Pazartesi, Aralık 25, 2017

Güzelin Antitezi Olarak Çirkin

Önnot: Bu metinle antiseksist slaktivizmin karşıtıyız. Küfre kadar varabilen kaba dil veya belirgin-keskin-kontrast tanım kullanımı olabilir bizce.
Marksist bakış açısı olarak estetikte, çirkin güzelin antitezi kabul edilir. Onlar kendilerini zorunluca diyalektikçi saydıkları için, çirkini de varsayarlar ve kabul ederler yalnızca.
Yoksa; ne Lukacs, ne Adorno, ne Brecht ve en önemlisi ne de Benjamin, çirkinle doğrudan ilgilenir. Hatta Adorno, (1920’lerdeki) cazı çirkin olması üzerinden banal sayar.
Biz öncelikle, çirkini göstermenin doğruyu söylemek olması açısından, epistemik aksiyoloji üzerinden çirkini savunduk.
Güzelin şeyselleştiriciliği vardır ilkin.
Kitsch’ler de güzeldir, bir şeyleri idolleştirir, güzeli temsil eder.
Ancak burada önemli olan durum, yalanı ve güzel kitsch’i öncelikle kadınların sevmesidir ve seçmesidir.
Yani, çirkin eril, güzel dişil olmakta bu tanım koşullarında.
Güzel savaş arayan Uzakdoğu savaşçısı müritlerine Conan çok açık ve çok basit bir yanıt verir:
“Ya sen, ya o. Burada başka bir etken yok.”
Bu savaşçılar, Conan’a kendilerini kabul ettirmek için çiçek bırakırlar ve o da onlara gençkızlar gibi davranmamalarını söyler. Onlar için şiddet zarif olmalıdır çünkü.
Zerafet, güzeldir.
Doğrudan söz, çirkindir.
Dobra’nın dilde olumlu anlamı pek yoktur yani.
Ancak, Triton’da (transeksüel ameliyatla) kadınlaşan eski erkeğin ilk iş olarak yalan söylemesi konusuna hiç katılmıyoruz.
Çook dobra kadınlar tanıdık biz ve onlardan tarihte epeyi vardır.
Bizde çirkin İstanbul’u yazan en eski örnek olarak, Adnan Veli ve Reşat Enis kayıtlıdır. Memduh Şevket onlardan daha eski momentlidir ama o temkinlidir, onun çirkinleri cart diye göze batmaz, yazarken onları törpüler yani.
Bu açıdan bakınca, 3 İstanbul 1915’i panoramalayan Mithat Cemal bile, elini tartılı kullanır, denebilir.
Oysa Baha Halid (Refik Halid’in kardeşi), Bakırköy 1912 kolera salgınını yazmıştır, çok çirkin anlatmıştır ve o eser Türkçe’de hala yoktur. (Metin, İngilizce yazılmış ve basılmış.)
Isaac Babel, SSCB’nin Polonya’yı dağıtmasını önce günce’lemiştir, sonra roman’lamıştır ve sonu Gulag’da ölüm olmuştur, doğruyu olduğu gibi yazdığı için, o doğru SSCB aleyhinedir.
Sven Hassel, doğruları yazar ama başkalarının doğrularını. Büyük olasılıkla oralara gitmemiştir ama gerçekten doğrudan anlatır. 2. Dünya Savaşı’nı Almanlar açısıyla ve içeriden ilk anlatan odur denebilir.
Dikkat ederseniz, çirkin-güzel ikilemine ölümüne girenlerin hepsi erkek.
Kadın Hannah Arendt de, doğruyu ve çirkini yazmış ve onlara ait olduğu Musevi cemaati tarafından linç edilmiştir.
Ancak, onun doğruları eksiktir:
Evet, Eşkenazlar Seferadlar’ı ezmektedir (Arendt İsrail’deki Seferadlar’ı aşırı köylü bulur ve bu arada İsrail kibbutz-köy bazlı olarak kurulmuştur) ve bu hala sürmektedir ama her ikisi de, Falaşalar’ı ve ABD’li Afro-Amerikanlar’ı Musevi saymazlar. Oysa Eşkenazlar’ın kendileri, sonradan (MS 800 gibi) Musevi olmadır. Yırtıcılıkları ve acımasızlıklarıoradan geliyor yani.
İkincisi, evet Musevi ileri gelenleri, fakir Museviler’i 2. Dünya Savaşı öncesinde aralarına almamışlardır ve Almanya’da terketmişlerdir ama o zaman daha İsrail’in kurulup da, böyle faşist ve engizitör bir ülke olacağı belli değildi. Yani, 1940 momentinde, 1948 ve sonrası momenti öngörülemiyordu henüz.
Dolayısıyla, bizim çirkin-doğru tezimiz de göreli, tıpkı devletsizlik fiili koşullarında canavarlaşan ayaktakımına karşı devleti tercih eden devlet karşıtı bir oto-anarşist olduğumuz gibi.
Bu konunun bu tarafının ucunu yakaladık. Daha devam edeceğiz.
Nokta. Es.

(23 Aralık 2017)

Hiç yorum yok: