Belki
genelleştirme denebilir, belki devletleştirme, belki kamusallaştırma. Ayrıca,
devletleştirme ile kamusallaştırmanın eşanlamlı olarak kullanımı ironik, çünkü
tarihte devlet ve kamu-vatandaş, birbirine hep karşıt konumlarda olagelmiş.
1980’lerin
neo-globalist neo-liberalizmin birincil göstergelerinden biri özelleştirme idi.
Yani, kamu iktisadi teşebbüsleri olan KİT’leri ona buna peşkeş çekme.
Bir KİT,
yıllık cirosuna eşit fiyatta satılıyormuş gibi yapılıp, alan şirkete bana
kredisi açılıp, o şirketin cebinden bu iş için tek kuruş çıkmadan, KİT’i ona
mal etme durumu yani. Bu arada o KİT’in büyükkentlerdeki gayrımenkullerinin
asıl bedeli, o KİT’in yıllık cirosunun katları olmakta idi.
KİT’leri
Batı’da da sattılar ama 2017 itibarıyla bile, Dünya’nın en büyük şirketlerinin
epeyisi, o G-7 ülkelerinin devlet kuruluşları (ironinin hası olarak), en çok da
bankaları idi.
Ayrıca,
bazı KİT’leri satmanın güvenlik ve hizmet kalitesinde berbat düşüşler ama
hizmet fiyatlarında daha da berbat çıkışlar yaratması, o KİT’leri devletin
yeniden geri alması durumunu yine G-7 ülkelerinde, örneğin İngiltere’de
yarattı.
En son
da 2015 gibi, liberalizm gemisi toptan karaya oturdu, çünkü ekonomiler 2007
sonrasında hiç büyümediler. Çünkü, gelecek o kadar ipotek edildi ki artık
sürdürülebilir borçlanma kaput oldu.
Eylül 2017
itibarıyla da, yine İngiltere’de 200 milyar sterlinlik bir KİT’leri yeniden
devletleştirme projesi hazırlandı.
“İşçi
Partisi, 200 milyar sterlin değerinde bir kamulaştırma planı açıkladı.
İşçi
Partisi’nin gölge maliye bakanı John McDonnell’in açıkladığı plana göre
iktidara gelmeleri durumunda çok sayıda sektörde kamulaştırma yapılacak.
İngiltere’de
yayınlanan ‘The Times’ gazetesinin manşetinde yer alan habere göre,
kamulaştırılacak sektörler arasında, posta dağıtım, su ve elektrik hizmetleri
ile demiryolları, okullar, hastaneler ve hapishaneler de, kamulaştırma
paketinin içinde yer alacak.”
İşin en
komiği, her 2 ekonomik çabaınn da, ekonomiyi büyütmek adına yapılması. Bu,
Keynes’yen bir yoldan çukur kazıp, şişi gömüp, yeniden çukur kazıp, şişeyi oradan
çıkarmak gibi kısırdöngüsel ekonomik etkinliklerden farkı yok.
Bu
arada, G-7 ülkelerinin tamamında belli yerlerde altyapı çökmüş durumda,
özellikle de ABD’de. Yani, o özelleştirme ve yeniden devletleştirme oyunları
yerine, altyapıyı 5-10 yıllık orta vadeli planlarla yenileselerdi, hiçbir
ekonomik kriz çıkmayacaktı ve bu abidik gubidik zenginler de olmayacaktı.
Bırakınız yapsınlar, bırakınız ırza geçsinler, olarak yorumlandı.
Bir de
şöyle tuluatlar da var:
Bir
hapishanenin özelleştirilmesi ne demek?
Bizdeki
polis sayısından çok özel güvenlikçi sayısının yarattığı fecaat ortada değil
mi?
Beyoğlu
Kitap Şenliği’nin ilk günü, o özel güvenlikçilerin yaptığı ilk iş, kitapçılara
orada süren festivaller boyunca, 3 ayda 100 cep telefonunun çalındığını
söyleyip, dolayısıyla da herkesin kendi güvenliğinden kendisinin sorumlu
olduğunu açıklamak oldu.
Nasıl
ama?
Yerse,
değil mi?
Ne kaa
köfte, o kaa güvenlik amcası, yani…
Eğitim
ve sağlık için durum daha da fecaat. Onları pas geçiloruz. Bu konuları kezlerce
yazdık çünkü.
Özet
sonuç, geçmişte bedava olan bu 2 temel insan hakkı hizmetin bedelini, yılda
toplamda (özel okullarda ayda 4 bin olmak üzere) 4.500 dolara çıkartıp, üstüne
bir de hizmet kalitesini düşürmek oldu.
Bu
metnin çıkışı:
Mal
sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?
(28 Eylül 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder