Kendisi,
bu konudaki ilk ve en önemli başustamdır. (Diğerlerini de sırayla anacağım.)
Onu ilk
kez, İstanbul’un arka sokaklarını, örneğin esrarkeş hamamlarını anlattığı bir
dizi yazısıyla, 1970 gibi ya ‘Sağlık Dünyamız’, ya da ‘Eczacıbaşından Sesler’
dergisinde okumuştum. Dili dümdüzdü. O kadar düz dili, tüm dillerde bir tek
Bukowski’de okudum.
Sonra,
onun öncülü Reşat Enis var ama o romancı, melodram dozu çok yüksek. Gerçekçi
ama yine de melodram dozu çok yüksek.
Orhan
Kemal’in İstanbul’u gezip, sıradan insanlarla diyalog kurmasını anlattığı
kitabını severim ama Çetin Altan’ın ‘Al İşte İstanbul’unu değil.
Burada
sorun; halkı, kitleyi, o zamanki köylü göçmeni, proleteryayı, emekçiyi
anlatırken, kantarın topuzunu kaçırmalarında. O insanları sevimli göstereceğiz
diye, bin bir takla atarlar. Bu da, önünde sonunda bir ‘çirkini güzelmiş gibi sunma’dır.
Dezenformasyondur (buna örnekse Ara Güler’in İstanbul fotoğrafları) ve hatta
kimi yalan söylemektir düpedüz.
İstanbul,
sıradan insanların da yazılmaya başlandığı 1940’larda da çirkindi, en azından
çoğu çirkindi. Gökdelensiz de, sitesiz de çirkindi yani. Boğaziçi hep güzeldi
ve hala güzel.
Pekala
Osmanlı burjuvaları vardıysa da, İstanbul türü burjuva ilkin Demir Özlü’nün
‘Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları’ ile yazıldı ve ilk çıktığında aşağılandı
da.
Ne geç
Osmanlı, ne erken Cumhuriyet yazarları, bunu beceremedi. Oysa Refik Halid veya
Hüseyin Rahmi bu altyapıya sahipti. ‘İki Hödüğün Seyahati’ uzun öyküsü gibi ki
çok gülünç tonda olmasa, o da olurdu.
Dolayısıyla,
hala Adnan Veli: Sevgi ve saygıyla anıyorum kendisini.
Dipnot:
Onun casusluktan hapse girip, ‘Mapusane Çeşmesi’ni, yani Türkçe’ni en başyapıt
mapusane anısını yazmasını, istatistik şeytanının oyunu sayıyorum. Ancak yine
de, devletin veya birilerinin ona bu konuda oyun oynamışlığı da olabilir, diye
düşünüyorum. O, bu işi yaptı veya yapmadı ayrı konu ama benim bildiğim
casusların binde biri yakalanıp hapse atılır, çünkü adı üstünde casus, arazi
olmasını bilir.
(20 Eylül 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder