Time
dergisinde şöyle yazılmış:
“Time dergisi,
Türkiye’deki son siyasi durumu kapsayan bir analiz yayınladı. MHP’den
ayrıldıktan sonra parti kurma hazırlığında olan Meral Akşener’in, Cumhurbaşkanı
ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a meydan okumaya hazırlandığını
yazdı.
Amerika'nın
Sesi'nde yer alan habere göre dergi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun
Adalet Yürüyüşü ve Adalet Mitingi'yle son yıllardaki en önemli muhalefet
çıkışına imza atmış olsa da, siyasi gözlemcilere göre Erdoğan’a karşı koyacak
yeterli bir pozisyonda olmadığını öne sürdü.”
Bu
saptamalara katılamıyorum.
Benim
saptamalarım ise şöyle:
2002’den
beridir, mecliste muhalefet fiilen yok.
MHP,
2015’ten sonra, çizgi değiştirdi. % 10 barajını geçemeyebileceğini gördüğü
için, iktidara yanaştı. 2014’te ise, CHP ile işbirliği yapmıştı.
MHP
bölündü, 2 parti oldu. Tek başına barajı geçemeyebilecek 1 parti, 2 parti
olunca hiç geçemez. Akşener, olsa olsa bir hedef şaşırtma projesi olabilir.
1993
döneminde içişleri bakanlığı yapmış biri olarak, politikacı geçmişi pek olumlu
değil kendisinin.
Bu,
MHP’nin ne ilk bölünmesi, ne de son bölünmesi.
Bahçeli,
tam bir devlet projesi gibi davranıyor.
2002’den
beridir CHP ve 2014’ten beridir Kılıçdaroğlu da öyle.
Daha
2010 geldiğinde, meclisteki tüm partiler sağ pati olmuştu.
CHP, şu
an tümüyle muhafazakar bir parti durumunda. Kravatı sola kaydı diye, sol parti
sayılacak durumu yok. 1968’lilerin ve 1978’lilerin tekne kazıntıları da, aç
tavuk kendini buğday ambarında görür, durumunda ki onlar da epeyidir
muhafazakar konumda ve hatta çocukları ve/ya torunları da öyle.
Kılıçdaroğlu,
özellikle fezlekeler ve önseçimli aday konusunda, tümüyle klasik doğrultuda
davrandı. Yani, ikinci adam aday adayı
bile istemiyor karşısında. 5 yılda 5 ikinci adam sureti geldi geçti partiden.
Böyle
biri, tabii ki Erdoğan’a rakip olamaz ve kafa tutamaz. 1920’ler gibi 2020’ler
de, tek adam dönemi olacağa benzer.
Akşener,
kadın olduğu için değil, MHP tabanının önemli bir bölümü, bir kadının peşine takılamayacak kültürel yapıda
olduğu için, Erdoğan’a kafa tutamaz. Yoksa, yaptıklarıyla Erdoğan kadar sert
biri olduğunu kanıtladı çoktan.
Buradaki
en önemli gerçek şu:
Türkiye’nin
1,4 trilyon dolar, Dünya’nın ise 217 trilyon dolar borcu var. Durumumuza kötünün
iyisi diye bakabiliriz, çünkü global % 1,1-1,2 oranla 2,3-2,5 trilyon dolar
borcumuz da olabilirdi: 1,1 trilyon dolarlık eksiklik, iyiye alamet.
Yani,
1980 neo-global neo-liberalizmi bitti, hem de 2007’de bitti.
İster
kapitalizm olsun, ister faşizm, ister engizitör, ister reel sosyalist, tüm
tükenen hegemonlar ve iktidarlar savaş çıkarır. Şimdi de çıkardılar işte.
Türkiye de öyle.
1960-1980
arasında ABD-SSCB Ortadoğu japon kale maçı vardı, bir şeyler değişti ve
değişmedi ama hala japon kale maç var ortada.
Eşekler
semer vurulmaya razı oldukça, kurbağa akrebi sırtına aldıkça, lümpen proleterya
kendi kanı için oligarklarla işbirliği yaptıkça, bu devran böyle gider.
Yani;
sorun ne Erdoğan’da, ne Kılıçdaroğlu’nda, ne de Akşener’de. Sorun halkta,
kitlede, şunda bunda. Yedikleri hurmaların çekirdekleri bir yerlerini
tırmalıyor.
Ödesinler
o zaman:
Kanla,
terle, gözyaşıyla…
Bu 3’ü
de yangına benzin döküyor yalnızca…
(15 Temmuz 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder