Hikaye
Mayıs 2016’da başlıyor.
Oysa
asıl hikaye, 2001’de AKP kurulduğunda üyesi olmayan, Erdoğan mahkum olunca,
onun yerine vekaleten geçen İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Ali Müfit
Gürtuna ile başlıyor idi.
2010
gibi, Gülen ile Erdoğan’ın yolları ayrıldı.
Ardından
Erbakan 2011’de ev hapsinde vefat etti. Onunla yollar, aslında 2001’de
ayrılmıştı zaten. Çırak, ustayı feci harcadı.
2014’te
Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığı bitince AKP ve Erdoğan ile yolları ayrıldı.
O
sıralarda bir zamanlarda Bülent Arınç, hem kendini tasfiye etti, hem de onu
tasfiye ettiler. O, içlerinde açıkça Fethullah tarafında olan biri idi.
Son 4’ü,
siyaseten Erdoğan’dan ağırdılar. Bunlar, kısa filmde böyle anlatılmıyor. Diğer
bid deyişle, AKP’yi Arınç ve Gül kurdu, Erdoğan değil, o vitrin süsü idi, sonra
rol kapıp başa geçti.
Devam,
olmayanlar:
Kabine değişimlerinde
birileri devredışı kadı. Onlarca kişi eder (müsteşarlar filan dahil).
2007,
2011, 2015 genel seçimlerinde milletvekili listelerine alınmayanların yolları
AKP ile ayrıldı. Yüzlerce kişi eder.
2004,
2009, 2014 yerel seçimlerinde AKP listelerine alınmayanların AKP ile yolları
ayrıldı. Binlerce kişi eder.
AKP’yi
kuranlar, yenilikçiler falan değiller. Onlar belli bir listeydi. Kamuoyu da bu
listeyi biliyordu, biz dahil. AKP en baştan beridir bir projeydi, 3. alaturka liberal dalga projesi.
Kürtler’den
olup, AKP’ye girip geri çıkanlar veya önce katılmayıp sonra katılanların AKP veya
Erdoğan ile hiçbir ilgileri yok. Onun yerine, çok taraflı hesap planları var. Kürtler’in
kendi iktidar iç mücadeleleri var. Erdoğan ile konunun ilgisi yok yani. Hala da
öyle. Bugün HDP çözülüyor ve az da olsa bir bölümü başka partilere kayacak.
Yoksa Kürtler, 40 yıldır aynı adlarla çalışıyorlar.
Bu da,
yanlış anlatılmış yani.
Video
2016 tarihli. En temel konu da atlanmış yani:
2015 ilk
genel seçimi ertesinde, AKP’nin savaş şıkkını seçmesiyle, ya kendileri
uzaklaşmış, ya da devredışı bırakılmış kişiler var.
En-en
önemlisi, MİT başkanı Fidan’ın durumu. Onun ne kadar Erdoğan’ın lehinde, ne
kadar aleyhinde olduğu hala-hiç belli değil. Yalnızca, kaderleri birbirine kilitlendi:
Biri gider, öteki de gider; biri kalır, öteki de kalır.
Fidan,
hem eylemediği suçlardan yargılanacak, hem de onun bazı hatalarını başkaları
suçlanacak. Bir tür politik mutasyon
kendisi.
Benzeri
durum, Ağar’ın da başına gelmişti. Kendisi, faili meçhulleri ve yargısız
infazları kabullendi ama bunların ne kadarını PKK yapıp, TC’nin üzerine attı, o
hala belli değil.
Dolayısıyla,
nasıl ki 1993 dönemi hala karanlıktaysa, 2015-2018 dönemi de epeyi daha
karanlıkta kalacak.
İronik olan
şey, Ağar içeri girip çıktı ama hala gölge içişleri bakanı gibi. Onun ardılı
Akşener’i ise, demokrasi havarisi yaptılar.
Yani,
bizim bakış açımız şu:
Bilmediğin
konuya girersen, ister yazılı, ister sözel, ister görsel, ister işitsel, ister
sanal basın mensubu ol, şu ya bu biçimde (eksik veya geçersiz bilgi vererek) dezenformasyona
sen de katılırsın.
Entelektüel,
bilir, açıkça söyler ve bağlanmaz. Rahmetli Aziz Nesin (işlevsiz grev yapan ve
işverenin ekmeğine yağ süren) sendikaları da eleştirdi, başına gelmedik kalmadı
ama, o ayrı konu.
Bugünün
demokrasi havarisi ve şehidi sayılan Mumcu, Genelkurmay’da ders verdi, kendine
servis edilenleri yayınlayıp, birilerinin canını yaktırırken, birilerini
bilerek veya bilmeyerek kurtardı.
O
nedenle, bizim pozisyonsuz-bağlanmasız
negasyonlarımız önemli:
Tarihe nesnel bilgiyle kayıt düşüyoruz.
Bilgilerimizde hatalar saptanabilir ama bizim kendi hatalarımız olacaktır
bunlar, başkalarının manipülasyonları değil.
140journos’çular
20’lerinde toy gençler olabilirler ama biz 1980 öncesinde de, 14 yaşında da
nesnel ve tarafsız idik. Onlara da aynı şeyi öneririz.
(26 Kasım 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder