Cuma, Aralık 08, 2017

General Ere Ölmesini Emrederse, Er Ne Yapar?

Erine, generaline, yerine, zamanına, savaşına bağlı.
2. Dünya Savaşı’nda Alman generaller, Stalingrad önlerinde erlere ölmelerini emredince, onlar da generali öldürmüşlerdi. Sonra da, kendileri topuklamışlardı. Çoğu da eksi 40 derecede donarak ölmüştü.  Orada kalıp, savaşıp, sağ kalabilenler ise, menülerinde epeyi insan eti görmüşlerdi.
Çanakkale Savaşı’nda Atatürk, tüm bir alaya ölmesini emretmiş. Rivayet o. O alayın tüm erleri de ölmüşler, diye bilinir.
Ancak, generalinin ölmesini emredip emretmediği belli olmayan, 10 yıldan uzun zamandır, cepheden cepheye gönderilen bir er, Kurtuluş Savaşı sırasında sevkiyatta tren köyünün yakınına gelince, firar eder.
Yakalanır, idama mahkum edilir. Bu öykünün sonu bilinmez. O asker yaşadı mı yani?
Sonu bilinen bir öykü var ama:
Bu öyküyü yazan ve yayınlatan Halikarnas Balıkçısı, askeri mahkemede yargılanır, önce idama mahkum edilir, sonra cezası sürgüne çevrilir, Bodrum’a gönderilir.
Cevat Şakir, olur sana Halikarnas Balıkçısı. Bodrum olur, sana büyük rezalet. Mavi Yolculuk icat edilir. Duvara kaşık ve kilim asılır. Ruhi Su akımı doğar. Şu bu. İş çarşafa dolanır kısacası.
Yani bir general, bir ere ölmesini emrederken, bunları da düşünmeli, deriz biz.
Şu da düşünülmeli:
O alayın erlerinden biri, Mustafa Kemal’i öldürebilir ve Atatürk’ümüz olamazdı o zaman da…
Acaba Atatürk, bunu hiç düşündü mü?
Hep merak eder, dururum.
Bir de, Galatasaray ve Darüşşafaka yıllarca mezun vermeyince, sonra da kendisi Cumhuriyet için nitelikli eleman bulamayınca, o emrinin hatalı olabileceğini hiç özeleştirmiş midir?
Ne dersin ey kari?

(6 Aralık 2017)

Hiç yorum yok: