Kendisinden
alıntı:
Stella
Gibson, Saga Noren (Bron / Broene) ve Sarah Linden (The Killing) gibi, cinsel
kimliğini öteleyerek, bir pantolon bir kazakla bedenini sınırlamaz.
(221 B,
Mart-Nisan 2016, Sayı: 2, sayfa: 21.)
Gafın
gafı bu.
Bir
kadın polisiye eleştirisi yazarı, bir polisiye eser kahramın kadının cinsel
imajsızlığını sınırlama sayıyor.
Yahu,
Saga istediği erkekle, yalnızca seks için yatan, gidip bardan erkek kaldıran
bir kadın. Bu mu kendini sınırlamak?
Mini
etek giymiyor da, gidip, hadi yatalım lan, dedi diye, ancak ve ancak
özgürleşmiş olur, sınırlamanın kölesi değil.
Kaldı ki
hangi meslek için olursa olsun, kazak-pantolon özgür bir giysi ikilisidir:
Çünkü içlerinde rahat haraket edersin, eteğin donunu göstermesin diye
uğraşmazsın.
Şimdi
gelelim bunun ardındaki söylemlere:
Polisiye
eserlerdeki maço erkek detektif tiplemesi, aslında erkekleri övmüyor
aşağılıyor; tıpkı, pornolarda erkeğin boşalıp kadının boşalmamasının kadını
daha üstün durumda tutması gibi (bakınız bir erkek tarafından yazılmış ve
konuyu açımlayan Şibumi romanı).
Erkeklerin
o fallus dilini kullanması da, kendilerini aşağılar. Çünkü, ona bağımlıdırlar,
ona köledirler, üstünlüğünü sürekli bağıra çağıra söyleyen biri, aslında
üstünlüğünden hiç mi hiç emin değildir.
Onun
parodisini yaparlarsa, o ayrı konu.
Ancak
bunu parodisi, erkek eşcinsel detektif tiplemesi de değildir.
Bu
şavalak kadın-erkek paradokslu söylemin panzehiri, bir erkek yaratısı olan,
kadın ve erkek robokopların imkansız aşkı temasını alttan alta anlatan ‘Ghost
in the Shell 1-2’dir. Onda kadın polis, yazılıma ve siberuzaya engilenleşir ve
özgürleşir, erkek robokop ise donanım olarak kendini mahkum eder ve kadını
anlayamaz.
İşte bu
nedenle tarihte, zencilerin tarafında beyazlar ve beyazların tarafında zenciler
vardı.
Alıntıladığımız
türdeki kadın yazarlar, beyazlar tarafındaki zenciler gibiler ve doğrudan
söylemek gerekirse:
Erkekler
safında yer alan kadınlar olmaktalar.
(25 Kasım 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder