Bu soru,
kendimi bildim bileli aklımı kurcalar.
Çünkü,
zekat keçisi veya intiharcı aday adayı olarak nitelendirilegeldim hep.
1,5
yaşımda, doktorun bana % 1 yaşama şansı verdiği ağır bir hastalık geçirmişim, o
nedenle tipimde bir ‘her an ölebilirlik’ olsa gerek.
Dahil
olduğum 1960 doğumlular kümesi, 54 yıl ortalama yaşam beklentisi ile doğdu. 54
yılın sonunda üçte biri mezardaydı. Şu ansa % 49’ı öyle.
Hala
yaşıyorum.
Çok
içerdim. Bana çok içmememi, öleceğim söyleyenlerin çoğunu Rumelihisarı’ndaki
caminin musalla taşında görüp, sahildi şereflerin bira kutusu kaldırmışlığım
çoktur.
1960
doğumlularda 0-5 yaş çocuk ölüm oranı, % 14 kadardı neredeyse.
Dolayısıyla,
ne ilk gidenler iyi, ne son kalanlar kötü.
İlk
gidenlerin iyiler olduğu, Viktor Frankl tarafından dilegetirilmiş bir toplama
kampı gözlemi.
Buna da katıldığımı
söyleyemeyeceğim.
En iyi
ne?
En zeki
mi? En zeki mi? En entellektüel mi? En zengin mi? Ahlaki açıdan en iyi mi ve bu
nasıl saptanır?: Başkalırın toplama kampında düşünen biri, tabii ki ilk
ölenlerden olur. Çünkü, toplama kampının genel kuralı, ilk 7 öncelik sıranda
kendinin olmasıdır: (Yine bir toplama kampı sağ kalanı olan) Primo Levi.
Toplama
kampında en iyiler, en sağlıklılar sağ kalmadı.
Bizim
1968’li, 1978’li tırpanında ise, daha farklı bir tırpan çalıştı: Kendine dikkat
etmeyenler ilk gitti ki bu zaten öncelik sırası demek.
Dolayısıyla,
en sona kalan olmayı ahlaksızlık saymanın gereği yok. Ben saymıyorum.
Yalnızca
ölüm gömücülük hissin gelişiyor, o ironik.
(13 Temmuz 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder