına tosladığını imlemiş olayım: 2017 gibi diyeyim.
Çıkış:
Sinema bitmez ama yaşam biter. Yazmış olacağım eleştiri de bitecek yani. O güne dek de, çapraz medyanın bir sonrasını ve holografik sinemanın ilk ipuçlarını göreceğime ve yazacağıma eminim.
Not: Holografik sinemanın ilk ve tek örneğini, 1992 gibi bir bilgisayara oyunu fragmanı / demosu olarak İstanbul’da izlemiştim. Kovboylu bir şeydi.
Dipnot: Bu metni, Murakami’nin nasıl uzun mesafe koşarak yazabildiğini açımlayan kitabının hızlı okumayla bende bıraktığı izlenimler ertesinde yazdım.

(19 Aralık 2017)

Hiç yorum yok: