Önnot:
Bu metinle antiseksist slaktivizmin
karşıtıyız. Küfre kadar varabilen kaba dil veya belirgin-keskin-kontrast tanım kullanımı olabilir
bizce.
Marksist
bakış açısı olarak estetikte, çirkin güzelin antitezi kabul edilir. Onlar
kendilerini zorunluca diyalektikçi saydıkları için, çirkini de varsayarlar ve kabul
ederler yalnızca.
Yoksa;
ne Lukacs, ne Adorno, ne Brecht ve en önemlisi ne de Benjamin, çirkinle doğrudan
ilgilenir. Hatta Adorno, (1920’lerdeki) cazı çirkin olması üzerinden banal
sayar.
Biz
öncelikle, çirkini göstermenin doğruyu söylemek olması açısından, epistemik
aksiyoloji üzerinden çirkini savunduk.
Güzelin şeyselleştiriciliği vardır ilkin.
Kitsch’ler
de güzeldir, bir şeyleri idolleştirir, güzeli temsil eder.
Ancak
burada önemli olan durum, yalanı ve güzel kitsch’i öncelikle kadınların
sevmesidir ve seçmesidir.
Yani,
çirkin eril, güzel dişil olmakta bu tanım koşullarında.
Güzel
savaş arayan Uzakdoğu savaşçısı müritlerine Conan çok açık ve çok basit bir
yanıt verir:
“Ya sen,
ya o. Burada başka bir etken yok.”
Bu
savaşçılar, Conan’a kendilerini kabul ettirmek için çiçek bırakırlar ve o da
onlara gençkızlar gibi davranmamalarını söyler. Onlar için şiddet zarif
olmalıdır çünkü.
Zerafet,
güzeldir.
Doğrudan
söz, çirkindir.
Dobra’nın
dilde olumlu anlamı pek yoktur yani.
Ancak,
Triton’da (transeksüel ameliyatla) kadınlaşan eski erkeğin ilk iş olarak yalan söylemesi konusuna hiç katılmıyoruz.
Çook
dobra kadınlar tanıdık biz ve onlardan tarihte epeyi vardır.
Bizde çirkin İstanbul’u yazan en eski örnek
olarak, Adnan Veli ve Reşat Enis kayıtlıdır. Memduh Şevket onlardan daha eski
momentlidir ama o temkinlidir, onun çirkinleri cart diye göze batmaz, yazarken onları
törpüler yani.
Bu
açıdan bakınca, 3 İstanbul 1915’i panoramalayan Mithat Cemal bile, elini
tartılı kullanır, denebilir.
Oysa Baha
Halid (Refik Halid’in kardeşi), Bakırköy 1912 kolera salgınını yazmıştır, çok
çirkin anlatmıştır ve o eser Türkçe’de hala yoktur. (Metin, İngilizce yazılmış
ve basılmış.)
Isaac
Babel, SSCB’nin Polonya’yı dağıtmasını önce günce’lemiştir, sonra roman’lamıştır
ve sonu Gulag’da ölüm olmuştur, doğruyu olduğu gibi yazdığı için, o doğru SSCB
aleyhinedir.
Sven
Hassel, doğruları yazar ama başkalarının doğrularını. Büyük olasılıkla oralara
gitmemiştir ama gerçekten doğrudan anlatır. 2. Dünya Savaşı’nı Almanlar
açısıyla ve içeriden ilk anlatan odur denebilir.
Dikkat
ederseniz, çirkin-güzel ikilemine ölümüne girenlerin hepsi erkek.
Kadın Hannah
Arendt de, doğruyu ve çirkini yazmış ve onlara ait olduğu Musevi cemaati
tarafından linç edilmiştir.
Ancak,
onun doğruları eksiktir:
Evet, Eşkenazlar
Seferadlar’ı ezmektedir (Arendt İsrail’deki Seferadlar’ı aşırı köylü bulur ve
bu arada İsrail kibbutz-köy bazlı olarak kurulmuştur) ve bu hala sürmektedir
ama her ikisi de, Falaşalar’ı ve ABD’li Afro-Amerikanlar’ı Musevi saymazlar.
Oysa Eşkenazlar’ın kendileri, sonradan (MS 800 gibi) Musevi olmadır.
Yırtıcılıkları ve acımasızlıklarıoradan geliyor yani.
İkincisi,
evet Musevi ileri gelenleri, fakir Museviler’i 2. Dünya Savaşı öncesinde
aralarına almamışlardır ve Almanya’da terketmişlerdir ama o zaman daha
İsrail’in kurulup da, böyle faşist ve engizitör bir ülke olacağı belli değildi.
Yani, 1940 momentinde, 1948 ve sonrası momenti öngörülemiyordu henüz.
Dolayısıyla,
bizim çirkin-doğru tezimiz de
göreli, tıpkı devletsizlik fiili
koşullarında canavarlaşan ayaktakımına karşı devleti tercih eden devlet karşıtı
bir oto-anarşist olduğumuz gibi.
Bu
konunun bu tarafının ucunu yakaladık. Daha devam edeceğiz.
Nokta.
Es.
(23 Aralık 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder