2’sinin
birbiriyle çatışabileceğine ilişkin 1 metin yazdım. Ancak, durumun ne olduğunu
kavrayamamıştım.
Durum
şuymuş:
Felaketi
izleyip, poliyalektiğini çıkarıp, kaplamını ve kapsamını hesaplayıp yazmak mı,
felaketi yönetmek mi?:
İkilem
bu işte:
Belgesel
mi, siyaset mi?
Sanat
mı, bilim mi?
Felsefe
mi, eylem mi?
Bu
açıdan bakınca, ilkede hep birincileri yeğledim ve yeğliyorum.
Bu kez
ise, ikincisini yapacağımı yazdım. Şu an ise, bundan emin olamıyorum.
Felaketi
yönetmek, Nalan’ın durumu dahil, zararları enaza indirmek demek. Felaketi
izlemek ise, onun gidişatını yalnızca seyredip, olmadan önce onu engelleyebilecek
bilgileri üretmeye yol açmak demek.
Nalan da
başına gelecekleri hak etti, kitle de. Bir de bu var.
Sağ
kalabilirlik oranı düşüklüğüm, cehennemi yeniden yaşayamayabilirliğim var.
Bir daha
düşüneceğim.
Felaketlere
girmekten çook yorulmuşum. Felakete dalmaktan artık korkuyorum.
Felaketi
yönetebilecek ve hatta önleyebilecek başkaları da var. Bunun okulu var,
simülasyonu var (Hollanda Sel Kontrolü 2015).
Ancak,
sanki praksis yapacakmışım hissine girdim bir an için. Poliyalektik teorisi ile
felaket yönetimi pratiğinin praksisini yani.
Bu
olabilir bak. Daha makul görünüyor bak.
O zaman
soru şu:
Felaket
yönetimindeki praksisin tehlike oranı, özgün biyografim için ne olabilir?
Alt
edemeyeceğim ve altına girmek istemeyeceğim / giremeyeceğim felaketler var
yani.
Yaşamım
boyunca hep temkinli oldum, felaketlerden uzak durdum ve hep felaketler beni
buldu, seçti ve çarptı aslında: işkence görmeyeyim diye, 1980 öncesinde
apolitik kaldım ama 1980 sonrasında yine de işkence gördüm.
Bu kez
öyle olmamasını arzuluyorum.
İşte bu
nokta, moruklardaki intihar oranının gençlerden neden epeyi düşük olduğunu
açımlıyor:
Ben de
gençkenki durumumla, felakete balıklama dalardım ama şimdi ikircikliyim.
Bir de
her zaman, iyi teorisyen ama kötü pratisyen / eylemci olageldim. Son 43 yıldır
yani. Bu konudaki tercihlerim tercihsizce
tek yönlü oldu hep. Kafka’nın ‘seçim yok’u gibi yani.
(24 Temmuz 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder