Pazar, Temmuz 16, 2017

Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Akşener

Time dergisinde şöyle yazılmış:
“Time dergisi, Türkiye’deki son siyasi durumu kapsayan bir analiz yayınladı. MHP’den ayrıldıktan sonra parti kurma hazırlığında olan Meral Akşener’in, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a meydan okumaya hazırlandığını yazdı.
Amerika'nın Sesi'nde yer alan habere göre dergi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü ve Adalet Mitingi'yle son yıllardaki en önemli muhalefet çıkışına imza atmış olsa da, siyasi gözlemcilere göre Erdoğan’a karşı koyacak yeterli bir pozisyonda olmadığını öne sürdü.”
Bu saptamalara katılamıyorum.
Benim saptamalarım ise şöyle:
2002’den beridir, mecliste muhalefet fiilen yok.
MHP, 2015’ten sonra, çizgi değiştirdi. % 10 barajını geçemeyebileceğini gördüğü için, iktidara yanaştı. 2014’te ise, CHP ile işbirliği yapmıştı.
MHP bölündü, 2 parti oldu. Tek başına barajı geçemeyebilecek 1 parti, 2 parti olunca hiç geçemez. Akşener, olsa olsa bir hedef şaşırtma projesi olabilir.
1993 döneminde içişleri bakanlığı yapmış biri olarak, politikacı geçmişi pek olumlu değil kendisinin.
Bu, MHP’nin ne ilk bölünmesi, ne de son bölünmesi.
Bahçeli, tam bir devlet projesi gibi davranıyor.
2002’den beridir CHP ve 2014’ten beridir Kılıçdaroğlu da öyle.
Daha 2010 geldiğinde, meclisteki tüm partiler sağ pati olmuştu.
CHP, şu an tümüyle muhafazakar bir parti durumunda. Kravatı sola kaydı diye, sol parti sayılacak durumu yok. 1968’lilerin ve 1978’lilerin tekne kazıntıları da, aç tavuk kendini buğday ambarında görür, durumunda ki onlar da epeyidir muhafazakar konumda ve hatta çocukları ve/ya torunları da öyle.
Kılıçdaroğlu, özellikle fezlekeler ve önseçimli aday konusunda, tümüyle klasik doğrultuda davrandı. Yani, ikinci adam aday adayı bile istemiyor karşısında. 5 yılda 5 ikinci adam sureti geldi geçti partiden.
Böyle biri, tabii ki Erdoğan’a rakip olamaz ve kafa tutamaz. 1920’ler gibi 2020’ler de, tek adam dönemi olacağa benzer.
Akşener, kadın olduğu için değil, MHP tabanının önemli bir bölümü, bir kadının peşine takılamayacak kültürel yapıda olduğu için, Erdoğan’a kafa tutamaz. Yoksa, yaptıklarıyla Erdoğan kadar sert biri olduğunu kanıtladı çoktan.
Buradaki en önemli gerçek şu:
Türkiye’nin 1,4 trilyon dolar, Dünya’nın ise 217 trilyon dolar borcu var. Durumumuza kötünün iyisi diye bakabiliriz, çünkü global % 1,1-1,2 oranla 2,3-2,5 trilyon dolar borcumuz da olabilirdi: 1,1 trilyon dolarlık eksiklik, iyiye alamet.
Yani, 1980 neo-global neo-liberalizmi bitti, hem de 2007’de bitti.
İster kapitalizm olsun, ister faşizm, ister engizitör, ister reel sosyalist, tüm tükenen hegemonlar ve iktidarlar savaş çıkarır. Şimdi de çıkardılar işte. Türkiye de öyle.
1960-1980 arasında ABD-SSCB Ortadoğu japon kale maçı vardı, bir şeyler değişti ve değişmedi ama hala japon kale maç var ortada.
Eşekler semer vurulmaya razı oldukça, kurbağa akrebi sırtına aldıkça, lümpen proleterya kendi kanı için oligarklarla işbirliği yaptıkça, bu devran böyle gider.
Yani; sorun ne Erdoğan’da, ne Kılıçdaroğlu’nda, ne de Akşener’de. Sorun halkta, kitlede, şunda bunda. Yedikleri hurmaların çekirdekleri bir yerlerini tırmalıyor.
Ödesinler o zaman:
Kanla, terle, gözyaşıyla…
Bu 3’ü de yangına benzin döküyor yalnızca…

(15 Temmuz 2017)

Hiç yorum yok: