Gürsel
Göncü, şöyle yazmış:
“Fikrini
ve kalemini, para veya iman uğruna herhangi bir siyasi pozisyona kiralayanları
geçeyim. Bu yazarlardan bol miktarda var ve bunların bir değeri yok;
unutulacaklar. Zaten ikbal avcılığının ve taraftarlığın olsa olsa ideolojisi
olur ki, bunlarda o bile yapıştırma. Ancak yazılarına değer verdiğim ve şahsen
tanıdığım Nilgün Cerrahoğlu, Esra Arsan ve Ragıp Duran’ın yazdıkları yaralayıcıydı.
Zira bu 3 isim de, köşe yazarı olmanın ötesinde gazetecidir.”
Öncelikle,
Göncü’nün kendisi:
Kendisi
de, işten çıkarılmış bir basın mensubu. Şu anda yazdığı ortam T24. Onun eski,
ara ve yeni statüleri de belli. Yani Göncü, kendisini bariz ofsaytta bırakmış. Bunu açımlamadan pas geçip, Türk
medyasının son yıllardaki dönüşümünü başka türlü bir özetlemeye çabalayacağız:
Zaman’ın
şişirilmiş tirajını hesapdışı tutarsak, Türkiye matbu medyası, taa 1985’ten beridir sabit veya düşen toplam
tirajda.
Bunun
nedenlerine bakıp, eski-ara-yeni dönem medyanın neler yapabileceğini ve
yapamayacağını açımlayalım diyoruz.
Medyamızda,
taa Osmanlı’dan beridir bir köşe yazarı geleneği var. Göncü’nün sözünü ettiği 2
yazar da, muhabir değil, köşe yazarı.
Köşe
yazarı geleneği, son yıllarda çok sarsıldı, çünkü köşe yazarları blogculara
hezimetle yenildi: 2007-2012 arasında diyelim.
Önce
inkar, sonra mırın kırın, sonra yazısını araklama, sonra da bitiş yaşandı bu
süreçte.
Açıkça
söylüyoruz ki bugün ortada değerli veya tüm metinleri okunabilir değerde bir köşe
yazarı yok. Bu bir.
İkincisi,
her zaman var olan biçimde, gazetecilerin gazete değiştirmesi olayı var. Bu,
çoğunluk para için olageldi, sanıldığının tersine en başından beri.
Bir
zamanlar sosyalist sayılan Çetin Altan’ın o zamanlarki ‘birden sonrası istatistik’
mealindeki, konuyla ilgili yanıtı durumu özetliyor.
Göncü
de, bu konumda kalmış durumda. Bu iki.
Sonra en
asıl dert olan, köşe yazarının veya
gazetecinin bilgisinin olmadığı konuda fikir sahibi olması durumu var.
Göncü, bizce en büyük eleştirilecek hatasını burada yapmış:
Mert ve
Beki üzerinden, tek tek tüm gazete yazarlarının mesleki çizgi özetini bilmek
gerekiyor.
Bu 2’si
de, AKP dönemi ünlüsü. Konumlarına
da, o destekle vardılar, kendi çabalarıyla değil. Mert değil ama Beki, gözden
düşünce kenara atılmış momentte. Onu Hürriyet’e de, onu bugün kenara koyan(lar)
getirmişti.
Onları
savunmak; Ahmet Altan’ın mahkemede hala aymadığını kanıtlayan ifadesini
savunmak olur: Adam, hala AKP’yi savunuyor durumda.
Yani
özetle, bu çıkar gruplarının ve klanların derdi, Göncü’yü germese gerek.
Sonuçta, sözü geçen savunulan 2’si de, Göncü’yü gazeteci saymayan çizgide.
İçeridekiler de, çok gazeteci kovmuş durumda.
Şimdi
Göncü’ye asıl darbeyi, kendisinin en güçlü olduğunu sandığı Gezi konusunda
vuralım (kendisi bu nedenle işsiz kaldı / bırakıldı):
Gezi
konusunda bir dizi metin yazdık, bunları internette de yayınladık. Tüm
metinlerimiz, AKP ve Geziciler’in ikili açmazının dışında kalan alanlarda
seyrettiler.
Bizim
savımız odur ki Göncü, bu metinlerden değil herhangi birini, bir satırını bile
yayınlamazdı. Bunu canlı yayında kendisiyle tartışmaya hazırız.
Yani
Göncü, asla ve kata gerçekten özgürlükçü
bir basın mensubu değildi. Küçük ünlülükte kaldığı (yani dar bir çevrede
tanındığı) için, ana tepişme alanları dışında bırakıldı. Kendisini bıraktı
değil, bırakıldı. Bırakılmayan, Cumhuriyet’çi Orhan Bursalı’nın fecaatini
televizyonlardan uzun süre izledik.
Bakın,
biz şu savdayız:
A ve B,
tez-antitez ikililerinden gayrı, bu memlekette C’den Z’ye, gamadan omegaya çook
açılım var. Üçüncü değil, onlarıncı şıklar sözkonusu yani.
Göncü’nün
kendisi ise, bir buçukuncu şıkta, iki arada bir derede kalmış olmuş. Yani, o
açmazın dışında kendi varlığını tanımla(ya)mamış.
Çıkış
savı:
Bir
entellektüel; ne kitleye, ne de iktidar seçkinlerine bağlanmaz; bağlanırsa,
entelejensiya olur.
Bir
entellektüel önce doğruyu yazar, yazabiliyorsa eğer tabii ki. Doğruyu bilebiliyorsa,
doğruyu ayırdedebiliyorsa.
Haber de
bilgidir, köşe yazısı da bilgidir çünkü.
Göncü,
Gezi ünlülerinin o yılda başına gelenleri anlatan, 2 yıl sonraki Radikal
röportajını açıp okusun, derim. Göncü, onları kavrayacak beyne sahip değil.
Yayınlama eğilimine de sahip değil.
Derdi de
bu: Bilgiyi alacak beyninin eksikliği, okyanus
suyunu alacak sürahinin küçüklüğü ya da.
(5 Ekim 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder