Perşembe, Temmuz 27, 2017

Poliyalektik versus Felaket Yönetimi

2’sinin birbiriyle çatışabileceğine ilişkin 1 metin yazdım. Ancak, durumun ne olduğunu kavrayamamıştım.
Durum şuymuş:
Felaketi izleyip, poliyalektiğini çıkarıp, kaplamını ve kapsamını hesaplayıp yazmak mı, felaketi yönetmek mi?:
İkilem bu işte:
Belgesel mi, siyaset mi?
Sanat mı, bilim mi?
Felsefe mi, eylem mi?
Bu açıdan bakınca, ilkede hep birincileri yeğledim ve yeğliyorum.
Bu kez ise, ikincisini yapacağımı yazdım. Şu an ise, bundan emin olamıyorum.
Felaketi yönetmek, Nalan’ın durumu dahil, zararları enaza indirmek demek. Felaketi izlemek ise, onun gidişatını yalnızca seyredip, olmadan önce onu engelleyebilecek bilgileri üretmeye yol açmak demek.
Nalan da başına gelecekleri hak etti, kitle de. Bir de bu var.
Sağ kalabilirlik oranı düşüklüğüm, cehennemi yeniden yaşayamayabilirliğim var.
Bir daha düşüneceğim.
Felaketlere girmekten çook yorulmuşum. Felakete dalmaktan artık korkuyorum.
Felaketi yönetebilecek ve hatta önleyebilecek başkaları da var. Bunun okulu var, simülasyonu var (Hollanda Sel Kontrolü 2015).
Ancak, sanki praksis yapacakmışım hissine girdim bir an için. Poliyalektik teorisi ile felaket yönetimi pratiğinin praksisini yani.
Bu olabilir bak. Daha makul görünüyor bak.
O zaman soru şu:
Felaket yönetimindeki praksisin tehlike oranı, özgün biyografim için ne olabilir?
Alt edemeyeceğim ve altına girmek istemeyeceğim / giremeyeceğim felaketler var yani.
Yaşamım boyunca hep temkinli oldum, felaketlerden uzak durdum ve hep felaketler beni buldu, seçti ve çarptı aslında: işkence görmeyeyim diye, 1980 öncesinde apolitik kaldım ama 1980 sonrasında yine de işkence gördüm.
Bu kez öyle olmamasını arzuluyorum.
İşte bu nokta, moruklardaki intihar oranının gençlerden neden epeyi düşük olduğunu açımlıyor:
Ben de gençkenki durumumla, felakete balıklama dalardım ama şimdi ikircikliyim.
Bir de her zaman, iyi teorisyen ama kötü pratisyen / eylemci olageldim. Son 43 yıldır yani. Bu konudaki tercihlerim tercihsizce tek yönlü oldu hep. Kafka’nın ‘seçim yok’u gibi yani.

(24 Temmuz 2017)

Hiç yorum yok: