Cumartesi, Eylül 30, 2017

Dinçer Demirkent Negasyonu: Sol, yumruk atan emekçiyi mi, yumruk yiyen toprak ağasını mı destekleyecek?

Demiş ve eliflerle mertekleri birbirine orji yaptırmış.
Gazete Duvar’da Dinçer Demirkent yazmış:
“Emperyalistler, egemenlik haklarını ellerinden aldıkları ulusları sömürüyor ve ezilen uluslar kendi kaderlerini tayin haklarını kullanıyor. 1945 sonrası Amerikan hegemonyası altındaki dünyada, sömürgelerin tasfiyesinde kullanılan bu terminoloji, bugün için tersine dönmüş durumda.”
Ne alakası var?
Ulusların kendi kaderini tayini, 1. Dünya Savaşı ertesi Wilson doktrinidir.
Şerh:
“Ancak terim (self determination), ‘Wilson İlkeleri’ olarak bilinen 14 maddelik bildirgenin hiçbir maddesinde yer almamıştır.”
Nasıl ama?
Ben de bunu yeni öğrendim.
Devam:
1945 sonrasında, ABD değil, topraklarında eskiden güneş batmayan imparatorluk olan İngiltere, eski sömürgelerini tasfiye etti ve belki de 75 yeni ülke kurulmasına neden oldu, oluyor, olacak. Süreç, hala sürüyor ve sürecek yani.
ABD ise, eski sömürgesi olduğu İngiltere’yi sömürgeleştirerek, kapıcılık yaptığı apartmanda ev alan eski kapıcı konumuna düşürdü kendini.
Tarihe çukur devlet olarak geçti ayrıca.
Solun ve sağın siyasal konumuna gelince:
Krallığı desteklemek veya ona karşıt olmak açısından Fransa Devrimi 1789 ertesinde kurulan sağ-sol karşıtlığı dengesinde, zaman içinde sağla sol yer değiştirmiş ve eskiden kralı desteklemeyenler yeni destekleyenler olmuş ve tersi de.
Oldu mu ortalık karman çorman?
İsveç’te 20. Yüzyıl başında solu toprak ağaları desteklemiş bir de. İyi mi? Çünkü yeniliğe açık olan kesim, toplumda yalnızca o kesimmiş, aristokratlar diyelim.
Oldu mu ortalık daha da karman çorman?
Bizim yazmaz yazar, bilmediği konuda düşünce sallayan yazar, bunları pas geçmiş.
Kürt de Kürt, diyor illakine.
Diyemiyor ki:
Sol, artık yumruk atan kim olursa olsun, onu desteklemiyor, desteklememek zorunda, çünkü götürülecek kimse kalmadı Brecht deyişiyle. Özgürlükçülük ve demokrasi, solun birincil ilkesi olmak durumunda (ama vermeyince mabut, neylesin Mahmut?).
Çünkü 1960’larda ve 1970’lerde radikal sol, Dünya’nın canına okuyup, 1980’lerden 2010’lara neo-faşist ve neo-engizitör bir döneme bizi soktuğu için, başka çare yok şimdi ve burada.
Ayrıca, özgürlük pastadan önce gelir, yani günümüzün tüketici manyağı toplumunda.
O nedenle, sol veya sağ demeye de gerek kalmadı. Özgürlükçülük de, solun ve marksistlerin değil, anarşistlerin tezidir.
Marksistler; 1850, 1871, 1920, 1921, 1936 boyunca, anarşistleri hep katlettiler.
Üstüne bir de diktatörlük savundular, kiminki olduğu hiç önemsiz olarak. Proleterya diktatörlüğü dediler ama daha 1918’de Rosa, parti diktatörlüğünü tanımlamıştı çoktan, henüz SSCB kurulmadan.
“Başlığa dönersek, yumruk atan faşist emekçinin değil, ezilen Kürt halkının temsilcisi toprak ağası Ahmet Türk’ün, dolayısıyla yüz yıldır kuşatılmış olduğu 4 devletçe aşağılanmış ve sömürülmüş bir halkın yanında duranlar hegemonik bir sol siyaseti birlikte tartışarak, kavga ederek inşa etmeye mecburdur.”
Adam utanmadan, ‘sağ-sol orjisini savunalım’ diyor yahu…
Senin beynini ben…

(28 Eylül 2017)

Hiç yorum yok: